17 Ağustos 2014 Pazar

Book & Cook | Brüksel





Merhaba, bu çook sıcak pazar gününde sizi Brüksel'de çok ünlü bir yere götüreceğim. 
Cook & Book kitabevi ve restoran. 
Ben fotoğraflarını görünce aşık olmadan ve sizinle de paylaşmadan edemedim.
Bol fotoğraflı, belki de karışık bir yazıya hazır olun hehe 

Kitapçı iki bölümden oluşuyor Blok A ve Blok B olmak üzere. İki ayrı yerde anladığım kadarıyla. 

Blok A'da Seyahat ve gençlik kitapları, galeriler, müzikler ve aynı zamanda restoranı var. 
Blok B'de ise İngilizce kitaplar, Serre, Roma, Cucina bölümleri var. İçinde bir İtalyan ve Vejeteryan lokantası var. Pazar günleri de sadece Blok B'de Brunch var ki şimdi orada olmalıydık. 


Özellikle kitapçı konseptlere ayrılmış. 
BD, Voyage, Gençlik, Güzel Sanatlar, Müzik, Sera, Roma, Cucina diye. 
Hepsinin dekorasyonu seyirlik. İşin içine restoran da girince kitaplar ve yemekler göz alıyor. 



Tabii isim Cook & Book olup yemek kitabı satılmamasını bekleyemezdik, bu stant çok güzel olmuş ama. 





 Çocuk ve gençlik bölümünde kitaplar, oyuncaklar olmasının yanı sıra etkinliklere de ev sahipliği yapıyorlar. Kostümler ve eğlencelerle güzel okuma etkinlikleri oluyormuş. 











Voyage konseptinde karavanları, vosvosları kullanmışlar. Çok şirin olmuş. 
Vintage dekorasyonu ve restoranı ile çevreye bakınmaktan ne yapacağınızı şaşırırsınız. 




Sera konseptinde ise daha çok tahta ve doğal yapı kullanılmış. 
Şarap fıçıları ortama country havası vermiş. Tabii çevrede yine kitaplar var. 

Ve müzik. 
Cd ve plakların, müzikle ilgili kitapların satıldığı bu bölümde aynı zamanda akustik konserler veriliyor. 



Bu yazıyı hazırlarken çok tatlı bir akustik video ile karşılaştım ve eklemeden edemedim. Alys'i de keşfettim bu sayede.
Sizin de yolunuz Brüksel'e düşerse bu harika mekanlara uğramadan geçmeyin.
İletişim bilgilerini bu internet sitelerinden almayı unutmayın. 

İyi Okumalar

-Sycorox-

16 Ağustos 2014 Cumartesi

[Blog Tur] Aşka Var Mısın? - Natasha Boyd | Ön Okuma

Aşk hayattaki en büyük risktir.


Kitap: Aşka Var Mısın? (Eversea #1)
Yazar: Natasha Boyd
Orijinal Adı: Eversea
Çevirmen: Filiz Tülek
Yayıncı: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 362
Basım Yılı: Ağustos 2014
Tür: Romantik
Puanım:4

"Eğer geleceğimde olacağını bilseydim, tamamen farklı bir yaşam seçerdim." 

 ...kokusunu derin derin içime çektim. Sonra ağzımı kulağına yaklaştırdım. 

"Eğer farklı bir yaşam seçseydin, beni hiçbir zaman bulamazdın." 


Sorumlulukları ve kendine olan güvensizliğiyle boğuşan, güneyli bir genç kız... ?Her şeyini kaybedebileceği son skandalından kaçan, Hollywood'un en gözde megastarı...?Onları sonsuza dek değiştirecek, tesadüfi bir karşılaşma, imkânsız bir birliktelik ve masalsı bir aşk hikâyesi...


Merhaba, Kitap Oburları ile yeni turumuzda bu sefer tam yaza uygun insanı serinleten bir kitap var. Natasha Boyd'un Eversea serisinin ilk kitabı.

Bu kitap ile beraber Jack Eversea ile tanışıyoruz. Ama ne tanışma.

Şimdi düşünün normal bir hayatınız var, küçük bir kasabada yaşayıp, orada garson olarak çalışıyor, kıt kanaat geçiniyorsunuz. Tam bir kitap kurdusunuz, en sevdiğiniz kitap serisinin uyarlamasında oynayan Hollywood starını bir gün karşınızda buluyorsunuz. Çıldırmamak elde değil.

Şimdi düşündüm kendime uyarladım bu durumu, en sevdiğim kitap serisi Yüzüklerin efendisi üçlemesi. Orada ise Legolas'a yani Orlando Bloom'a hayranım. Şimdi karşımda görsem bir tuhafa bağlarım tabii ister istemez.

Baş karakter Keri Ann klasik, utangaç, kendi halinde ama seksi olduğunu fark etmeyen, kitap kurdu kızımız. Karşısında Jack Eversae'yı görünce resmen nevri dönüyor, yer yer kendine hakim olamıyor. Genelde bu tip karakterlere gıcık olsam da o çok batmadı, rahatsız olmadım. Oldukça yerinde tavırlar sergiledi.
Nefes al, Keri Ann, nefes al modunda heyecan içinde, nefessiz kaldı. 

Jack Eversea'ya gelirsek adam havalı ve hoş. Bir yandan da eğlenceli ve Keri Ann'ın saçma sapan bazı tavırlarını çok iyi yumuşattı. Açıkçası başka biri olsa "eee git işine" derdi ki  adam Hollywood starı, onu dese hiç batmaz, sırıtmaz.
Ayrıca Kitap Oburlarının Tı Obur Nıvs haberlerini de soğukkanlılıkla karşıladı hehe. Takım olarak bence sevdik bu adamı.


Ben tabii durur muyum, kitabı okurken yine ilham perileri iş başındaydı kaplumbağa mumluk ve Eversea taşlarından yaptım. 
Zaten Yabancı Yayınlarının kitap ayracına aşık oldum onu söylememe bile gerek yok.

"Tanrım!" dedi sonunda, umutsuz bir ses tonuyla. Parmağıyla ikimizi göstererek devam etti, 
"İkimiz aynı odada yalnız kaldığımızda hissettiğimiz şey her neyse, sence bu normal mi? Belki senin hiçbir fikrin yok ama benim var. Bu. Pek. Olmaz. En azından bana." 
Durdu, itiraf ettikleri karşısında kendisi bile şaşırmış gibiydi. 

Kitap bünyenizde yazın ılık bir esinti etkisi yaratan bir roman. Çoğu yerde kıkırdaya kıkırdaya okuduğumu eklemek istiyorum. Hatta okurken annem telefonla konuşuyordu ve benim kıkırtılarıma "neye gülüyorsun sen?" dedi. Bayan Weaton ve Keri Ann'a gülüyorum demişim.

Yaz günü plajda kafanızı tamamen boşaltıp, size iyi vakit geçirtecek bir roman arıyorsanız doğru yerdesiniz. Kitaptan tadımlık ön okumayı ekliyorum



Bu turda bizimle olan Yabancı yayınlarına da ayrı teşekkür ederiz. 
Kitap Oburları ise bu kitabı size yazardan imzalı olarak veriyor. Açıkçası kıskandım ne yalan söyleyeyim.
Onun için yapmanız gereken şey Çekiliş sayfamıza gidip, katılmak.

İyi Okumalar

-Sycorox- 





Kirpinin Zarafeti, Muriel Barbery



Pinuccia'nın Okuma Şenliği'nde Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap listesinden üç kitap okuma kategorisi için okuduğum ilk kitap Kirpinin Zarafeti'ydi. Aslında bu kitabı Sycorox da fazlasıyla okumak istiyor, Rafların Arasından bloğu olarak en çok okumak istediğimiz kitaplardan biriydi ve piyasada bulunmaması nedeniyle bir türlü okuyamıyorduk. Bir gün kitabı ilçe halk kütüphanesine yeni gelen kitaplar arasında görünce hemen aldım ve kitabı şenlik kategorilerinden birine saydırabilip saydıramayacağıma baktığımda Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap listesinde bulunduğunu gördüm. Listeye göz atmak isteyenler şuradan listeyi inceleyebilirler: https://www.goodreads.com/list/show/952.1001_Books_You_Must_Read_Before_You_Die

Kitabı resmen çok güzel bir yemek yer gibi, çok iyi bir arkadaşımla usul usul dertleşip şakalaşır gibi, tatlı tatlı uyuşukluk yapar gibi okudum ve hiç abartmadan söyleyebilirim ki okuduğum en güzel kitaplar arasına girdi. Hatta çok ciddi anlamda kütüphaneye kitabı geri verirken zorlanacağım çünkü ilerde tekrar okumak isteyeceğimi biliyorum ve kitap piyasada bulunmuyor, çevrimiçi kitap satış sitelerinde stok dahilinde değil ve çevrimiçi satış yapan sahaflar da kitaba, bulunmadığı için 35 - 40 lira arası fiyat biçiyor. Umarım bir gün yeniden basılır, piyasada bol bol bulunur, böylece tekrar satın alıp okuyabileceğimiz hale gelir. Tabii ben de piyasada bulmanın zor olduğu bir kitap hakkında yazı yazarak ve iştahınızı kabartarak kötü bir şey yapıyorum, farkındayım ama bu kitaptan kesinlikle bahsetmem gerekiyor, o kadar çok sevdim ki kitabı, mutlaka hakkında bir şeyler yazmalıyım.

54 yaşındaki kapıcı Renee Michel, yoksul bir aileden gelmiş, başından bir evlilik geçmiş, eşini kaybettiğinden beri de birlikte çalıştıkları kapıcı dairesinde tek başına çalışmaya devam eden, kendi halinde bir kadındır. Apartmanın rutin işlerine bakar ve mesaisi bittikten sonra Lev adındaki kedisiyle birlikte kendisini dairesine kapatır, apartman sakinlerinin gözünde neredeyse görünmez olan Renee'nin, herkesten sakladığı bir sırrı vardır ki o da değme filozoflara, edebiyatçılara ve sinemacılara taş çıkaracak kadar yontulmuş, biçimlendirilmiş bir kültür düzeyine sahip olduğudur. En büyük zevki kafasının içini doldurmak olan Renee, sürekli olarak kütüphaneden ödünç aldığı kitaplar ve filmler ile hem boş vakitlerini değerlendiriyor, hem de içinde bulunduğu yaşam hakkında oldukça güzel tespitler yapıyor, klasik bestecileri, Uzakdoğu sineması yönetmenlerini, modern filozofları, Rus edebiyatçılarını seviyor ve tüm bunların sıradan bir kapıcı tarafından gerçekleştiriliyor olması nedeniyle kendini olduğundan daha değişik bir konuma koymamak için kimseye bu gizli zevkleri hakkında hiçbir ipucu vermiyor, sıradan bir kapıcı gibi yaşamayı, sahip olduğu entelektüel düzeyin kendisine bir beklenti katmamasını istiyor, bu nedenle de kapıcı dairesinde gizleniyordur.

Aynı apartmanda parlamento üyeleri, ünlü hukukçular, sosyetik aileler de yaşamaktadır ve parlamentodaki sosyalist üyelerden birinin 11 yaşındaki kızı olan Paloma Josse, içinde bulunduğu sahte, abartılı, gösterişçi ve amaçsız yaşamdan oldukça sıkılmış olup 12. yaşgününde kendini öldürmeyi planlamaktadır. Bu planını adım adım şekillendirip ölüm yöntemleri üzerine düşünürken bir yandan da son bir yılını nasıl geçirdiği hakkında iki günlük tutmaya karar verir, günlüklerden biri Paloma'nın düşüncelerini yansıtacak olan Derin Düşünce adında, diğeri de Paloma'nın gündelik hayatında yazılmaya değer olan olayların kaydını tutacak olan Dünyanın Hareketi Günlüğü adında iki döküman olacaktır. Böylelikle Paloma, kendisini intiharına yönlendiren sebepleri daha net görebileceğini düşünmekte, bir yandan da geride bırakacağı günlükler sayesinde toplumu sarsmayı planlamaktadır. İçinde bulunduğu hayatta kendi özünü korumakta zorluk çeken Paloma, büyük bir sıkışmışlık içinde, büyüdüğü zaman ailesinin hayatını sürdürmek istemeyen fakat bu sıkışmışlıktan nasıl kurtulacağını da bilemeyen bir kızcağızdır.

Renee gizli gizli zevkleriyle uğraşıp apartman içerisindeki hayatı kendi gözünden yorumlayadururken aynı çatı altında Paloma da apartmandaki hayattan kurtulmaya çalışır ve birbirlerinden tamamen habersiz olan bu ikilinin bir araya gelmesini sağlayacak ve ikisinin de hayatını tamamen değiştirecek olan kişi, dairelerden birinin sahibinin ölümü üzerine o daireye yerleşecek olan Japon beyefendi, Kakuro Ozu'dur. Kakuro Ozu, batının insanı sürekli koşuşturmaya zorlayan o modern dünyasının aksine dinginlik içinde yaşamayı öğütleyen doğu kültüründen geldiği için etrafına ve olaylara daha dikkatli bakabilecek ve hem Renee'yi, hem de Paloma'yı içinde bulundukları "görünmezlikten" kurtarabilecektir.

Romanın her şeyi çok güzel, resmen roman anlatımı, dili, felsefi altyapısı, tekniği (roman genellikle Renee'nin ağzından anlatılıyor olsa da Paloma'nın tuttuğu günlükler de kronolojik olarak bölüm bölüm, ilgili yerlerde karşımıza çıkıyor) ve hatta adıyla, her şeyiyle beni kendine sımsıkı bağlarla bağladı. Hakkında internette yapılmış bazı yorumları okuduğumda "Yazar ders notlarını bir roman haline getirip bastırmış," diyen insanları da gördüm. Muriel Barbery, romanı yazdığı sıralarda genç bir felsefe eğitmeniymiş, gerçekten zaman zaman modern felsefeyle ilgili pek çok düşünce ve bilgiye de yer vermiş romanında ama bu, romanı kesinlikle sıkıcı bir hale getirmiyor, tek bir sayfasında bile sıkılmadım, aksine sonlara yaklaştıkça yavaş yavaş kitabın bitiyor olmasından dolayı üzüldüm ki ben normalde "Kitap bitmesin diye yavaş okuyorum," diyenlerden ziyade elindeki kitap bitince bir sonraki okuyacağı kitabı düşünenlerdenim.

Uzun lafın kısası, bu blogda size bu kadar şiddetle başka bir kitabı önermemiş bile olabilirim, kesinlikle ama kesinlikle okumalısınız, dünyanın en güzel kitaplarından biri Kirpinin Zarafeti olabilir.

Bir de kitaptan uyarlanmış, Le Herisson isimli bir film de var: 



Filmi de henüz izlemedim ama izleyenlerin yorumları da oldukça güzel film hakkında. Karakterler, tam gözümde canlandırdığım gibi seçilmişler onu söyleyebilirim. Belki kitabı hiç bulamıyorsanız en azından filmle yerini doldurabilirsiniz gibi, kitaba oldukça sadık kalındığını da okudum ama tabii gönlümüz her zaman kitaptan yana.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Mim



Merhaba, sevgili Gevezekitapkurdu ve Saklamakabı blogları bizi mimlemişlerdi, çok teşekkür ederiz.

Şimdi mime geçelim, iki kişi olduğumuzdan röportaj gibi olacak eheh.


1. Ne sıklıkla kitap okuyorsunuz?

Sweet Leaf- Sürekli olarak okuduğum en az bir kitap oluyor, çoğu zaman da birkaç kitabı aynı anda okuyorum, değişik durumları saymazsak hemen hemen her gün kitap okuyorum denebilir.

Sycorox- Değişiyor. Genelde iki üç kitap birden okurum, bitince yeni kitaba geçerim. Lakin yılın bir dönemi hiç okuyasım gelmiyor o zaman öykü okumaya başladım. Böylelikle o türe acayip ısındım.

2.En sevdiğiniz yazarlar hangileri?

Sweet Leaf- Samuel Beckett, Albert Camus, Jean-Paul Sartre, Hermann Hesse, Ursula K. Le Guin, Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft, Hemingway, Gorki, Dostoyevski, Aldous Huxley, Samed Behrengi, Roald Dahl, Etgar Keret, Ferhan Şensoy ve Jane Austen diyerek kısa kessem iyi olacak yoksa akşama kadar isim sayacağım.

Sycorox- J.R.R Tolkien, Dostoyevski, Kafka, William Blake, Jane Austen, Stephen King, Yasmine Galenorn, Dan Brown, Nazım Hikmet, Barış Bıçakçı, İhsan Oktay Anar, Birhan Keskin -çok karışık oldu evet-


3. En beğendiğin kitaplar hangileri?

Sweet Leaf- Yine çok fazla cevap vereceğim bir soru daha. :)

Şöyle kısa kesmeye çalışarak birkaçını söyleyeyim: Arthur C. Clarke - Bir Uzay Efsanesi, Sartre - Bulantı ve Uyanış, Ferhan Şensoy - Karagöz ile Boşverin Beni, Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Elias Canetti - Körleşme, Kazuo Ishiguro - Beni Asla Bırakma, Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi, Oğuz Atay - Tutunamayanlar, Ayn Rand - Hayatın Kaynağı, Betty Smith - Bir Genç Kız Yetişiyor, Salinger - Çavdar Tarlasında Çocuklar, Vasconcelos - Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım ve Delifişek, Ursula K. Le Guin - Mülksüzler, Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu, Nabokov - Lolita, Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna, Samed Behrengi - Küçük Kara Balık, Ulduz ve Kargalar, Ulduz ve Konuşan Bebek, Antoine de Saint-Exupery - Küçük Prens, Lewis Carroll - Alice Harikalar Diyarında, Carlo Collodi - Pinokyo, Louisa May Alcott - Küçük Kadınlar, Rıfat Ilgaz - Hababam Sınıfı (tüm oyunları ve romanıyla birlikte) ve Mary Shelley - Frankenstein ile Bram Stoker - Dracula'yı da sayarak bitirmezsem daha satırlarca kitap adı yazacağım.

Sycorox- Son zamanlarda okuduklarımın çoğunu çok beğendim. En sevdiğim kitaplar diye genelleyince aklıma gelmiyor tabii çok var.

Mesela William Blake'in Cennet ve Cehennem'in Evliliği dönüp dönüp okuyacağım kitaplardan, Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıkları Müellifi eskittiğim, defalarca okuduğum ve baş karakter Cemil ile bir gün Ankara'da karşılaşacağıma, bir çay içip kitaplardan konuşacağımıza (onun benim bazı okuduklarımı beğenmeyip muhtemelen tavsiye üstüne tavsiye vereceğine) inandığım bir kitap.

İhsan Oktay Anar ile mesela çok geç tanıştım Puslu Kıtalar Atlası o kadar benlik bir kitapmış ki, keşke daha erken okusaydım dedim.

Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı çoğu kişiye ceza gibi gelirken benim bir dönem en sevdiğim dönüp dönüp okuduğum kitaptı. Beyaz Geceler'i de öyle.

Tabii doğal olarak Yüzüklerin Efendisi üçlemesi de öyle.

4. Yerli Yabancı hangi yazarları tercih edersin?

Sweet Leaf- Başka bir soruda en beğendiğimiz yazarları yazmışız zaten.

Sycorox- Bknz. 2. soru

5. Bu güne kadar en beğendiğin kitap serisi?

Sweet Leaf- Pıtırcık serisi, Şeker Portakalı ve devam kitapları, Açlık Oyunları serisi, Behrengi'nin Ulduz serisi, Dune serisi, Özgürlüğün Yolları serisi (Sartre'ın Uyanış, Bekleyiş ve Tükeniş olarak çevrilen üçlemesi kimi yayınevlerinde başka başka adlarla çevrilmiş, Hürriyetin Yolları serisi olarak da biliniyor.)

Sycorox- Yüzüklerin Efendisi, Robert Langdon serisi, Ayın Kızkardeşleri serisi, Mercy Thompson serisi, Gece Avcısı, Angelogy

6. Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?

Sweet Leaf- Kendimi cidden çok seçici bir okur olarak görmüyorum, çok değişik türlerde kitapları severek okuyorum ama sanırım en çok gerçekçi romanları okumaktan zevk alıyorum, özellikle varoluşçu yazarların romanlarını daha severek okuyorum gibi geliyor ama bilim kurgudan da, fantastik edebiyattan da, korku edebiyatından da, öykülerden de çok hoşlanıyorum.

Sycorox- Fantastik, Epik Fantastik, Urban Fantasy (bunun tam karşılığını bilmiyorum, yani kadın karakterin baskın olduğu tür) Tarihi, İçinde sanat tarihinin olduğu her şey

7. En son hangi kitabı okudun?

Sweet Leaf- En son Philip K. Dick romanı Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?'yi bitirdim.

Sycorox- Schopenhauer / Hayatın Anlamı

8.Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?

Sweet Leaf- Kitap bloglarını okumayı çok seviyorum ama Sycorox'un da söylediği gibi bana da çoğu kitap bloğu aynı geliyor. Ya kitap blogları arasında bir moda oluyor ve çoğu kitap bloğu yazarı aynı kitabı okuyor, ya da kitap bloğu olarak başlayan bloglar daha sonra kırtasiye bloğuna dönüşüyor, sanırım belki de ben çok fazla kitap bloğu bilmiyorum ama bildiklerimi de pek yeterli bulmuyorum.

Sycorox-
Yeterli değil. Bana son zamanlarda kitap blogları hep aynı gelmeye başladı. Yeni çıkan kitaplar bloglarda ama değişik bir keşif yapmayı istesek çok az blogda yorum görebiliyoruz. Eski kitapları okuyanlar zaten azınlıkta. Değişik türlerde görmek de zor. Onun için eşitlilik olmasını çok istiyorum.

9. Kitap okumak senin için ne ifade ediyor?

Sweet Leaf- Açıkçası hala bir akıllı telefon sahibi olmayan biri olarak benim için hala en etkili vakit geçirme yöntemlerinden biri. Çok küçük yaşlarda okumayı öğrendiğim ve kendimi bildim bileli kitap okuma alışkanlığım olduğu için o an okuduğum bir kitap bulunmuyorsa kendimi rahatsız hissediyorum, bir yere biriyle buluşmaya giderken karşımdaki kişi geç kalacak diye her ihtimale karşı yanımda bir kitap götürüyorum, bir yerde beklemem gerekiyorsa kitap okuyorum, okumak istediğim kitapları listeliyorum, elimdeki kitaplar bitince bir sonra başlayacağım kitapları planlıyorum, hangi kitaplar hakkında ne düşüneceğimi aşağı yukarı kestirebiliyorum... Fakat kitap okumak bana şunları da ifade etmiyor, kitap okuma alışkanlığı olmayan insanlara faşistçe davranmıyorum, arkadaşlarımı kitap okuma alışkanlıklarına göre seçmiyor, kitap okuma alışkanlığımı ve özellikle hangi kitapları okuduğumu sürekli başkalarının gözüne sokmuyor, göndermeli satırların fotoğraflarını çekmek için kitap okumuyor ya da kitapları ve yazarları metalaştırmıyorum, bunlar aksine edebiyat sevgisinin içini en azından kendi adıma boşaltmamak için kaçındığım davranışlar, hahah hatta Sycorox'un cevabını okumadan önce soruya ben de onun gibi bir de "benim için ne ifade etmiyor" açısından bakmışım ve hemen hemen aynı şeyleri söylemişiz, şu an ağzım kulaklarıma vardı. Uzun lafın kısası kitap okumak benim için bir ihtiyaç gibi ve kitap okuma alışkanlığım olmasaydı pek çok zaman, pek çok yerde sıkıntıdan patlardım.

Sycorox- Benim için normal bir şey. Yemek yemek, su içmek gibi. Lakin bunun üstüne anlamlar yüklemenin de gereksiz olduğunu düşünüyorum. Nasıl su içmenin üzerine su içenle evlenilir gibi bir anlam yüklemiyorsak, kitap okuyan insana da aynı gözle bakmak gerek -özellikle son zamanlarda kadının üstünde meta olarak kullanması sinirimi bozmaya başladı- Kitap okumak insanın kendine kattığıdır, kalkıp ben kitap okuyorum diye kibirlenmenin de bir anlamı yok.

Bizi mimlediğiniz için teşekkür eder ve bu mimi yapmak isteyen herkese yollarız


- Sweet Leaf, Sycorox -





7 Ağustos 2014 Perşembe

Bir Garip Aşk Öyküsü, Carl-Johan Vallgren


Kapak resmi, Goya'nın bir tablosu olan kitabı yine sadece Metis Yayınları'nın basmış olmasına güvenerek ve Pinuccia'nın Okuma Şenliği'nde bir aşk romanı okuma kategorisine uyduracak kitabım olmadığı için kütüphaneden, hakkında hiçbir şey bilmeden, ismine ve kapağına bakarak alıvermiştim. Metis sağ olsun yine beni hayal kırıklığına uğratmadı.

Metis Yayınları'nın daha önce de bir Norveçli yazar - müzisyen olan Ketil Björnstad'ın Müzik Uğruna ve Düşüş'ünü basmasıyla birlikte Müzik Uğruna'yı okurken bir de muhteşem bir müzisyen keşfetmiş bulunmuştum, bu yüzden kitapların yazarla ilgili bilgilerinin bulunduğu sayfayı atlamamak gerekiyor, her yazarın, yazarlık yapmaya başlamadan önce uğraştığı mesleğini öğrenmekten çok büyük zevk alıyorum. İskandinav ülkelerinden sesini duyuran yazar - müzisyenler de Metis Yayınları'nın ilgisini çekiyor olsa gerek (iyi de oluyor!) ve İsveçli Carl-Johan Vallgren de müzisyen olarak da çok başarılı bir yazar, mutlaka albümlerine de göz atın derim.

Bir Garip Aşk Öyküsü, başrolünde bir ucubeyi barındırması, genelevlerin mekan olarak kullanılması, toplumdan dışlanmışlığın içinde büyüyen sapkın bir aşktan bahsetmesi yönlerinden hem Patrick Süskind'in Koku'suna, hem de Michel del Castillo'nun Gitar'ına benziyor fakat aşk kavramına ikisinden de daha çok eğiliyor. Bir genelevde dünyaya gelen, kolları işlevsiz, sırtı yoğun ve sert kıllarla kaplı, dudağında büyük bir yarık bulunan, çatal dilli, kör ve sağır bir bebek, çevresinde "Şeytanın Oğlu" olarak bilinecek, doğumu, annesinin ölümüne neden olduğundan, aynı gün, aynı genelevde doğum yapan başka bir kadın tarafından yetiştirilecektir. Üstelik aynı gün dünyaya gelen diğer bebek de güzeller güzeli, bir bakanın bir daha bakmaya kıyamadığı bir kız çocuğudur. Neredeyse kardeş gibi yetişen iki bebeğin, daha bebekken bile birbirlerine çok güçlü bağlarla bağlı oldukları bellidir. Fakat zaman ilerleyip de oğlan, çirkinliği nedeniyle genelevdeki işleri aksattığı gerekçesiyle ortalarda gezinmekten mahrum bırakılıp da kız da güzelliğine güzellik katarak serpilip henüz erginlik çağında bile pek çok müşteriyi sıraya sokmaya başladıkça ikilinin aşkı zor bir yola girecektir. Bu arada kör ve sağır olmasına rağmen telepat özellikleri gösteren oğlan, doğaüstü yetenekleriyle de çevresindekilere ne olduğunu anlamadıkları deneyimler yaşatmaktadır.

Gerçekten adından da anlaşılacağı gibi çok garip bir aşk öyküsü olan roman, sürükleyici diliyle ve beklenmedik hikayesiyle oldukça ilgi çekiyor. Yazarın albümlerine de mutlaka göz atmanızı bir kez daha rica edeceğim, oldukça kendine özgü bir tarzı olan Carl-Johan Vallgren, hem melankoliyi, hem de mizahı aynı potada o kadar güzel eritiyor ki, hem müzik tarzı ve yazın tarzı birbirini tamamlıyor, hem de okuyan ve dinleyenin ufkunda yeni çığırlar açıyor.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Üç Kadın, Sylvia Plath


Pinuccia'nın Okuma Şenliği'nin şiir kitabı okuma kategorisine dahil etmek için okuduğum Üç Kadın, aslında Sylvia Plath tarafından, radyo oyunu olmak üzere yazılmaya başlanmış bir öykü. Daha sonra bir oyun için nispeten kısa haliyle noktalanan Üç Kadın, Ted Hughes tarafından Sylvia Plath'in toparlanan işleri ile birlikte basılmış, Türkçe baskısı da Artshop Yayıncılık'tan Gürkal Aylan çevirisiyle bizlerle buluşmuş. Çeviriyi oldukça beğenmekle birlikte yine de bir ara yabancı dildeki haliyle de okumayı düşündüm, sonuçta çeviri şiir olduğundan bir de öyle göz atmak güzel olacaktır.

Üç Kadın, bir doğumhanede geçiyor, üç farklı kadının doğumla, yaşamla, erkeklerle, kadınlıkla ilgili düşüncelerinden oluşuyor. Üç farklı bakış açısıyla, istenmeyen gebelik, düşük nedeniyle gerçekleşemeyen annelik, evlatlık gibi kavramlar inceleniyor ve Sylvia Plath'in zarafeti, en sert konulardaki bakış açılarını bile yumuşatıp insanlaştırıyor. Sylvia Plath'i seviyorsanız mutlaka Üç Kadın'ı da okuyun derim.

Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz | Melisa Kesmez

"Korkarım biz de herkes gibi birbirimizin hayatından bir tuhaflık olarak geçip gideceğiz"

Kitap: Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz
Yazar: Melisa Kesmez
Yayıncı: Sel Yayıncılık
Tür: Öykü
Sayfa Sayısı: 138
Basım Yılı: Ocak 2014
Puanım: 4


Cesaretimiz var mı her şeyi bir anda öylece bırakıp gitmeye? İnsan her nereye giderse gitsin kendini de beraberinde götürmez mi? Varlığından güç aldığımız arkadaşlar ne zaman yük haline geldi? Hepimiz başarılı olmak zorunda mıyız bu hayatta? Her seferinde duvara tosladığımız halde hâlâ yeni ilişkiler kurmaya, var olanı kurtarmaya çalışmak hayal kırıklıklarına bağımlı hale gelmemizle açıklanabilir mi? Melisa Kesmez, heyecanlı ve mütevazı sesinin her satırda hissedildiği kısa öykülerinde soruları müzikle, dramla, şiirle yoğuruyor, cevapları ise nüktedanlığı da elden bırakmayarak veriyor.

 “Aklımızın devre dışı, sadece kalbimizin olduğu” yeniyetmelikten zaman mefhumunun olmadığı balık krakerli ve kaygısız çocukluk yıllarına, yüzyıllık dostla oturulan öğle rakısından patrona son çare olarak yazılan istifa maillerine, sevdiğimiz “o” olmayı çoktan bırakmış uzatmalı evliliklerden gel demese de gittiğimiz, gitmek istediğimiz sevgililere, eski sevgililere, aileye, aldatmalara, aldatılmalara; üzerimize haddinden fazla gelen ancak bir türlü vazgeçemediğimiz “modern dünyamızın” tüm inceliklerine dokunuyor, yalın ama coşkulu, naif ama kararlı, fısıldıyor kulaklara: Atları Bağlayın, Geceyi Burada Geçireceğiz.

Yine beni benden alan güzel bir öykü kitabı. Yazarlar bu türü bana sevdirmekte ısrarlı.

Melisa Kesmez'i twitter'dan takip ediyordum. Kitap eleştirileri, yazıları sağlam olduğu için çıkardığı kitabını çok merak ettim. Tabii ismi merakımı arttıran en önemli etkendi.

Kitap yirmibeş öyküden oluşuyor. Her öyküde bir şey dokunuyor. Balık Kraker'de ebeveynleri yeni ayrılmış, eskiden anne kokan eve gidip, babaevi olduğunu gören çocukların dünyasına giriyoruz. Balık kraker ve fanta başrolde. Herıld yaniler çalınıyor kulağımıza.

Sonra her şeyi bırakıp, başını alıp gidenler, aşık olup söyleyemeyenler, dostlar, anne ve kızlar, eski sevgililer, halaya yarenlik eden yeğenler, travestiler, kısacası her tipte kadın ve insan ilişkileri.

Dedim ki: "Kalbinin bir ucunu bir başkasınınkine teyellemek istiyor insan. Hepsi hepsi bu." 
Dedi ki: "Yaşlanıyorsun." 

Öyküler öyle yalın, sade bir dille yazılmış ki, kitabın en güzel yanı zaten o.

Sizde benim gibi Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıklarının Müellifi'ne sürekli dönüp Cemil'i ziyaret edenlerdenseniz şayet kitapta bir öyküde yazar size sürpriz yapıyor.

Ve Gezi.

Gezi'de hayatlarımız büyük bir kırılma yaşadı. Katılan, katılmayan herkesin hayatında bir değişiklik oldu.
Ve edebiyatta da kendini gösterdi. Birçok öykü yazıldı, kitaplara konu oldu. Lakin bu öyle hassas bir konu ki, nasıl yazarsanız yazın eğreti durma olasılığını göze almanız gerekiyor. Yazarların bu konuyla ilgili süslü anlatımlarından hoşlanmıyorum. Sanki o şekilde bozuyorlarmış gibi geliyor.

 Kitaptaki "O Yaz" öyküsünde Gezi'ye değinmiş Melisa Kesmez. Lakin şimdiye kadar okuduğum, en sade, abartmadan, olaya değinen öyküydü. Çok beğendim. Bu kadar önemli bir konuyu, ustalıkla anlatmasına hayran kaldım.



En favori öyküm diye bir şey olmadı, hepsinden bir parça şey yakaladım. O kadar güzel geldi ki, kıvrıldım bir köşeye, balık krakerimi aldım, kendimi kitabın huzuruna bıraktım. Yukarıdaki fotoğrafı çekip instagrama atınca, yazar o kadar ince bir şekilde kendi sosyal mecralarında "kitabın gördüğüm en tatlı fotoğrafı" diye paylaştı. O kadar mutlu oldum ki, gerçekten böyle samimi, bizden yazarları görmek iyi geliyor.

Yorumumu bitirirken, hepimizin son zamanlarda yaşadığımız ruh durumundan bir alıntı ile baş başa bırakayım;

"Hayat dar alanda o kadar çekilmez bir yer değil diye geçiriyorum içimden. Televizyon açmadıkça, gazete okumadıkça, o kadar tatsız bir yer değil. Kapı çalıyor, bakkalın çırağı gazeteye sardığı şişeyi uzatıyor. Gazetede bir habere takılıyor gözüm, bir foku domuz kurşunuyla vurmuşlar dün.
 Gazete, otopsi için morga kaldırıldığını söylüyor"


İyi okumalar
-Sycorox-


Related Posts with Thumbnails