30 Temmuz 2013 Salı
Uyanış (İlk Uyanış ya da Akıl Çağı), Jean-Paul Sartre
Fransızcada hem "uyanış" hem de "akıllanma çağı" anlamına gelen bir sözcükten bahsedildiği için bu kitabı Türkçeye Altın Kitaplar Uyanış ve İlk Uyanış diye (iki basımda farklı isimlerle) ve Can Yayınları ise Akıl Çağı diye kazandırmış.
Uyanış, Özgürlüğün Yolları üçlemesinin ilk kitabı, ardından Bekleyiş ve Tükeniş geliyor, isimleri de zaten gerçekten mükemmel bir üçleme oluşturuyor. Üçlemeden daha önce sadece Uyanış'ı okumuştum fakat geri kalan iki kitabı da tamamladım, onları da okudukça tanıtırım ve bu kitabı da diğer iki kitabı okumadan önce bir kez daha okumak istedim. Bugün bitirdiğimde, Sartre'ı ne kadar sevdiğimi tekrar hatırlattı.
Roman, birkaç karakterin, birkaç olay hakkında yaptıkları ve düşündüklerini anlatıyor. En belirgin, düşüncelerine en çok girdiğimiz karakter olan Mathieu Delarue, bir felsefe öğretmenidir ve 34 yaşındadır. Bu yaşına kadar pek bir şey yapmadığını, hiçbir hayalini gerçekleştiremediğini düşünür ve sıklıkla bunalır. Yedi yıllık uzatmalı sevgilisi Marcelle ile görüşürken bir yandan da öğrencilerinden biri olan Boris'in kızkardeşi Ivich'e ilgi duymaktadır fakat aralarındaki yaş farkı yüzünden bunu kendisine bile itiraf edememektedir.
Boris ve Ivich, Laon'dan Paris'e okumaya gelmiştir fakat ikisinin de okumak gibi bir gayeleri yoktur, Boris, kendinden yaşça büyük bir pavyon şarkıcısı olan Lola'yla sevgili olmuş, Ivich de ağabeyi ve ağabeyinin arkadaşlarıyla vakit geçirip hayatını yaşamaktadır. Tüm bu karakterlerin yanında bir de hem Marcelle'in hem de Mathieu'nun arkadaşı olan Daniel olay örgüsüne girip çıkar ve olaylar Ivich'in kalacağından korktuğu botanik imtihanının sonucunu beklerken Marcelle'in de hamile kaldığını öğrenmesiyle başlar. Sonrasında tüm karakterler kendi özgürlüklerini, kendi yaşamlarını, kendi doğrularını bulmaya çalışırken birbirlerine çarpa çarpa, düşe kalka ilerleyecektir.
İnanılmaz sevdiğim bir romanmış, çok eskiden okumuştum ve yeniden hatırladım, belki de en sevdiğim yazarın yazdığı bir roman olduğu için fazla subjektif yaklaşıyor olabilirim ama çok güzel. Sürekli olay örgüsüne girip çıkan farklı karakterler ve tüm bu karakterlerin birbirinden çok farklı iç dünyaları, bunları birbirlerine yansıtmaları ya da yansıtmamaları yüzünden gelişen ya da gelişemeyen olaylar, sürekli kendileriyle bir kavga içerisinde olan karakterlerin hepsinin de aslında özgürlüklerine kavuşmak istemeleri ve birbirlerine ayak bağı olmaları, herkesin ince ya da kalın zincirlerle birbirlerine bağlı olması, olaylara müdahale edemedikleri anda var oluşlarının sancılarını daha da fazlasıyla çekmeleri, her şey çok güzeldi. Şiddetle tavsiye ediyorum. Bu arada sanırım Paris'te Dome adında bir kafe - bar gerçekten vardı ve Beauvoir ve Sartre orada oldukça zaman geçiriyorlardı, bu ikilinin okuduğum her romanında bu bardan bahsediliyor, bu da çok sevimli bir ayrıntı.
İnanılmaz bir merakla biter bitmez Bekleyiş'i elime aldığımda ilk sayfada karakterlerden bahsedildiğini gördüm, sanki bir tiyatro oyunuymuş gibi karakterleri tanıtmışlar, yayınevi mi böyle yapmış Sartre mı bilemiyorum. Bu kitaptan Mathieu, Marcelle, Daniel, Boris, Lola ve Ivich de yine üçlemenin ikinci romanında da eksiksiz bir şekilde var olmaya devam ediyorlar. Hiçbir karakterde fire vermiyor olmamız da çok mutlu etti beni, hiç arayı açmadan direkt Bekleyiş'e başlıyorum, ondan da mutlaka bahsederim.
Etiketler:
Jean Paul Sartre,
sweet leaf
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Voouuvv güzel anlatım.
YanıtlaSil