31 Ağustos 2013 Cumartesi

Barış Bıçakçı | Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra



Merhaba!
Bu seferki kitap seçimimde polisiye - gerilim türlerine biraz ara verip Barış Bıçakçı'dan ve bu eşsiz kitabından bahsetmek istedim. Beni etkileyen o kadar kitap hakkındaki yorumlarımı sizlerle paylaşıp Barış Bıçakçı'nın kitaplarından biriyle ilgili fikirlerimi paylaşmazsam eksik bir şey yaptığımı hissedecektim. 

"Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra" ilgili fikirlerimi yazmadan önce, Barış Bıçakçı'yla ilgili beni etkileyen şeylerden bahsetmek istiyorum. Elime aldığım her kitabı bitirmeden bırakmama huyum vardır ancak bir yazara körü körüne bağlanıp her yazdığını zevkle okuyabilen biri değilimdir pek. Lakin Barış Bıçakçı söz konusu olunca şu ana kadar onun hangi kitabını elime aldıysam sadece okumadım; zevkle okudum. O kadar sade ve müdahalesiz bir şekilde yazıyor ki, ister istemez bu doğallığa kapılıp o cümleleri kalbinizde hissediyorsunuz. Kısacası bu etkileyiciliğin sebebi, süslü ve upuzun cümleler değil, okuyunca bir şarkı mırıldanıyormuş hissi veren o sade cümleler. Onun hiçbir sözcüğü birbirinin ardından zorla gelmiyor, sanki O her defasında o sözcüğün yanına yakışacak bir diğerini ustalıkla buluyor. Öte yandan etkileyici olan bir diğer unsur da şu ki, Barış Bıçakçı'nın eserleri gerçeklikten uzak değil, hem de hiç değil. 

Kitaba gelecek olursak, Başak adında bir kızın intiharıyla ilgili bir kitap bu. Kitabın adıyla bir bağlantı kuracak olursak, Başak bir süre yere paralel gidiyor ve ardından kendini yere bırakıyor; intihar ediyor. Ancak kitabımız bu intiharın etrafında gerçekleşen olayları, intihardan etkilenen insanları ve bu insanların geçmişi eşelemesini, düşüncelere dalmasını konu alıyor. Başka bir deyişle, bir intiharın kaç kişiyi ne şekillerde etkileyebileceğini, kaç kişinin hayatını nasıl değiştirebileceğini sorguluyorsunuz kitabı okudukça. 

Kitabın içeriğiyle ilgili başka bir bilgi vermeye hiç gerek yok. Sözü hemen Barış Bıçakçı'ya bırakalım. Siz de kitabı elinize alın, akmasına ve akarken sizi de gittiği yere götürmesine izin verin. 




Keyifli okumalar!

30 Ağustos 2013 Cuma

Jean-Christophe Grangé | Kızıl Nehirler





Tekrar merhaba! 

Sizler için seçtiğim diğer kitap da Grangé'dan. Fotoğraftan anlaşılacağı gibi tatilde, çoğunlukla da deniz kenarındayken okumama rağmen her cümlesinde içim ürperdi. Hatta zaman zaman denize, havuza girmeyi erteleyip sonra unuttuğum da oldu kitabı okurken. Kitabı şöyle tanıtabilirim size; Kaiken ile ilgili yorumlarımı paylaştığım yazıyı okuduysanız, beklentilerimin yüksek olması sebebiyle Kaiken'den yeteri kadar zevk almadığımı itiraf etmiştim. İşte beklentimi zirveye taşıyan Grangé kitaplarından biri, Kızıl Nehirler. 

Gelelim romanımızın konusuna, gidişatına ve olay örgüsüne. İlk kısımda gözüpek, mesleğinde herkesçe tanınan, ancak zaman geçtikçe şiddet kullanma arzusunu bastıramayan ve bu durumun etkilerini gerek mesleğinde gerekse özel hayatında gören başarılı bir Fransız polisini tanıyor ve bir maceraya başlamasına tanıklık ediyoruz. Polisimizin ismi Pierre Niémans. İkinci kısımda ise aynı şekilde gözüpek, dünyada kendini var edip bir iz bırakmaya çalışan, hırslı, bastırılmış ancak bu baskıdan bir süre önce kurtulup zirveye tırmanmaya çalışan genç bir Mağripli polisin macerasına ortak oluyoruz, Karim Abdouf'un. 

Karim'in görev yaptığı yerde bir mezara hırsız giriyor ve olay bu noktada başlıyor. Bu soygunu araştıran Karim, çok geçmeden bu mezarın Yahudi bir çocuğa ait olduğunu öğreniyor ve hırsızlıklar devam edip de Karim bir okuldan bu çocuğun fotoğraf ve kayıtlarının silindiğini öğrenince işler çığrından çıkıyor. Bir kısımda Pierre'den bir kısımda ise Karim'den ve yaşadıkları olaylardan bahsediyor kitapta Grangé ve bu durum kitabın sonuna kadar öyle gidiyor. Bana kalırsa, kitabın bu denli etkileyici olmasının en büyük sebeplerinden biri bu anlatım şekli. Her bölümün sonunda bir şeyi merak eder ve çözmeye çabalar duruma gelip, diğer bölüm başladığında diğer adamımızla ilgili bir şeyi merak ediyorsunuz ve bir süre sonra kafanızda bir çıkmaz oluşuyor. Bu çıkmaz ve merak duvarı yetmezmiş gibi bir noktada bu iki adamın soruşturmaları birleşip tek bir dosya halini alıyor; o zaman da karakter olarak bazı noktalarda aynı bazı noktalarda da taban tabana zıt bu iki adamın yaptığı iş birliği ve gösterdikleri çaba sizi son derece etkiliyor. 


-
 Biz efendileriz, biz köleleriz.
 Biz her yerdeyiz, hem de hiçbir yerde. 
 Biz karar verenleriz.
 Kızıl Nehirlerin hakimiyiz.
-

Son olarak şunu belirtmeliyim ki, eğer daha önce hiç Grangé okumadıysanız başlamak ve aşık olmak için çok iyi bir seçim olur bu kitap. Daha önce okuduysanız ve çok beğenmediyseniz, kafanızdaki imajı olumluya döndürmek için çok iyi bir seçim olur. Hali hazırda bir Grangé okuyucusuysanız ancak bu kitabı hala okumadıysanız, doğru kitapçıya!

Unutmadan, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nız kutlu olsun. 
İyi okumalar! 

Tess Gerritsen | Golgesizlerin Tutkulu Dansi ★



Sahne: Foca'dayim, elimdeki kitap bitmek uzere ve yeni bir kitaba ihtiyacim var. Orijinal dilinde kitap bulmam zaten imkansiz diyerek ilk kitapciya girdim. Bir de ne goreyim! Tess Gerritsen yeni bir kitap yazmis, kitap Turkce'ye cevrilmis ve benim haberim bile yok! Soz konusu olan Gerritsen ya; konusunu bile okumadan aldim. Eve dondugumde kitabi incelemeye basladim. Ilk hayal kirikligini kitabin orijinal adini gordugumde yasadim: "Thief of Hearts". Yani, Kalp Hirsizi! Derken elimdeki kitap bitti ve sira Golgesizlerin Tutkulu Dansi'na geldi.

Gelmez olaydi!

Kitabin konusu, ucuncu sinif televizyon kanallarinda 20.00 kusaginda verilen ucuncu sinif Hollywood filmlerinden beter! Basi belada olan guzel bir kadin, ona yardim etmek uzere harekete gecen yakisikli bir brujuva, peslerindeki kotu adamlar, aralarinda filizlenen ask, eski Turk filmi misali "Benim yuzumden basina bir sey gelmesine dayanamam, onu kendimden uzaklastirmaliyim" dusuncesine dayanan abuk subuk hareketler... Tess Gerritsen'in boylesi bir kitap yazmayacagindan, yazsa bile masanin sallanan ayagini duzeltmek icin kullanacagindan o kadar emindim ki "Acaba yazarin isminde bir harf oyunu var da bu bizim Gerritsen degil mi?" diye bile dusundum!

Eninde sonunda bir macera kitabi oldugu icin kitap bir sekilde ilerliyor. Her sayfada bile bile lades diyorsunuz. Hani yine o ucuncu sinif televizyon kanallarinda yanardag patlamali filmler olur, aile uyelerinden biri dagda kalir, ailenin kopegi kosarak o yone dogru gider, filmin sonunda ustu basi kullenmis aile uyeleri birbirine sarilir. Oyle iste. 

Hic Tess Gerritsen okumamis olup bu kitaba bulasanlara bir cift sozum var: Tess Gerritsen bu degil! Lutfen gidip Cerrah'i alin, Cirak'i alin, Kan Golu'nu alin! Bu kadinin nasil harikalar yaratabildigine kendi gozlerinizle sahit olun! Ve... Golgesizlerin Tutkulu Dansi'ndan uzak durun.

Opucukler.
Amalth.

Not: Kitap fotografim siyah/gri/beyaz oldugu icin akillarda olusabilecek olasi bir soruya yanit vermek istiyorum. Cihangir'deki rengarenk merdivenleri griye boyayanlarla bir akrabaligim yoktur. Yanlis anlasilma olmasin!

29 Ağustos 2013 Perşembe

Jean-Christophe Grangé | Kaiken



Herkese merhaba!
Fikir ve yorumlarımı paylaşacağım ikinci kitap olarak Kaiken'i seçtim. Gerilimin ve iyi kurgunun en iyi temsilcisi diye adlandırabileceğim Grangé'ın yeni kitabı, çok satanlar bölümünde yerini korumaya devam ediyor. Ben de bu karmaşık, gıyabında söylenebilecek çok şey olan bu kitap hakkında elimden geldiğince yorumlarımı paylaşacağım. 

Efendim öncelikle şunu söylemeliyim ki kitabın isminden de anlaşılabileceği üzere Japon kültüründen birçok esinti barındırıyor içinde. Şahsen Uzakdoğu'ya pek ilgim olmadığı için Japon kültürüyle ilgili anlatılan bazı hikayeler ve belirtilen detaylar kısımlarında sıkılmadım desem yalan olur. Ancak, Uzakdoğu kültürünü seviyorsanız ve az ya da çok ilginiz varsa bu detaylar kitabın geri kalanıyla birlikte çok hoşunuza gidecektir diye düşünüyorum. 

Romanımızın baş kahramanı bir başkomiser, Oliver Passan. Adamımız Japonya'yı takıntı haline getirmiş; bir dönem orada yaşamış ve güzelliklerine aşık olmuş, çok zaman geçmeden de bu kültürün bir fanatiği haline gelmiş. Takıntısı onu bir Japonla evlenmeye bile yönlendirmiş. İşte roman da Passan ve karısı Naoko'yla ilişkilerinin sallantıda olduğunu ve boşanma aşamasına geldiklerini anlatarak başlıyor; Passan'ın uzun süredir peşinde olduğu ve her defasında elinden kaçırdığı bir katilin anlatımıyla devam ediyor. Katilimizin adı da Patrick Gulliard. Bu katil, hamile kadınları kaçırıp onlara işkence ediyor, en sonunda da karınlarındaki fetüsleri çıkarıp onları yakıyor. Takıntılı başkomiserimiz Passan da bu katili yakalamak için tekrar ava çıkıyor. Aynı zamanda, günler geçerken Passan evinde bir takım tehditler almaya başlıyor, işin içine ailesi de dahil olduğunda işler çığrından çıkıyor onun için. 

Passan, katil hakkındaki gerçekleri bir bir öğreniyor ve onu yakalamaya adım adım yaklaştığını hissediyor. Bazı anlarda durması emredildiği halde daha çok bastırması ve ileri gitmesi de başına bir takım işler açıyor. Japonya'ya bu denli takıntılı başkomiserimizin bir yandan da Gulliard'a takıntılı olduğunu keşfediyoruz biz de. Az önce bahsettiğim Passan'ın Gulliard hakkında öğrendiği gerçekler ve keşfettikleri, bu dosyanın akışını, buna paralel olarak da romanın akışını değiştiriyor. 

Romanın gidişatıyla ilgili bahsetmekten kaçınmam gereken ama bir yandan da hoşuma gitmediği için söylemek istediğim bir durum var ki, onu kitabın sürprizini kaçırmadan anlatmaya çalışacağım size. Kitap bir yere kadar Gulliard'ın hikayesi ve Passan'ın avıyla devam ederken, beklenmedik bir anda başka bir olay çıkıyor ortaya. Bu çıkış daha önce bahsettiğim tehditlerin kaynağını yanlış olayda ve yanlış kişide aradığını anladığı anda var oluyor. Diğer bir deyişle, roman karakterimiz Passan yanılgısını anladığında, biz de okuyucular olarak yanılgımızı anlıyor ve merak içinde işin aslı neymiş diye okumaya devam ediyoruz. Ancak gelelim benim hoşuma gitmeyen detaylara. Bu yanılgının sonucunda ortaya çıkan olayla Gulliard davasının arasındaki çizgi çok ani karşımıza çıkıyor. Ben ki Grangé'ı her yazardan ayrı bir yere koyarım ve ciddi anlamda fanatiğiyim ancak bu ani geçişin yarattığı kopukluğu ben bile göz ardı edemedim. Belki de bu kadar çok sevdiğim ve tarzına, kurgusuna, kelimelerine, olayları bağlayış biçimine aşık olduğum için benim gözüme bu denli batmıştır; o yüzden okuyup karar vermek ve eleştirmek size kalan bir durum. 

Kitabı bir yerlerde araştırdıysanız ya da denk geldiyseniz, sonuyla ilgili genel bir memnuniyetsizlik var ortada. Yorumlar çok beklendik bir olayla bittiğini söylese de bana göre olabilecek en güzel son, kitaptaki sondu. Yani başka bir deyişle, çoğu kişinin gözüne batmayan şey beni rahatsız ederken; genelin memnun kalmadığı son da beni rahatsız etmedi, aksine hoşuma gitti. 

Ne olursa olsun, Grangé yazıyorsa bir şekilde okutuyor kendini. O yüzden şiddetle tavsiye ettiğim, okuyup kurgusu ve sonu hakkında kararınızı kendinizin vermesi gerektiğini düşündüğüm bir kitap. 

Öpücükler! 

27 Ağustos 2013 Salı

Hayatın Kaynağı (The Fountainhead), Ayn Rand


Bu kitap, büyük bir kitap gibi görünüp okuyucuyu korkutsa da elinize aldığınızda bırakamadığınız, bir solukta okuyabileceğiniz kitaplardan.

Peter Keating, mimarlık fakültesinden yeni mezun olmuş genç bir mimardır, oldukça başarılı olacağı çoktan öngörülmüş, okulda kendisiyle bölüm birinciliği için yarışabilecek tek öğrenci olan yakın arkadaşı Howard Roark da okuldan yeni kovulmuştur. Böylece bölüm birincisi olarak okulu bitirdiği gibi ülkenin en büyük mimarlık şirketi olan Francon & Heyer'a davet edilecektir, geleceği toplum tarafından, annesi tarafından çoktan seçilmiş, seçkin bir birey olacağına çoktan karar verilmiştir. Peter Keating'in güzel sanatlar fakültesinde çizim dersleri almayı ve resim yapmayı istediğini bir tek Howard Roark biliyordur. Peter, kısa bir düşünme sürecinin ardından, toplumun kendisi için belirlediği yolda ilerlemeye karar verir ve okulu bitirdikten sonra Francon & Heyer şirketinde mimar olarak çalışmaya başlar.

Howard Roark, okuldan, okulun genç mimarlara benimsetmek istediği ilkeyi tümden reddettiği ve tarih boyunca dünya üzerinde birbirinden kopya edilmiş binalar dışında bir şey yapılmadığını düşünüp kendisi mimariye yeni bir tarz getirmek istediği için kovulmuştur. "Böyle çizimleri olan, böyle binalar yapmak isteyen birinin bu fakülteden mezun olması mümkün değildir." Howard, Peter'ın ardından New York'a gidip artık kimsenin iş vermediği, aksi, zamanında toplumun istediği mimariden öte kendi ilkelerini oluşturup buna göre binalar tasarlayan fakat artık kendi şirketini ayakta tutmakta zorlanan bir mimarın yanında çalışmaya başlar. Böylece dışarıdan bakıldığında Peter Keating, okulu birincilikle bitirip mükemmel bir işte çalışırken kendisi de New York'ta sürünmektedir. Fakat kimse okul hayatları boyunca Peter'ın tüm çizimleri ve projelerini de Howard'a yaptırdığını, Peter'ın aslında ressam olmak istediğini, bu hayatların dışarıdan bakıldığı gibi olmadığını, Peter'ın tüm benliğiyle Howard'ı kıskandığını bilmez.

Daha sonra olay örgüsüne şahane bir biçimde girecek olan Peter'ın patronu Guy Francon'un gazeteci kızı Dominique, mimari alanında köşe yazıları yazan eleştirmen Ellsworth Toohey ve bu ikisinin yazdığı gazetenin sahibi Gail Wynand da kendilerine çizilen hayatlarla kendi istedikleri hayatlar arasında sıkışıp kalmış ve dışarıdan göründüğü gibi olmayan karakterler.

Hayatın Kaynağı, toplumculuğa karşı bireyciliği savunup sanatın, yaratıcılığın, önce birey olmayı benimsemiş kişilerin elinde yüceldiğini, kendini gösterebildiğini savunan bir roman, Howard Roark, toplumun kendisinden beklediği hiçbir şeyi yapmak istemiyor, mimarlık diplomasına bile mimarlık yapmak için ihtiyaç duymayacağını düşünüyor, mimarlık onun için bir tutku. Buna rağmen Peter Keating ise, tamamen toplumun ondan beklediği işi yapıyor, toplumun ondan beklediği kişiyle evleniyor, toplumun istediği binalar tasarlıyor. Howard Roark, egoizmi bile oldukça samimi ve doğal gösterebilen bir karakter, bir dostu ona amma da kibirli olduğunu söylediği zaman "Kendimi başkalarının gözünden görmeye çalışmıyorum, ben, ne olduğumu biliyorum, siz buna kibirli diyor olmalısınız," diye yanıtlıyor, kendini bulmuş bir bireyin, kendini tanıyan bir bireyin, normal şartlar altında itici olması gereken hareketleri bile etrafına dinginlik veriyor.

Roman, çok uzun tutulduğu için, karakterler cetvelle çizilmiş gibi vermek istedikleri mesajları bağıra bağıra verebilecek kadar "iyi" ya da "kötü" oldukları için çok eleştirilmiş fakat bence çok güzeldi, okuduğum süreçte sayfalar elimde eriyip gittikçe biteceği için üzüldüm, heyecanlandım, sevindim, Howard Roark'tan çok şey öğrendim ve yazarın bireycilikle ilgili çoğu düşüncesine şiddetle katıldım. Tavsiye ediyorum fakat kalın kitaplardan çekinenler için biraz zor bir okuma deneyimi olabilir, yine de nasıl okuduğunuzu anlamıyorsunuz, belki de çekindiğiniz gibi olmaz.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Iris Johansen | The Face of Deception ★★★★


Sen git onca romantik kitap yaz; ardindan polisiye/gerilim isine gir. Onda da bu denli basarili ol! Sasirtici kadinsin vesselam! 

~

The Face of Deception, arka kapak yazisina dayanarak satin aldigim bir kitapti. Nasil James Patterson'un Double Cross'u bir Criminal Minds bolumunu andiriyorsa, The Face of Deception da sanki bir Bones bolumu gibiydi. 

Bones'u izleyenler bilirler; Brennan'in yaninda kafataslarini kullanarak kimligi belirsiz kurbanlara yuzlerini geri veren ve onlarin ait oldugu yere, yani evlerine donmesini saglayan Kizilderili asilli bir kadin vardi. Iris Johansen'in bu kitapta yarattigi ve ardindan bir cok kitabinda daha kullandigi Eve Duncan tam olarak o Kizilderili kadinin yaptigini yapiyor. Hatta duygusalliklari bile benziyor bana kalirsa.

Eve Duncan serisinin ilk kitabi olan The Face of Deception'da Eve ve hayati ile tanisiyoruz. Her ne kadar kitabin baslarinda karakter tahlilleri biraz zayif gorunse de gittikce gelisiyor zira yazar da bizimle birlikte tanimaya basliyor Eve'i.

Eve'in kucuk kizi bir seri katil tarafindan olduruluyor ve kemikleri asla bulunamiyor. Bonnie'nin evine kavusmadan huzur bulamayacagina inanan Duncan, isini bir saplanti haline getiriyor ve bir daha kurban olmayacagina yemin ederek bir kafatasindan bir kafatasina geciyor. Kendini isine vererek kurdugu bu sakin hayat, birden Logan isimli bir milyarderin hayatina girip kendisinden bir kafatasina yuz vermesini istemesiyle alt ust oluyor. Cunku o kafatasi, gormeyi asla beklemedigi birine ait... Cunku kendisini derin bir komplonun icinde buluyor... Cunku yine kurban olmanin esiginde...



Velhasilkelam.

Kitap akici, karakterler guclu, kotunun kotulugunu, iyinin iyiligini sorgulatiyor. Bunun yaninda ara ara Logan'in yaptigi espirilere de sesli guluyorsunuz. Lakin bir page-turner degil. Duncan ve Logan'a karsi kurulan komplo biraz da siyasi oldugu icin kitap sular gibi gitmiyor olabilir aslinda zira hikayenin komplo kismina bir cok Holywood filminden aliskiniz zaten. Her an "Bir kazaya kurban gidilebilecegini" hepimiz biliyoruz sonucta:)

Son bir sey daha soyleyip sizi opup gidecegim. Kitaptaki ana erkek karakterlerin isimleri hep "J" ile basliyor; James, John, Joe, Jimmy, Jason... Sonraki sayfalarda aklinizin karismasini istemiyorsaniz o isimlere dikkat edin!

Opucukler, cicekler, bocekler.
Amalth.

25 Ağustos 2013 Pazar

Tess Gerritsen | Cerrah


  
Merhaba!

 Bu kadar kitap aşığına Cerrah'tan bahsetmemek olmaz diye düşünerek, sizinle bu kitap hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istedim. Öncelikle şunu söylemeliyim ki polisiye ve gerilim türündeki kitapları seviyorsanız, bu kitap başucu kitabınız olmaya aday. 

 Roman, katilin cümleleriyle başlıyor, ara sıra yine anlatıcı ağız değiştirip ona dönüyor ve yine onun cümleleriyle bitiyor. Bu katilin hedef aldığı kadınların ortak özelliğini söylemeyeceğim, çünkü bu okuduğunuzda öğrenmeniz gerektiğini düşündüğüm etkileyici bir ayrıntı. Aynı zamanda katilimize dosyayı araştıran ve çözmeye çalışan ekip tarafından "Cerrah" adı  veriliyor. Bunun sebebi de Jane Rizzoli ve ekip arkadaşlarının bu katilin tıp geçmişi ya da tıp bağlantısı olduğunu düşünmeleri. Gerek otopsi gerek işkence ve cinayet anlarındaki gerçekçi ve duru anlatım da yazarımız Tess Gerritsen'in asıl mesleğinin doktorluk olmasının meyvesi olarak karşımıza çıkıyor. 

 Geçmişte bir katilin hedefi olmuş olan ama onu vurarak ondan kurtulmayı başaran Doktor Catherine Cordell, şimdi de başka bir katilin hedefi haline geliyor, Cerrah'ın. Ve bu durumun çerçevesinde diğer dedektiflerin ve doktorların, suçluların ve masumların hayatları, kaderleri birleşiyor. 

 Romanın olay örgüsünde tek bir dakikalık boşluk bile yok. Olaylar birbirine ustaca ve doğallıkla bağlanmış. "Cerrah"ın neşterini her oynatışını  ister istemez hayalinizde canlandırıyorsunuz. Aynı zamanda bu kitap Rizzoli & Isles serisinin de ilk kıtabı olma özelliğini taşıyor, seri "Çırak" adlı kitapla devam ediyor. Belirtmem gereken bir diğer şey de bu seriden esinlenilerek oluşturulmuş Rizzoli & Isles isimli bir dizinin de olduğu. 

 Polisiye ve gerilim türlerine kafayı takmış biri olarak benim başucu kitaplarımdan biri olan ve polisiyeden de gerilimden de çok özel izler taşıyan bu kitap eminim sizin de hoşunuza gidecek.

 Su gibi okumalar, öpücükler! 

Haftanin Konuk Yazari | Naz Aksay

Dunyanin bir ucundan merhabalar!

Simdi elinize bir kagit kalem alin ve birbirinden guzel polisiyelerden olusan bir kitap listesi yapmaya hazir olun! Cunku... Cunku bu haftanin konuk yazari Naz Aksay! Eminim ki neredeyse benim kadar polisiye/gerilim okuyan Naz, bir hafta boyunca cok guzel polisiyelerden bahsedecek. Ve yine eminim ki bahsedecegi kitaplari okumadan edemeyeceksiniz!

Sevgiler!
Amalth.

22 Ağustos 2013 Perşembe

[Blog Tur] Ölmem Gerekirse - Amy Plum | Kitap Yorumu


Sevdiğini kurtarmak için ne kadarına hazırsın?

Kitap: Ölmem Gerekirse (Revenants #3)
Yazar: Amy Plum
Orijinal adı: If I Should Die
Yayıncı: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 407
Tür: Fantastik, Genç-Yetişkin, Aşk
Puanım: 3


Herkese merhaba, Kitap Oburları ile 19 Ağustos'ta başladığımız Revenant serisinin son kitabı Ölmem Gerekirse'yi inceleyeceğiz. Ve tur sonunda 5 kişi yeni çıkan son kitabın sahibi olacak. 

Daha önce ilk kitap Benim İçin Öl ve ikinci kitap Ben Ölene Kadar'ı incelemiştim. 

Bu kitaba gelirsek, üçlemenin bence en güzel kitabıydı. Öyle bir başladı ki, ne olacak şimdi diye diye okudum. Hatta çoğu yerlerde şaşırdım. Paristen, New York'a uzandı bir anda konu. 

"Her ne olursa olsun, seni ebediyen seveceğimi bil,"dedi. "Ruhum dağılsa, bilincim evrene yayılsa bile...
Benden geriye kalan ne varsa seni sevmekten asla vazgeçmeyecek." Vincent sf 379 

 İkinci kitapta Vincent'ı çok kötü durumda bırakmıştık. Kate yılmadı, bir yol bulmak, onu kurtarmak için elinden ne geliyorsa yaptı. Şimdi ne dersem spoiler'a gireceği için çok ayrıntı vermek istemiyorum. 

Aynı zamanda bu durumu ailesinde öğrenmeyen kalmıyor artık. Dedesi ve babannesi önceleri haklı olarak kızlarını korumaya almaya çalışıyorlar. Lakin Kate o denli işin içinde ki, ellerinden gelen fazla bir şey de yok esasen. 

Vincent'ı kurtarmak için New York'a gidiyorlar dedesi ile birlikte. New York bölümlerini ayrıca sevdim. Çok hoştu. Hatta aradan ufak bir yemek tarifi bile çıkardım (jalapeno biberli ekmek) 
Seride en takdir ettiğim şey ise son zamanlarda her kitapta mutlak olarak gördüğümüz detaylı sevişme sahnelerinin olmayışıydı. Bu kitapta beraber oluyorlar evet ama yazar gayet naif bir biçimde işlemiş. 

Konu sadece Vincent değil tabii. Bu kitapta nihayet iki kitaptır bahsedilen şampiyon ortaya çıkıyor. Onun ortaya çıkmasıyla Numalar ile Bardialar arasında savaş başlıyor. 

Charles ve Charlotte'da geri dönüyorlar. En çok Charlotte'un geri gelmesine sevindim.  

Üç kitabı da okumuş olarak söyleyebilirim ki, arka arkaya okumayın. Yoksa ciddi anlamda bunalabiliyorsunuz. Bu kitap serinin en iyisi. Kapağı diğerlerinden güzel. Yerler, mekanlar seride en güzel şey zaten. Yani aşk, güzel kent, biraz da gizem, macera arıyorsanız sevebilirsiniz. 

Puanıma gelirsem GR'de 3 puan verdim çünkü çok aşırı severek okumadım, yer yer sıkıldım. Son kitaba kadar böyleydi durum. Birde Twilight tarzı sanırım çok sevmediğimden olsa gerek. 

Konu Paris olunca konsept yapmadan duramadım tabii :) 

Sizde bu kitaba sahip olmak istiyorsanız şayet sizi Çekiliş sayfamıza alalım. Bizi takipte olun. 


19 Ağustos: Benim İçin Öl Yorumu
20 Ağustos: Ben Ölene Kadar Yorumu 
21 Ağustos Ölmem Gerekirse Çekiliş :   http://mirielenda.blogspot.com/
22 Ağustos Kitap Yorumu: http://raflarinarasindan.blogspot.com/
23 Ağustos Kitap Yorumu + Yazar Tanıtımı: http://sssuigenerisss.blogspot.com/
24 Ağustos Kitap Yorumu: http://sohbetedecekkimseyok.blogspot.com/
25 Ağustos Kitap Yorumu + Bunları Biliyor Musunuz? : http://thcodex.blogspot.com/
26 Ağustos Kitap Yorumu: http://pinucciasbooks.blogspot.com/

İyi okumalar...

-Sycorox-

20 Ağustos 2013 Salı

Ben Ölene Kadar | Amy Plum (Revenants #2)

O, aşkı için ölmeye değil, ölmemeye söz verdi

Kitap: Ben Ölene Kadar (Revenants #2) 
Yazar: Amy Plum
Orijinal adı: Until I Die 
Yayıncı: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 350
Tür: Fantastik, Genç Yetişkin, Aşk
Puanım: 2

Vincent bu kez aşkı yaşamaya yemin etmiştir. Bu karardan memnun olan Kate, Vincent'ın doğasına aykırı işlere girişmiş olmasından dolayı da rahatsızdır. Yaşadığı karmaşayı bir çözüme kavuşturmaya ve sevgilisini ölümlü bir insana dönüştürmeye karar veren Kate, bilmeden kendini büyük bir tehlikenin kucağına atar. 

Revenants serisinin ilk kitabı Benim İçin Öl'ü dün yazmıştım. Bugün ise ikinci kitap Ben Ölene Kadar ile devam ediyoruz. 

Vincent ve Kate iyiden iyiye sevgili olurlar artık. Paris'in o romantik atmosferinde aşklarını yaşarlar, bir yandan da Kate'i içten içe sorular kemirir. 

Bu kitap aslında bir geçiş kitabı. İlk kitap olaylara giriş, bu kitap gelişme, son kitap da muhtemel sonuç. 
O yüzden bir yerde beni çok sıktı. Kate'in huzursuz haline bir yere kadar dayanabiliyorsunuz. Ha ona da hak vermek lazım, sen yaşlandığında adam genç kalacak tabii bir paniklersin. 

Sonra Charlotte'nin gitmesi büyük eksiklik ve boşluk yarattı. Violette'yi sevmedim geldiğinden beri, Arthur ise cazip gerçekten. Sonuçta aristokrat bir Kurt Cobain benzeri hoş geliyor ister istemez. 

Yine geri dönenlerle ilgili bir ton bilgiyi boca ediyor yazar kafamıza. İlk kitapta olduğu gibi ağır ağır ilerleyip, sonunda aksiyonu arttırmış. Hele öyle bitiyor ki, daha ne olabilir ki artık diye merak ettiriyor açıkçası. Son kitaba heyecan içinde başlatacak cinsten. 

Kitapta beni en çok vuran şey Paris oldu. İlk kitapta o kadar değildi ama ikinci kitapta La Masion'un terasında takıldıkları bölümde kopmuşum. Kendimi Paris'te bir balkonda, terasta olmak istiyorum derken buldum çok feci. Ki biliyorsunuz ben Prag insanıyım. 


"Ölüme direnmesiyle birlikte gelen acıları dindirmenin bir yolunu arıyorum. Daha uzun dayanabilsin diye. Belki benim ömrüm süresince" dedim, ama aklımdan geçen sözcükler şunlardı, Ben Ölene Kadar. -Kate- 

Kate ve Vincent birbirlerinden habersiz bu konu üstünde çalışırlar, Vincent'ı her ne yapıyorsa çok zorladığı kesin. Kate ise eline ne geçerse araştırır, hakkını yememek lazım, baya baya şey bulur. 

Kitabın kapaklarına değinecek olursam şayet; ilk iki kitabı başarısız buldum. Yani görsem almazdım, ilgimi çekmezdi. Lakin üçlemenin son kitabı çok ilgimi çekmişti, o bence gayet güzel. 

Demem odur ki, Paris'i seviyorsanız hoşunuza gidebilir. 

Bu arada Kitap Oburları ile son kitabın turunu yapıyoruz, bizi takipte olun. Hepimiz kitapları okuduk, yazmaya başladık. Benim yorumumla beraber onları da okumanızı tavsiye ederim...


İyi Okumalar...

-Sycorox- 


19 Ağustos 2013 Pazartesi

Benim İçim Öl | Amy Plum (Revenants #1)


Aşk için hayatını riske atar mısın?


Kitap: Benim İçin Öl (Revenants #1) 
Yazar: Amy Plum
Orijinal adı: Die For Me
Yayıncı: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 351
Tür: Fantastik, Genç Yetişkin, Aşk 
Puanım: 3

"Paris'in muhteşem dekorunda geçen Benim İçin Öl'de Amerika'da anne babasını trafik kazasında kaybedince, ablasıyla dedelerinin yanına taşınmak zorunda kalan Kate ile onun saf güzelliğine tüm benliğini kaptıran yakışıklı Fransız genci Vincent'in ruhlara işleyen aşklarını konu alıyor" 




Revenants üçlemesinin ilk kitabı Benim İçin Öl Paris'in entelektüel atmosferinde ilerleyen bir kitap.
Baş karakter Kate Paris'e geldiğinde bunalımlı günler geçirir. O ablası gibi olmadığından kelli sosyal hayatı yok gibidir, sadece kitapları vardır.

Bir süre evden çıkmadan kitap okur sonra ablası ve babannesinin ısrarları sonucunda Paris'i dolaşır, kefelerinde oturup kitap okur. Bu sırada çok kendi kabuğundadır, çevresine bakmaz bile.

Bir gün yine her zaman gittiği kafenin en kuytu köşesinde Masumiyet Çağı'nı okurken kafasını bir kaldırmasıyla onu görür. Yani Vincent'ı. Ve hayatı bir daha hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.

Kendi yorumuma gelirsem, kitabın ilk başlarını sevdim hatta güzelmiş beğendim falan diyordum. Paris'in o büyülü atmosferinin etkisi büyük tabii. Sonra ortalarına doğru inanılmaz sıkmaya başladı. Sonlarında ise yaşanan aksiyon kitabı toparladı. Birde Twilight'a çok benzemesi olayı var. Onun geri dönen versiyonu. Artık Twilight olayı ile ilgili bir şey yazmayacağım çünkü anladım yazarlar başka konu bulamıyorlar. Değiştirip değiştirip, onun üstünden gidiyorlar.

Bu geri dönenler olayı ise ayrı bir kafa karıştırıcı insanı bayan bir durum. Çoğu yerde bu ne ya? tarzında düşünebilirsiniz. Yazar fazla kasmış ve bilgiye boğacağım diye fenalıklar geçirtiyor.

Geri dönen mevzusu nedir derseniz şayet; ne zombi, ne hayalet acayip bir şey bunlar, alın okuyun.

Baş karakter Kate; klasik Bella kızlarından. Çok akıllı, kitap kurdu, olgun, her şeyi mükemmel icra eden bir karakter. Yani sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Benim gibi Urban Fantasy karakterlerine bayılan biriyseniz asla açmaz sizi.

Vincent ise tam bir centilmen, mükemmel, anlayışlı bir karakter. Yine klasik, yine klişe.


Şu kusursuz dil becerilerini sergilemeyi bırakta kızın ayağa kalkmasına yardım et Vincent, sonrada izin ver gitsin. -Jules-

Ben en çok Jules ve Georgia'yı sevdim. Jules Vincent'ın ressam arkadaşı. Uçarı havai bir karakteri var, her şeyi alaya dalgaya alıyor.

Georgia'da Kate'in ablası. Kate gibi melodram kraliçesi olmak yerine, Paris'in altını üstüne getiriyor, eğleniyor, hayatı dolu dolu yaşıyor.

Yani diyeceğim ilk kitap olarak fena değildi, çok iyi diyemeyeceğimden dolayı 3 puan verdim.

Keyifli okumalar...

-Sycorox-





14 Ağustos 2013 Çarşamba

James Patterson | Violets Are Blue / Menekseler Mavidir ★★★☆


Ilk defa bir James Patterson kitabina "okumazsaniz kendimi keserim" edasiyla yaklasmayacagim. Hazir miyiz?

Violets Are Blue, Alex Cross serisinin yedinci kitabi olmanin yani sira dogrudan Roses Are Red ile iliskili bir kitap. Biz farkinda olmadan cok eski zamanlarda baslayan hikaye, Roses Are Red ile ilgili yazimdan da hatirlayacaginiz uzere altinci kitapta hiz kazaniyor ve yedinci kitapta nihayete baglaniyordu.

~

Kendisine Mastetmind adini veren katilin kim oldugunu Roses Are Red'in sonunda ogreniyor ve Violets Are Blue boyunca bir kedi-fare oyununa taniklik ediyoruz. Bu sirada, durdurulamayan cinayetler isleniyor.  Suc mahallerinden birine varan Cross, sadece dakikalar icinde yeni cinayetlerin islendigini ogreniyor. Kurbanlar bacaklarindan asilmis... Butun kanlari emilmis...

~

Simdi, gelelim fasulyenin faydalarina.

Violets Are Blue'yu 400 sayfalik bir kitap haline getiren cinayetler ve olay orgusu bana biraz zorlama gibi geldi. Zira kitabin asil konusunun Vampire Killers mi Mastermind mi oldugunu soylemek oldukca guc. Her ne kadar Mastermind'in Cross'un hayatina mudahaleleri yerli yerinde ve paranoyaklastirici olsa da asil cinayetler ile Mastermind arasindaki cizgi cok kesin.



Oteki yandan soyle bir durum da var.

Mastermind ve kimligi, Crossseverlerin hepsinin aklini basindan alabilir. Ancak, ben once Double Cross'u okudugumdan katilin kimligini zaten biliyordum. Bu nedenle Mastermind meselesi beni heyecanlandiramadigindan cinayetler arasi gecise ya da Vampire Killers cinayetlerinin zorlama hallerine bu kadar takilmis olabilirim.

Hatta ve hatta biraz daha ileri gidecegim; su kitabin ortalarindan 100-150 sayfa cikarsak cok buyuk bir eksiklik olmazmis gibi hissediyorum. Umarim bunu soyledigim icin Pattersoncular tarafindan islenecek gizemli bir cinayete kurban gitmem. Sonucta ben de onlardan biriyim. Beni öldürmeyin, beni sevin.

Opucukler, menekseler, guller.
Amalth

Bu arada Roses Are Red ile ilgili yazima suradan ulasabilirsiniz: http://raflarinarasindan.blogspot.com/2013/08/james-patterson-roses-are-red-guller.html?m=1

8 Ağustos 2013 Perşembe

James Patterson & Howard Roughan | You've Been Warned / Ikaz ★★★★★


Biliyorum, biliyorum, biliyorum... Aslinda su an Violets Are Blue'yu yaziyor olmam gerekiyordu. Lakin yapamadim. Su lanet olasica kitabin yasattigi nefes darligi gecmeden hakkinda yazmaliydim. Spoiler da vermedigim icin bu yazidan cok nefes nefese anlatma kivamindaki yazimi rahatlikla okuyabileceginize inaniyorum.

Simdi.

Bu kitap kesinlikle bir Patterson kitabi gibi degil. Dedektifli, seri katilli, kacirmali, fidyeli, goz oymali hicbir unsuru yok! Lanet olasica sey daha ziyade bir Stephen King romani gibi. Mistik, gerilim dolu, nefes kesici, korkutucu, vucudunuzdaki kanin cekilmesine neden olmacali... Diger bir yandan Stephen King'in bos olarak adlandiracagim geriliminden de uzak cunku dolu, cunku empatiyi sadece korku dolu sahnelerde kurmuyorsunuz.

Kitabin konusu hakkinda hicbir sey anlatmayacagim zira ne dersem bir fire verecekmisim gibi hissediyorum. Genellikle 3 sayfadan olusan bolumlerin neredeyse hepsi, actiginizda icinden palyaco kafasi firlayan renkli kutulara benziyor. Gerilim ve heyecan o kadar bitmiyor ki tam da "Bu da olduysa dahasi olmaz!' dediginiz an Patterson karsinizda daha da acayip bir sey cikariyor.



Kitapta sadece iki klise sahneyle karsilastim. Once "Acaba yazildigi zaman o sahne henuz klise degil miydi? Yeni miydi?" diye dusunmus olsam da tarihi gorunce biraz hayal kirikligi yasadim. Biraz... Azicik... Cunku bir sonraki sayfada yine kendimi kaptirmis gidiyordum.

Su kitabi da okuduktan sonra Howard Roughan hakkinda iki laf etmesem olmaz. Kendine ait az sayida kitabi olan Roughan, Patterson'la birlikte yazdigi kitaplarda mucizeler yaratiyor. Aylar once bitirdigim ancak onu anlatabilecek sasirticiliga sahip kelimeleri bulamadigimdan beklettigim Honeymoon/Balayi da yine bu ikilinin alamet-i fahikasi! Birkac gun icinde ondan da bahsedecegim... Umarim.

Neyse. You've Been Warned'i alin. Kendinize bir fincan kahve koyun. Bir gece, yerden aydinlatilan bir odada yumusak bir kanepeye gomulun. Evde sizden baska birisi daha olsun ama sizi rahatsiz etmesin. Aksi takdirde gerilimin ustesinden gelebilmek icin Twitter arkadaslarinizin beynini yemek zorunda kaliyorsunuz. Sahsen yedim, biliyorum. Sonra da uyarmadi demeyin.

You have been warned.

Opucukler, cicekler, bocekler.
Amalth.


Suzanne Collins | Gregor ve Felaket Kehaneti


     Eğer benim gibi sıkı bir Suzanne Colins hayranı iseniz size bir iyi, bir de kötü haberim var. Önce adet olduğu üzere kötü haberi veriyorum ki, birazdan yaşayacağınız travmayı atlatmanıza yardımcı olması için, iyi haberi hemen arkasından söyleyeceğim. =))

     KÖTÜ HABER: Yazardan uzun süre Açlık Oyunları gibi bir baş yapıt beklemeyin.

     - ''Aaaaaaaa'' dediğinizi duyar gibiyim. Dünyanın neresinde olursanız olun, hani şu elektrikler kesildiğinde çıkan ''Aaaaaaaa'' sesi bu.

     İYİ HABER : Daha şimdiden 5 tane kitabı çıkan seri: Yeraltı Günlüklerini hala yazıyor olması.

     Gregor elbette bir Açlık Oyunları serisi gibi efsane olmayacak ama yine de yazarın her zaman ki gibi akıcı dili ve muhteşem kurgusuyla iki günde bitirebileceğiniz kitaplar ortaya çıkıyor şu anda Pegasus Yayınları'ndan.

     Bayram tatili için yazlığa geldim. Sıkıntıdan patlamak üzereydim ki, Daha önce ilk kitabı olan Gri Kehanet'i okuduğum Gregor'un ikinci kitabı olan Felaket Kehaneti'ni yanıma aldığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Tabi kitap daha dün geldim ama bugün bitti malesef ve tatil tekrar sıkıcı bir hal almaya başladı. =)) Bu ayrı bir konu tabi. Yarın büyük ihtimal serinin üçüncü kitabı olan Kan Kehaneti ile macerayı şezlongta uzanıp devam ettirmeyi düşünüyorum. =))

     Kitap, Gregor adında 10 yaşlarında bir çocuğun bir gün çamaşır hanelerinden yer altına açılan gizli bir geçit ile hiç bilmediği bir dünyaya, yeni konuşmaya başlayan Bot adındaki kardeşi ile beraber düşmelerinden sonra, bu fantastik dünyada başından geçen macerayı anlatıyor. Bu yer altı dünyasında, Dev yarasalardan, Kötü dev sıçanlara, saydam ciltli insanların oluşturduğu krallıklardan, dev hamam böceklerine bir sürü sıra dışı canlı ile karşılaşıyor. Bu kitap serinin ikinci kitabı ve en az ilki kadar güzel. Bu kitapta Gregor, felaket kehanetinde yer aldığı üzere, yer altı dünyasının sonunu getirecek, - Felaket - adında ki Yüzyıllar sonra yeniden hortlayan ve türünün tek örneği olan Beyaz bir farenin peşine düşüyor. Ve aynı zamanda Dev farelerde kehanette ki kendi üzerlerine düşen görev icabı, Gregor'un küçük kardeşi Bot'un peşine düşüyorlar. Bu macera sırasında Gregor hiç bilmediği güçlerini de ilk defa bu kitapta keşfediyor ki; burada da bir hayli süpriz var.

     Hikaye tekrar vurguluyorum, Tabi ki asla Açlık Oyunları ile kıyaslanacak bir hikaye değil ama, Yazar açlık oyunlarından önce bu seriye başlasaymış, yine adını tüm dünyaya duyururmuş diyorum. Böyle sizi çok zorlamadan akıcı bir şekilde okuyacağınız ve okurken film izliyormuş hissiyatına kapılacağınız bir macera okumak istiyorsanız bence biçilmiş kaftandır Gregor. Tabi fantastik kurgudan hoşlanıyorsanız. =))

     Son olarak serinin yazarı olan Suzanne Collins'in en sevdiğim yanını yazayım ve bitireyim yazıyı. Karekterleri tanıtırken öyle up uzun betimlemelere yer vermeyişine hayranım. Çünkü kitaptaki her karakterin fiziksel çizimini kendi hayal gücünüze bırakmış oluyor böylece. Sonuç olarak ta; benim aklımda canlandırdığım yer altı dünyası ile sizin aklınızda ki yer altı dünyası bir birinden çok farklı iki ayrı dünya olabilir.

İyi Seyirler... İyi Bayramlar...

6 Ağustos 2013 Salı

James Patterson | Roses Are Red / Guller Kirmizidir ★★★★

Roses are red,
Violets are blue,
Sugar is sweet,
And so are you.

Yazima bir siirle baslarkenafshagsha... Tabii ki yapmayacagim!

~

Roses Are Red, James Patterson'un Pop Goes The Weasel'ini takip eden Alex Cross romani. Her ne kadar Alex Cross romanlari siralamaya sadik kalinmadan okunabilse de Roses Are Red'i okumadan once Pop Goes The Weasel'i okumakta fayda var. The Weasel Turkce'ye cevrilmemis oldugundan kitap hakkinda genel bir bilginiz olmasi acisindan sizi kitapla ilgili yazima yonlendirebilirim: http://raflarinarasindan.blogspot.com/2013/05/james-patterson-pop-goes-weasel.html?m=1

Roses Are Red'i okurken Cross'un daha once cozdugu davalara iliskin kisa bilgiler edineceksiniz lakin davalardan genellikle sadece adiyla bahsedildiginden Cross'un bas karakteri oldugu ve Along Came The Spider ile baslayan serinin onceki kitaplarini okurken heyecaninizdan bir sey kaybetmeyeceksiniz.

Diger yandan Roses Are Red'i okuduktan sonra Violets Are Blue'yu okumak durumunda kalacaksiniz cunku aslinda coook eskilerde baslayan bu hikaye Roses Are Red ile son bulmuyor; aslinda henuz basliyor. Dolayisiyla aslinda Roses Are Red ile Violets Are Blue'yu bir butun olarak dusunmek mumkun.

~

Surpriz bir sonla biten Roses Are Red oldukca nefes kesici bir kitap. Kitap boyunca bir onceki kitabin kotu karakteri olan Shaffer'in Cross ve ailesi uzerindeki etkisi suruyor lakin Cross artik cok farkli bir savasin icinde...

Kendisine Mastermind diyen, Cross'tan hep bir adim onde olan ve suctan cok Alex'in canini yakmakla ilgilenen bir katille tanisiyoruz. Mastermind, bir dizi soygun planlayip hikayenin tam da "Bitti" dediginiz yerinde yeniden alevlenmesini sagliyor.

Kitabin tamamina hakim olan bir diger duygu ise Cross'un ailesi ile isi arasinda yasadigi ikilemler. Cross ya Mastermind'i yakalayacak ya da ailesinin yaninda olacak...

~

Uzun zamandir yazdigim kitaplarin aksine Roses Are Red de Violets Are Blue da Turkce'ye cevrilmis kitaplar, cogu kitabevinde de bulunuyor. Kitaplarin ikisini de okumus bir insan olarak her ikisini de ayni anda almanizi oneririm; sahsen Roses Are Red biter bitmez obur kitabi elime aldim. Cok da keyifli oldu!

Cok acayip sayfalarda cok saglam alintilarla suslenmis bu kitabi alin, okuyun. James Patterson'la evlilige giden bir iliski yasadigim dedikodularina da kulak asmayin. BEN CROSS'LA EVLENICEM!

Opucukler, cicekler, bocekler.
Amalth

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Adolf Hitler | Kavgam / Mein Kampf

     Yazıya bu kitabı neden seçtiğimden bahsederek başlamalıyım bence. Kitap, kendi ırkı dışında kalan tüm dünya milletleri ile kavgalı olan herkesin aşina olduğu bir diktatörün hayatını anlatıyor. ''Kavga'' kelimesi elbette Adolf Hitler'in tüm dünya halkının 7 den 77 ye kalplerinde saldığı korkunun en sofistike hali. Bence herkesin dünya tarihine yön vermiş bir liderin hayatından ders alacağı konular vardır. Bu yüzden okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap.

     Üniversite'de iktisat hocamın hiç unutmadığım bir cümlesi vardı: '' Herkes yönetici olabilir fakat, herkes lider olamaz'' derdi. Hala bu cümlenin doğruluğunu sorgulamam. Örneğin; kitabın ilk sayfalarını çevirdiğimizde ve Adolf Hitler'in, babasına bile kafa tuttuğu o çocukluk yılları arasında gezinirken sıkça bahsettiği bir özelliği ile karşılaşıyoruz. Cımbızladığım bir cümle ile paylaşayım bunu: ''Hatiplik yeteneğim, çocukluk arkadaşlarıma söylediğim çok az ikna edici, daha doğrucu kandırıcı nutuklarla gelişmeye başladı. Kendi kendimi güç idare edebilen küçük bir lider olmuştum.'' Bu bahsettiği özelliği elbette sadece lider vasıflı insanlarda bulunan Hatiplik yeteneğinden başkası değil. 

     Özellikle kitabın ilk sayfasında ikinci paragrafta karşımıza çıkan bir söylemi var ki tüyleri donduran cinsten: '' Alman toprakları bütün Almanları kapsadığı zaman bu nüfusu beslemeye yeterli gelmezse, milletin duyacağı gereklilikten ve zorunluluktan yabancı toprakları ele geçirmek için hakkı doğacaktır. İşte o zaman, sapan yerini kılıca bırakacak ve savaşın gözyaşları gelecekteki dünyanın hasatlarını hazırlayacaktır.'' Bu cümleler Adolf Hitler'in tamamen kendi ağzından dökülmüştür. Dünya'ya bir bakımdan kucak dansı yaptıran bir liderin ideolojini tüm açıklığı ile ortaya seren bir açıklama bu.  Adof Hitler'in hayatını merak edenler için kitabın daha ilk sayfalarında gezinirken bile  daha neler ile karşılaşacaklarını az çok anlatabilmişimdir diye umuyorum. 



     Kitapta Hitler'in resme olan merakından tutunda, Yahudiler ile olan kavgasının sebeplerini kendi kaleminden ve düşünün ki, o dönem kimseden hatta muhtemelen Tanrısından bile korkusu olmayan bir adamın, tüm açık sözlülüğü ile anlattığı bir baş yapıttır ''Kavgam''

     Bence şu ana kadar bir çok yayın evinden basımı gerçekleşmiş bir eseri düşündüğümüzde, Gencay Yayınları'dan çıkan bu eser çeviri olarak ta hiç fena sayılmaz.

     Kitaptan daha fazla içerik paylaşmayacağım ama yine de Yahudilerin neden sabun yapılmak istendiğini? Nazi subaylarının sadece emirleri uygulayan askerler olduğunu mu yoksa onlarında sonu gaz odalarında biten bu katliamlardan zevk aldıklarını? Hitler'in fikirlerini, idelojisini ve üstün ırk takıntısının ardında yatan nedenleri kendi kaleminden anlamak isteyenler için şiddet ile tavsiye ettiğim bir kitap.

     Çok sevdiğim bir yazar olan Sunay Akın'dan dinlediğim bir anektod ile yazıyı bitireyim bari =))

     O dönemde Nazi subayları gaz odalarından cesetleri temizlemek için içeri girdiklerinde hep aynı manzara ile karşılaşıyorlarmış. İnsanlardan oluşan ceset piramitleri. Bu piramitlerin en alt basamağını çocuklar oluşturuyormuş. Daha üstüne çıktıkça ihtiyarlar ve kadınlar, sonrasında orta yaşlılar ve en üzerinde ise gençler varmış. Zehirli gaz tabana çöktükçe, insanların üste kalan temiz havayı soluyup biraz daha hayatta kalabilmek isteği ile böyle bir manzara ortaya çıkıyormuş. Ve ne yazık ki, dönemin Nazi subayları bu görüntüleri bir savaş propaganda aracı olarak kullanmak için şu cümleleri kuruyorlarmış: '' Görüyorsunuz ya Yahudileri öldürmekle ne kadar doğru yaptığımızı, Bunlar bir kaç dakika fazla yaşayabilmek için kendi çocuklarını ezmekten dahi çekinmeyen bir millet.''

İyi Seyirler...





    

Haftanin Konuk Yazari | Kaan Ozkaymak

Haftanin Konuk Yazari uygulamasi tam hiziyla devam ediyor. Bu haftanin konuk yazari, Kaan Ozkaymak.

Kaan'in cok guzel bir blogu var; bloguna Umut Bahcesi adini veren Kaan, yazdigi kisa hikayeleri de bahcesinin rengarenk meyveleri olarak tanimliyor. Hikayeleri de gercekten okunmaya deger!

Cogunlukla kitap elestirilerimizi yorumsuz birakmayan Kaan'i blogunda da takip etmeye ne dersiniz?

Kendisine suradan ulasabilirsiniz: http://kaanozk.blogspot.com/

Opucukler.
Amalth.

Ah! Bu arada! Kitap keyfinizi fotograflayip Instagram'da #raflarinarasindan tag'i ile paylasmayi unutmayin. Cok acayip planlarimiz var!
Related Posts with Thumbnails