24 Haziran 2012 Pazar

Knulp, Hermann Hesse


Hermann Hesse'nin Knulp adını verdiği bir gezginin başından geçen üç öyküyü içeren bu kitapta ilk olarak Knulp'un eski bir dostunun evinde konaklaması, ikinci olarak yine eski bir dostuyla insan ruhu üzerine yaptıkları bir sohbeti, son olarak da gençliğinde arkadaşı olan bir doktorla karşılaşıp hasta olduğunu, ölüme yaklaştığını fark etmesini okuyacaksınız.

Knulp, gençliğinden bu yana serseriliği, başıboşluğu sürdürmüş bir adamdır. Hiçbir zaman hiçbir yere bağlı kalmamış, bu yanı ona pek çok şey kaybettirmiş olsa da onu diğer insanlardan farklı hale getirmiştir. Kitaptaki öyküler boyunca da pek çok insanın hayatına girip çıkıyor, kimsenin hayatında kalıcı olmuyor ama herkesi düşündürecek bir şeyler yapıyor, söylüyor, anlatıyor ve ondaki havai, muzip yan, kişileri mutlaka iyi ya da kötü etkiliyor, Knulp'un ise umrunda değil. Son öyküde hayatını gözden geçirirken bir arkadaşının da ona dediği gibi "Serseri bir hayatı seçtin ama etkileşime girdiğin tüm insanları eğlendirdin, Knulp." Aynı karakterin birbirinden bağımsız üç öyküsünden oluşan güzel bir öykü kitabı.

21 Haziran 2012 Perşembe

Konuk Kız (L'Inviteé), Simone de Beauvoir


Beauvoir, ilk romanında ilginç bir ilişkiyi ve insanın en temel duygularından biri olan kıskançlığı konu alır.

Pierre ve Françoise, dönemin savaşın eşiğindeki Fransa'sında, Paris'te sanat çevreleriyle yakın ilişkilerde bulunan tiyatrocu bir çifttir. Aralarındaki ilişki, Sartre ile Beauvoir'in ilişkisi gibi bir "serbest ilişki"dir. Birbirlerine bağlı olmaktan ziyade "bir olmak" kavramına daha çok önem vermekte, istedikleri takdirde başkalarıyla da aşk ilişkileri yaşayabileceklerini öngörerek yine de ortak bir hayatı, birlikte kurdukları işleri ve hayalleri gerçekleştirmeye özen göstermektedirler.

Yapı itibariyle kadın açısından her daim kafa kurcalayıcı olsa da dinginlikle bu ilişkiyi kabullenip Pierre ile ortak hayatlarından oldukça memnun olan Françoise'ın canını sıkan yegane nokta, dönemin Paris'inde kendine arkadaş olarak seçebileceği herhangi bir kadın tanıyamamış olmasıdır. Sanatçı arkadaşları ona oldukça boş kafalı gelirlerken memleketinden Paris'e birkaç gün geçirmek için gelmiş olan Xaviere'le tanışan Françoise, Xaviere'i Paris'te kalmaya ikna etmeye çalışır. Böylelikle bu genç kızı onda sanat çevrelerindeki arkadaşlarından ayrı bir ışık gördüğü için yakınında tutabilecek, onunla dost olabilecek, işi ileriye götürerek bu gencecik körpe dimağa sanat aşkı aşılayarak onu biçimlendirebilecektir.

Xaviere'in Paris'te Françoise'ın konuğu olarak kalmaya karar vermesi, Pierre ve Françoise'ın arasındaki dengeyi bozacak, zaten dışarıya açık olan bir ilişkiyi daha da karmaşık hale getirecektir.

Romanın konusu zaten ilginç, konunun ele alınış biçimi de gayet ilginç. Yer yer Sartre'ın Bulantı'da kullandığı betimlemelere rastladığınızda gülümseyebiliyorsunuz, "elinizi masanın üzerine bıraksanız da onun varlığı sizden ayrı devam ediyordu" gibi. Françoise'ın kadınlık gururu, kıskançlık ve aşk üzerine yapmış olduğu saptamalar da Beauvoir'ın ağzından çıkar gibidir, kitabın Beauvoir'ın anılarından roman haline gelmiş olduğunu tahmin etmek çok da zor değil.

Salon tarzı Türk filmleri havasında geçen olaylar, sanat ve sanatçıların hayatlarına eleştirel bir bakış, savaşın eşiğinde sanat, kadın erkek ilişkileri ve kıskançlık üzerine güzel bir yapıt, tavsiye ederim.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Yabancı, Albert Camus


Mersault, yalnız başına yaşayan, bir büroda çalışan bir Fransız, kendi kendine, basit hayatını sürdürürken eline geçen ve annesinin ölümünü bildiren bir telgraf yüzünden, olağan işlerinin dışında bir şeyler yapması gerekiyor. Bir yaşlılar yurduna teslim ettiği annesinin cenazesine katıldıktan sonra Mersault, bir kadınla görüşmeye başlıyor ve ardından bir arkadaş ediniyor. Her şeyi büyük bir hissizlik ve boşvermişlikle yapan genç adam, birbirini takip eden birtakım olaylar sonrası kendini hapishanede bulduğunda, olanlar ve hissiz bir hayat üzerine çıkarımlar yapmaya başlıyor.

Yabancı, Albert Camus'un en iyi edebi eseridir denir. Tıpkı Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ındaki C. gibi Camus'nun Yabancı'sındaki Mersault da hayatı pek heyecan verici bulmaz. Kendini sürükleyen akışa kendini ve yazgısını bırakmış gibidir. Yine tıpkı C. gibi aşk bile onu bu hayatta heyecanlandıramamaktadır, her şey olması gerektiği için oluyor yahut olmaması gerekiyorsa olmuyordur, üzerine düşünmeye, üzülmeye değecek hiçbir olay yoktur. Mersault'un annesinin cenazesindeki hissizliği de sonradan onu fazlasıyla düşündürecektir, kız arkadaşıyla yaşadığı o an için önemsiz gelen anlar da.

Zeki Demirkubuz'un Yazgı isimli filmi, bu kitaptan esinlenilmiştir ve The Cure'un Killing An Arab adlı şarkısı bu kitaba gönderme imiş.

Varoluşçuların, henüz bu kitabı okumamış Camus ve Sartre okurlarının, Aylak Adam'ı sevmiş okurların göz atmasını tavsiye ederim, pişman olacaklarını sanmıyorum.

12 Haziran 2012 Salı

Okyanusun Derin Ucu, Jacquelyn Mitchard


Beth, lise arkadaşlarıyla on beş yıl sonra yapılan bir partide buluşmak üzere, üç çocuğunu da yanına alıp partinin yapılacağı otele gitmiştir. Eşi Patrick, onlara katılmamış, henüz bir bebek olan Kerry, üç yaşındaki Ben ve yedi yaşındaki Vincent, Beth'in sorumluluğu altındadır.

Sadece beş dakika, lobideki işlerini halletmek için gözünü oğullarının üzerinden ayıran Beth, yaşamının dokuz yılını Ben'in hayatta olup olmadığını araştırarak geçirmek zorunda kalacak, o gün, hayatının en kötü günü olacaktır.

Roman, sürükleyici, bir o kadar da etkileyici. Sadece meraktan okuduğumu düşünüyordum, hikaye ilginç olduğu için, sanki bir film izliyormuşum gibi sonunu öğrenmek istediğimi sanıyordum ama her karakterin hisleri o kadar gerçekçi anlatılmış, her karakterin üzerine öyle güzel eğilmiş ki yazar, kitap bitene dek elimden bırakamadım.

Kendinizi annenin yerine koyarak düşünün, üç yaşındaki oğlunuz sizin küçük bir dikkatsizliğiniz yüzünden kayboluyor. Babanın yerine koyarak düşünün ki çok sevdiğiniz eşiniz, büyük bir sorumsuzluk yapıyor ancak o da oğlunu yitirdiği için üzgün ve konu oğlunuzun sağ salim bulunması... Kendinizi yedi yaşındaki çocuğun yerine koyarak düşünün, beş dakika için sizden kardeşinizin elini tutmanız istendi ama siz onu kaybettiniz... Kendinizi bebeğin yerine koyarak düşünün, içinde büyüdüğünüz aile, dokuz yıl boyunca kayıp diğer bir çocuğu arıyordu... Her karakterin, başlarına gelen kötü olaya diğerlerinden farklı tepki verişi, kişilerin çekirdek aile içinde dahi empati yeteneğinin sorgulanışı, ilginç bir öykü, bir bakıma polisiye, bir bakıma da dram olarak nitelendirilebilecek kötü bir senaryo. Yazar Jacquelyn Mitchard, romana ilk dört sayfayı yazarak başlamış ve bir diskete kaydedip yazmaktan vazgeçmiş, romanı yıllar sonra tamamladığında da yayıncılara göndermek üzere romanın ismini düşünürken "Benim küçük Hemingway'im" dediği oğlu romana bu ismi önermiş. Okyanusun Derin Ucu, başrollerinde Whoopi Goldberg ve Michelle Pfeiffer'ın oynadığı aynı isimli bir filme de çevrilmiş.

Sürükleyici bu roman, gerçekçi bir aile dramı karşısında insan psikolojisini anlatırken sizi teker teker her karakterin yerine koyup kendinizi sorgulamanızı da sağlıyor. "Acaba ben babanın yerinde olsaydım, oğlumuzu kaybettiği için eşime nasıl davranırdım?"
Related Posts with Thumbnails