29 Kasım 2012 Perşembe

Uzayın Sınırları, İsaac Asimov



Usta bilim-kurgu yazarı ve aynı zamanda bilim insanı olan Asimov'un gazetelerde yayınlanan makalelerinden seçmelerinin toplandığı kitabı. Kitap İnkılap yayınlarının bestseller'larından biri olmuştur.

Asimov, öncelikle insanın geçmişini sorguluyor ve bilim ışığında bizleri evrimimizin ilk günlerine götürüyor.Daha sonra teknoloji ve bilimin geldiği son noktaları aktarıp bizi uzaklara simsiyah denizlere taşıyor. Son sınırda, bugüne kadar edinilen bilgileri paylaşıyor.Tartışmalı konulara açıklama getiriyor ve uyarılarda bulunuyor.

Daha 88'de küresel ısınma, ozondaki delik gibi ciddi küresel sorunların aşılması için insanlığı kibar biçimde uyaran yazar aynı zamanda Sovyet ve Amerikan rekabetinin sona ermesi gerektiğini savunuyor. Uzlaşmaları tarafsız bir konuda yapmanın önemine parmak basıyor. "Eğer bilim adına hep beraber çalışırsak farklılıklar o kadar da önemli olmayacaktır" çıkarımını yapan yazar, Ay ve Mars'taki kolonilerden ve bunların tıpkı Antarktika gibi serbest bilimin icra edileceği vahalar olacağından da bahsediyor.

İnsanların gözünü korkutan konuları, lisede öğrendiğimiz temel bilgilerin dışına çıkmadan kuram ve isimlerle bulandırmadan anlaşılır ve sohbet tarzındaki üslubu ile rahatça aktarıyor. Şaşkınlık uyandırıcı gelişme ve hiç duymadığımız konulardan bahsederken bile akıcılığını kaybetmiyor. Meraklı bir yapınız varsa yeni bir başucu kitabı buldunuz diyebilirim. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

25 Kasım 2012 Pazar

İnsanı Tanıma Sanatı, Alfred Adler



Viyana Ekolünün 3 büyüklerinden ( Freud, Jung, Adler) psikolog Adler'in konferanslarda sunduğu makalelerinin toplandığı kitabı. Kitap 1924'de yayınlanmıştır.

Adler, daha çok aşağılık kompleksi, telafi mekanizmaları, aşırı telafi ve gizli karşıtlar üzerinden çalışmalarını yürüten bir psikologtur. Bu kitabında da daha çok bu kuramlarının üzerinden insan ve toplum ilişkilerini tanımlama çalıştığını görüyoruz.

Adler, sosyal darwinist bir yaklaşımla her davranış, kalıp ve algıyı, yetersizlik - yeterlilik üzerinden yargılıyor. Her davranışın esasen karşıt anlamını içerdiğini  ifade eden psikolog, kendini beğenmişliğin aslında kişinin kendine duyduğu nefretin aşırı telafisi olduğunu söylüyor. Ruhsal organ? ( Psyche / çevri hatası ) ın kişide doğuştan bulunmadığına toplumsal kalıp,algı,etkileşim ve ifadelerle oluştuğunu savunan Adler, psikopatinin kalıtımsal yönünü yadsıyor. Adler'in toplumsal açıdan bütünleştirici görülen çabaları ve kurduğu "bireysel psikoloji ekolü", fizyolojik kökenler ve nedenlerin üzerinden durmayı reddettiği için ayrılıkçı bir görüş olarak kalmakta. Freud'un yıllarını verdiği rüya yorumlama tekniklerini benimsemeyen Adler, terapi ve sağaltım sürecindede sadece gizli karşıtlık ( karşıt anlamlılık) üzerinde durmuş. Fobi ve nevroz ayrımlarını yapmayan Adler için paranoya ve agorofobi aynı şey... Çocuk eğitimi ve aile ilişkileri kısmında, kadının ev ve toplumdaki yerini savunuyor ancak, Viktoryen çağrışımları geride bırakmış değil: Alt metinde şovenistlik okunuyor. Ancak çağının görüşlerinin dışına taşamamış olması, en önemli kuramcılardan biri olduğu gerçeğini değiştirmemekte.

Eser, çeviri hataları ve kelimesi kelimesine çeviriden dolayı zarar görmüş, konuya aşina kişilerin canını sıkacaktır. Aynı zamanda hala 4 fizyolojik kalıp üzerinden karakter analizi yapılması da garip gelebilir. Kitap ancak psikolojiye giriş için iyi bir kaynak olabilir. Bunun dışında bir artısına ne yazık ki rastlamadım. Daniel Goleman'ın kitapları daha rahat okunduğu daha güncel olduğu için, onları öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim.

23 Kasım 2012 Cuma

Aksın Gözyaşlarım Dedi Polis, Philip K. Dick



Jason Taverner, ünlü bir şarkıcı ve Tv şovu sunucusudur. 30 milyon insanın hayran olduğu bir fenomen, aynı zamanda  elitist bir genetik mühendisliği ürünüdür. "Altılar" diye bilinen bu üstün insanlardan olan Taverner'in dokunulmazlığı eski flörtlerinden birinin intikam almasıyla kalkar. Başka bir gerçekliğe uyanan şovmen gene aynı polis devletindedir, zaman kayması da yoktur... Ama kimliksizdir, hiç doğmamış hiç işlenmemiştir. Artık dokunulmaz değildir, ünlü değildir. O hiç kimsedir, artık sıradandır: Herhangi bir muhbirin polislere satacağı isimsiz bir kanun kaçağı...Kendi gerçekliğine,ününe ve hayatına kavuşabilecek midir?

Ustanın kurduğu dünyada ırkçı, baskıcı bir düzen hüküm sürmektedir. Öğrenci ve öğretmenler üniversitelerde karantina altına alınmış, bodrumlarda kurdukları kibubtz'larda hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. Polis devleti temellerini bürokrasiyle sağlamlaştırmış, medya desteğiyle güçlendirmiş ve mahremiyete her an tecavüzle perçinlemiştir. Burası öyle bir dünya ki, kimliksiz olmak zorunlu-işçi-kamplarına tek seferlik bilet anlamına geliyor. Paranoyak ve güven yoksunu ortam, muhbir kaynayan sokaklarla pekişiyor. Benjamin Franklin göndermesiyle pekiştirilen tersine bir toplum mühendisliğinin ürünü olan bu dünya, dehşet verici bir distopya.

Ana karakter, hedonist, bencil, ırkçı, hırslı ve sadakatsiz bir adam. Spot ışıklarının altına dönmek dışında bir gayesi yok. Bu herkesin birbirini kullandığı dünyada o sıradan bir adam, herkes gibi kullanıyor ve kullanılıyor. Elitizmi ve şöhret imalarını bu karakter üzerinden eleştiren yazar, polisleri, "sistemin koruyucularını" da boş bırakmıyor. Takım elbiseli avcı-katiller değil onlar, her insan gibi günah ve sırları var...Polisler bile bilinçaltlarında sistemi desteklemiyorlar. Nostaljik hobilere sahip olan karakterler, geçmişe özlemin elit kimselerin tekelinde olduğu çıkarımıyla desteklenirken sisteme karşı duruş iması da taşıyor. Polislerde medyayı ustaca kullanıyorlar; aslında kaçan da kovalayan da şov dünyasına ait. Her iktidarın ıslak rüyası olan "ölüm-şalterleri" ( kill-switch) 'e sahip olan polislerden kaçış yok burada.

Dünyanın dayattığı yalnızlık ve güvensizliğe kalkan olsun diye üretilen küçük telepat oyuncaklar, çoğu zaman insanlardan daha dürüstler. Tıp tarihinin en ilginç vakalarına el atmaya devam eden yazar, nörofizyolojik bozukluğu, psikoz ve nevrozları yetkin bir şekilde kullanmış. Kaçan ve koyavlayan arasındaki dansı güzel aktaran yazar, geçişleri düalist bir dengede vermiş okurlara. Empati ve sempati gibi kavramları bulundurmayan karaktere, bu kavramlara en uzak kişiler yardım etmeye çalışıyor ( tıbbi iktidar olarak aldım yergiyi ) Sübyancılık, homoseksüellik, ensest, psikozlar, sanal seks, cinsel esaret gibi çok cesur motifler ören usta, çok güzel bir esrar halüsinasyon senkronu kurgulamış. Freudyen sürçmeleri kıvrak kullanmış ve kelime oyunlarıyla oyulmuş zekice bir kara mizah katmış kitabına.Karakterlerini samimi ve yersiz itiraflarla detaylandırmış, çok güçlü tasvir, çıkarım ve fikirlerle pekiştirmiş.

Ustanın en güçlü eserlerinden biri olan bu kitabı türün ve yazarın tüm hayranlarına, ve yeni şeyler okumak isteyen herkese gönül rahatlığıyla öneriyorum. keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere..


21 Kasım 2012 Çarşamba

Hayat, Evren Ve Herşey, Douglas Adams



Sürekli evreni ( gönülsüz de olsa ) kurtaran kahramanlarımız, çok uç bir ihtimalsizlik sebebiyle birbirlerinden ayrı düşer. Arthur ve Ford, tarih öncesi Yerküre'de mahsur kalırlar. Büyük bir ihtimalsizlik sayesinde bu kısa ve eğitici tatili yarıda kesen kahramanlarımız, evreni yok etmeyi saplantı haline getirmiş bir ırkla uğraşmak zorunda kalacak, Evrenin anahtarlarının çalınmasını önlemeye çalışacaklardır. Arada kriket de izleyeceklerdir...

Adams güldürü şöleninin bu bölümünde komployu derinleştirirken bilim kurgu klişelerini gene eğlenceli ve esprili bir şekilde aktarmayı sürdürüyor. Ayrımcılık ve ırkçılıkla feci dalga geçen Adams, sıradan, sakin, kendi halinde bir gezegeni kana susamış neonazilere dönüştürürken tezatın gücünü sergiliyor. Savaşın teknolojik ilerlemenin ardındaki itici güç olmasını eleştiren yazar, reenkarnasyonun zararlarından da bahsetmeyi unutmamış. Philip K. Dick'e atıfta bulunan Adams, dalga geçtiği meslek grupları ve kurumlara yenilerini de eklemiş: Yargıçlar, halı temizleme şirketleri vs...

Akıcı dili ve eğlendirici kurgusuyla keyifle okunan bu kitap neler içeriyor? Ebedi- Dumurauğratıcı, uçma sanatı, zürafanın evriminin ardındaki gizem, Başkasının Sorunu Alanı, Rehber'in Kuruluşu, çok da zeki olmayan yıldırım tanrıları, arada sırada tatile çıkan yerçekimi, Kaliteli Aldebaran şarapları... ve niceleri sizi bu güldürü şöleninde bekliyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.




20 Kasım 2012 Salı

Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, Ursula K. Le Guin



Guin'in eleştiri ve irdelemelerinin yer aldığı kitabı. Ünlü yazar, Batı toplumunun okuyucu modellerini irdeleyerek başlıyor eleştirmeye. Bize diyor ki: " Yaratıcı kişi, hayatta kalmış olan çocuktur." Nasıl hayatta kalmış? Ne derdi var ki modern insanın? Sahte gerçekliklerle kendi doğası ve arzularına, hayalgücüne aç bırakılmış olmasının telafisi var sonuçta: Yarışma programları var, mısır gevrekleri kutusu reklamları, sonra bestseller'lar var. Para ve başarı üzerinden yürüyen hayatlara dokunabilen tek edebiyat kırıntısı bu.

Yazar hayalin iç benliğin dili olduğu söyledikten sonra, Tolkien'in " basitleştirmeci" tavrını eleştiren kişilere, Taoizm ve Jung ekolü üzerinden saldırıyor,can yakıyor. Kelimelerle müzik yapmanın önemine değiniyor. Eril şiiri yeriyor ve alternatifler sunuyor, sözlü metinlerin önemine parmak basıyor. Yazarın okurla ilişkisini, hikayelerin oluşum ve gelişim süreçlerini, önemli öğelerini paylaşıyor. Tecrübelerini sunmuş ve öğüt vermiş, azarlamış ve kimi yerde şefkatle uyarmış genç yazarları. modern çağın ezdiği bireyselliği ve öznelliği aramış yazınlarda. Mit ve simge kullanım alanlarından bahsetmiş. Simge arayışının edebi zevki baltaladığına, gösterişçi yazının ruhsuzluğuna çatmış. Yazarın bilinç ve bilinçdışı arasında bir aracı olduğunu belirtmiş, Sansür ve piyasa kaygılarına değinmiş. Amerikan bilim kurgusunu yermiş, yerinde ve düzgün eleştirilere; eleştirmen ve ciddi okurlara olan ihtiyaçtan bahsetmiş.

Kadının hem toplumdaki yerini ( yazar olarak ) hem de metinlerdeki,romanlardaki karakterler olarak irdeleyen yazar bize farklı bir tarih sunmuş. Tarihin bile fallik öğelerle eril-toplum ve tarihçiler tarafından çarpıtıldığını açıklamış alıntılarıyla: Kalın ve etkileyici sopalar,keskin dehşet verici mızraklar gibi fallik çağrışımlara sahip öğelerden önce toplanan yiyeceklerin taşınması gereken uydurulan nesnelerin önemine dikkat çekmiş. "Doğurursan yaratamazsın ( yazamazsın ) veya tam  tersi..." mitosuna saldırmış, kıymık kıymık doğramış Guin. Kadının fizyolojik evrimini menopozla tamamladıktan sonra, kendine gebe kalması gerektiğini savunmuş. Kocakarıların ima ve önemine parmak basmış.

Eleştirel edebiyatı, çocuk raflarından modern edebiyat raflarına çıkmasının, fantezinin ve bilim kurguya olan algının değişmesinin nedenlerinden biri olan bu bilge kocakarı çok konuşmuş, güzel konuşmuş. Ustanın sırlarını kapıp kulağınıza küpe edebileceğiniz bu güzel kitabı, TÜM KADINLARA öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Erkeği insan, kadını öteki kabul eden kültür, kadını sanatçı olarak kabul edemez." Ursula K. Le Guin

19 Kasım 2012 Pazartesi

Evrenin Sonundaki Restoran, Douglas Adams



Nihai sorunun cevabını bulmak için dizayn edilmiş devasa organik bir bilgisayar olan Yerküre'nin kestirme yol  yapmak amacıyla yıkılmasından sonra, bu küçük ve önemsiz gezegen üzerinde yaşayan maymunsulardan sadece iki tanesi hayatta kalmıştır: Arthur Dent ve Trillan. Nihai cevabın peşinde koşmamaya çabalayan ama bu konuda pek söz hakkı tanınmayan Altınkalp tayfasına dahil olan maymunsular, Galaksi başkanı Zaphod, kuzeni Ford ve depresif robot Marvin'le beraber birbirinden ilginç belalara bulaşacaklardır...Peşlerinden gelen Vogon inşaat filosu ise yıktıkları gezegenden geriye görgü tanığı kalmaması konusunda takıntılı olduklarından kahramanlarımızı takip etmektedirler.Hikaye pek karıştı,belki bir mola verip evrenin sonundaki restoranda bir şeyler yemeliyiz?

Güldürü yuvasının ikinci kitabında Adams, bürokrasi, psikiyatri, medya, teknik servisler, havayolu şirketleriyle dalga geçerken bilim kurgunun en sık kullanılan kavramlarını da esprili bir dilde kurgusuna dahil etmiş. Felaket tellalarını yeren, İsa'nın ikinci gelişiyle feci dalga geçen Adams, züppe ve elitistlere de sataşmayı unutmamış. Kurgu gittikçe dallanıp budaklanırken eğlenceli geçişler ve zekice çıkarımlarla süslenmiş hikaye, doğaya karşı acımasız davranışlarımızı da eleştirmiş. Komplo derinleşirken, politikacılarda Adams'ın elinden kaçmamış. 

Akıcı ve sürükleyici dili, tebessümle okutan ritmiyle elinize yapışıyor bu kitap. Tüm evreni yöneten güç odakları nerede? Gölgeler ardından işlerini gören bu kişiler kim? Arthur nihai sorunun cevabını bulabilecek mi? Zaphod'u kim lobotomi etti? Bir fincan çay yapmak ne kadar zor olabilir ki? Konudan saptım afedersiniz.... Şimdi birikimlerimizi yatırsak evrenin sonuna kadar faizden ne kazanırız? Evrenin sonundaki restoranda vejetaryen menüsü yok mu?

Bu kitapta neler var? Bir bakalım... Kahin ve varoluşçu asansörler, Ayakkabı Olay Sınırı, boşanmaya giden bir ruh-beden evliği, Total Perspektif Girdabı, ceket cebine sığan uzay gemileri, Zaman Yolcusu İçin 1001 Kip Çekimi El Kitabı, yıldız sörfçüleri, merhum galaktik rock yıldızları, Cinen-toniksler, Scrabble oynamaya çalışan mağara adamları, Evrenin sonunu izleyebileceğiniz  lüks restoranlar... ve niceleri. Kahkaha tufanına kaldığı yerden devam etmek isteyen herkesi bekleriz, Milliways'de  masalar rezervedir, kitabı gösterip girebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


17 Kasım 2012 Cumartesi

Otostopçunun Galaksi Rehberi, Douglas Adams



Richard Dawkins'in "Tanrı Yanılgısı" adlı kitabını ithaf ettiği dostu, Douglas Adams'ın kült eserini tanıtmaya çalışacağım. Dr. Who adlı ünlü dizide editör olarak çalışan yazar bilim kurgu ve mizahı harmanlayacak eğlenceli bir eser yaratmak amacıyla kolları sıvamış, öncelikle BBC radyo oyunu olarak geliştirdiği eserini daha sonra kitaba dönüştürmüştür. Giriş yazınında fikrin nasıl geliştiğini bize esprili bir dille anlatan yazar, sağolsun gezegenden ayrılmak için yapmamız gereken şeyleri ve NASA'nın telefon numarasını da bize vermiştir.

Arthur Dent, akşamdan kalma olarak uyanır. Sıradan bir perşembe sabahıdır onun için bu. Evini yıkmak için bekleyen buldozerleri fark eden Dent, her mantıklı insan gibi buldozerlerin yolu üzerine çamura uzanır. Onu çiğneyip evini yıkamazlar sonuçta. Bu sıradan sabahta ( haber verilmediği için ) itiraz etmediği imar planları yüzünden evinin yıkılması can sıkıcı bir durumdur. Gezegeninin de hiperuzay otobanı inşası için yıkılacağını öğrendiğinde Murphy'nin yardımcı pilot koltuğunda oturduğu komik macerası yeni başlamaktadır. Sağolsun uzaylı arkadaşı Ford Prefect, otostop çekerek onu nihai yıkımdan kurtarır. Ardından gelecekler ise şu ana kadar olanlar kadar mantık dışı ve komiktir...

Kitap tam bir kahkaha yuvası. Yanlışlıklar komedisi ve tezatla harmanlanmış mizah, kara mizahtan ince çizgilerle ayrılıyor ve yazarın göndermeleri arasında okuyucuyu samimi diliyle gülümsetiyor.Tatlı kurgu oyunları nda, K. Dick'in akıl oyunlarının mizahi versiyonları, Asimov'un mantık düellolarının tezatlarını kullanan yazar, kimi zaman mantığı tatile çıkarıyor ve güldürüyor. Belli akım,kurum ve görüşleri esprili bir dille yeren kitap akıcı ve eğlenceli bir okuma sunuyor. Neden kült olduğunu her sayfasında kanıtlıyor.Yazıldığı yıllarda hakkında çok az şey bilinen kuram ve motifleri başarılı kullanması da cabası.

Kitapta neler mi var? Saniyenin hiçtebirinde oluşan gerçeklik yırtıkları, akşamdan kalma olay ufukları, balık fırtınaları, koşan dev bisküviler, dijital saatler, ihtimalsizlik motorları, evrensel çevirmen Babil balıkları, evrimin yarı yolda bıraktığı şiirle işkence üstadı Vogonlar, havlu taşımanın önemi, petunyalar ve ispermeçet balinaları, filozofları işlerinden eden mega-bilgisayarlar, Klinik seviyede manik depresif robot Marvin, Pan Galaktik Gargara Bombası... ve daha niceleri sizi güldürmek için bekliyor. Bir kült, bir okuma ve güldürü şöleni, en beğendiğim kitaplardan birisi, umarım sizde aynı keyfi alırsınız. Bir kaç uyarıyla ve alıntıyla bitireceğim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

1- Asla bir Vogon'un size şiir okumasına izin vermeyin.

2- Havlunuzu yanınızdan hiç ayırmayın.

3- En önemlisi: Panik Yapmayın!
....

"Hayat,Evren ve Herşeye Dair Büyük Sorunun cevabı..." dedi Derin Düşünce.

"Evet...!!!...?"

"42," dedi Derin Düşünce, sonsuz ihtişam ve sakinlikle.



16 Kasım 2012 Cuma

İçdeniz Balıkçısı, Ursula K. Le Guin



Bilim kurgu ve fantezinin taçsız kraliçesi Guin'in 8 öyküsünün toplandığı kitabı. Girişte Guin'in "Bilimkurgu Okumamak Üzerine" adlı kısa bir eleştirisinin bulunduğunu belirtmeliyim ki sadece bu kısa yazı için bile alınıp okunabilir. Bu eleştiride Guin steril bilim kurgu yazarlarına ve diğer ekolleri yücelten eleştirmenlere iki çift laf etmiş. Baltayı gömdüğünü ama yerini unutmadığını  görebiliyoruz bu yazıda.

Her ne kadar Guin "altında bir mana yok bunlar öykü sadece" dese de tanıtmak için bahsetmem gerek.

Guin eleştirisinde bahsettiği tüm konulara kısa öykülerinde bir bir değinmiş. Bilimi tekeline alıp yazında kitlesini soğutacak karmaşıklıkta kullanan yazarlarla ve kendisiyle dalga geçmiş. Kendi kurgusundaki hataları bulup onlar üzerinden eğlenmiş. Yeni teoremler geliştirmiş bu esnada; örneğin "Çörtme teorisi".

Şiirsel ve akıcı dilini kurgusuna ustaca yediren yazar, çokbilmişlere, steril toplumculara, ayrımcı ve ırkçılara çatmış. Cinsiyet imalarına saldırmış ve bazı öykülerde ensest ve poligami gibi çok cesur motiflerle örmüş. Yeni toplumlar kurmuş ve yıkmış. Tanıdık kavramlara rastlayıp selam vermemizi istemiş olacak ki, kurguladığı en geniş evren modelinde ( Hain merkezli olan ) diğer kitaplarına göndermeler yapmış. Gethen'li çift cinsiyetliler ( Karanlığın Sol Eli ), Anarres ve Urras'lı uzay-zaman mühendisleri ( Mülksüzler ) basit çiftçi ve yerliler ( Hep Yuvaya Dönmek ) ve daha niceleri hayran ve okurlarını beklemekte. Kitabın ismi zaten "Hep Yuvaya Dönmek" te kurguladığı ütopyaya açık bir gönderme. Kitabın adını aldığı hikayesinde kurgu mühendisliğini son noktalarına kadar zorlayan yazar, imgelem kurarken 3 farklı hikayeden bahsediyor; Rip Van Winkle'a bir uyarlama olarak başladığı kurgusu zaman ve uzayı içine katlayarak şaşırtıyor, çarpıcı ve güçlü bir öykü sunuyor.

En beğendiğim kitaplardan biri olarak gönül rahatlığıyla kütüphaneme yerleştiriyor, kısa öykü konusunda derslerde işlenebilecek kalitedeki kitabı rahatlıkla öykü seven veya yazara aşina olan herkese öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Not : Nasıl denk geldi bilmiyorum uzun süredir kalitesiz kitap okumadım, örüntü bozulmadı, şansımın devam etmesi dileğiyle...

"Ben gerçekten de gittiğimiz her yere biraz çamur taşımamız gerektiğini düşünüyorum. Biz çamuruz. Biz dünyayız." Ursula K. Le Guin


15 Kasım 2012 Perşembe

Benek'in Masalı 2; Issız Gezegen, Nihan Sarı



Benek'in küçük grubu dağılmıştır. 2 koldan yaklaşan savaşa hazırlanan ve arayışlarını sürdüren kahramanlarımız, gizem dolu yolculuklarının bu bölümünde en zorlu mücadelelerine girecekler, dostlarının yardım ve kendi becerilerine güvenerek tüm evrenlerin kaderini değiştirebilmeyi ümit edeceklerdir. Benek neden seçildi? Elges kim? Gizemli düşmanları yüzünü sonunda gösterecek mi? Saflar belirlenirken robot ırkı nerede yer alacak? Zenk, Alaşım ve Sadak birbirlerini nereden tanıyorlar?

Gizem dolu öykünün bu bölümünde merak öğesi çok daha yoğun kullanılmış. Tatlı kurgu oyunları ve kurulan bağlantılarla zenginleşen hikaye, çoğu yerde arkadaşların ve arkadaşlığın önemine parmak basmış. Geçmişin günahları, kefaret arzusu, kendini kanıtlama, özgecil güdüler ve platonik aşkla boyut kazanan karakterler bu kitapta daha renkli ve canlılar. Gizem öğesi karakterler arasında pay edilirken biri daha fazlasını taşıyor ama bahsedip tadını kaçırmayacağım.

Tüm insanlar gibi karakterlerin de eksik kalan yanları var. Karşılaştıkları diğer canlıları insan ırkına dahilmiş gibi yargılamaları mesela... Ancak bu hatayı fark ediyorlar. İletişimsizliği ve önyargıları, zorluklara beraber göğüs gererek birbirlerine destek olarak aşıyorlar.Karakterler yaşamın değerini biliyorlar ve çeşitli bahaneleri can simidi yerine kullanıp değerlerini eksiltmiyorlar. Karakterler sıcak ve samimi, başarmalarını diliyorsunuz içten içe.

Yazar nefret taciri ve yıkım tellallarına açıkça saldırmış, savaşın toplumdaki ve ırklar arası ilişki ve iletişimi sıfırladığına değinmiş. Kölecilik ve savaşın yan ürünü olan parazitlerden bahsetmiş. Fikirler değişince kişilerin değişeceğine; kişiler değişince tarafların da değişeceği çıkarımını yapan yazar, birbirinden güzel görsel tasvir ve dokuyla ayırdığı ırkların benzerliklerinin çok az olmasına özen göstermiş. Zekanın hangi amaçlarla kullanıldığının karakteri belirttiğine değinirken, insanlık sorgusunu robot ırkına odaklamış ve kurgusunda onları imal edene dönen bir silah gibi kullanmış. Bencilliği kötülük kavramının kökeni olarak alan yazar, özgeciliği yüceltmiş ve kurgusunu son büyük savaşın gerçekleşeceği ölü, ıssız gezegene çekmiş: Savaş karşıtı alt metinle uygun motifleri güzel kullanmış.Sorduğu güzel sorular var alt metinde... Cevapsız soru bırakmamaya özen gösterilmiş kurguda. Göndermeleri çok hoş.

Benek, Barut,  Eylül, Zenk, Elges, Bızt Kısadevre, Terla ve tüm dostlar, sizi turuncu baloncukları ve sevgiyi aramaya davet ediyor. Bu kitapta neler mi var? Karmaşıklar ve dolaşıklar, Ormanlı'lar, esnek topikler, kartaneliler, renklisaçlılar, yıpranıklar, turuncu baloncuklar, alıngan robotlar... ve daha niceleri sizi bekliyor. Umarım sizde benim kadar keyif alırsınız bu sıcacık hikayeden. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Hayat yap-boz gibidir,birleştirdiğin kadar öğrenirsin."



14 Kasım 2012 Çarşamba

Benek'in Masalı 1; Tuhaf Yolculuk, Nihan Sarı



Benek Üzgünerik, sıradan bir genç kızdır. Bir saniye... Sıradan olsa kitabı olmazdı değil mi?  Benek Üzgünerik, öğrenimini sürdürmek için çok sevdiği ailesi ve şehirden ayrılırken sıradan biri olduğunu düşünmektedir. Ancak yolculuğu esnasında karşılaştığı garip, tonton teyze ve okulundaki tuhaf iki gençle tanışması, onu inanılmaz bir maceraya sürükleyecek; çok sayıda boyut ve gezegeni içeren bir arayışa dahil edecektir.

Yazar kurgusunda kuantum sıçramalarını, zaman ve boyut yolculuğu içinde kullanmış. Cep boyutları, zaman baloncukları, nanoteknoloji, zaman kayması, telepati gibi motifleri samimi karakterlerin dahil olduğu hikayeye bunaltmadan yedirmiş. Sevgiyi evrensel sabit olarak alan yazar; termodinamiğin 2. yasasına göndermeyle bütünleştirdiği arayış esnasında, robotların yükselişi motifiyle insanlık sorgusuna da girmiş. Aynı zamanda illustrator olan yazar, görsel tasvirlerini kullanarak tatlı bir gerçeküstülük yaratmış: Pixar animasyonu izler gibi hissediyorsunuz. Hoş kurgu oyunlarına başvuran hikaye, karakterleri bez bebekler olarak kullanmaktan kaçınmış ve hepsinin hikaye içinde önemli rolü olduğunu belirtircesine kurguya serpiştirmiş, dahil etmiş. Tanıdık ve hoş göndermeler kullanan Sarı, büyükbaba paradoksundan ustaca sakınmış. Hoş betimlemeler, hikayeye dahil olmaya yardımcı oluyor. Savaşlardan ve bunlardan beslenen parazitlere saldırmaktan geri durmayan yazar, doğaya karşı acımasız davranışlarımızı da eleştirmeyi unutmamış.

Fantezi ve bilim kurgunun tatlı bir melezi olan roman 14 yıl önce yazılmış ve geçen sene raflardaki yerini bulmuş. O yıllarda nanoteknoloji gibi bir motifi kullandığı için övgüyü hak eden kurgunun, hikayeyi hemen anlatma arzusu, heyecanı yüzünden olsa gerek karakterlerin ruh hallerindeki ani geçiş ve değişimleri çok ani vermesi dışında eksisi yok. Samimi karakterleri, merak öğesini doygun kullanan akıcı diliyle bana keyifli bir okuma sundu. Çocuk kitabı deyip geçecekseniz, alt metininde çocukların çıkarması  güç olan göndermeler içerdiğini belirteyim. Tıpkı Pixar animasyonlarında olduğu gibi katmanlı bir dokusu var. rahatlıkla okunan romanı 7'den 70'e tüm hayalbazlara öneririm. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


13 Kasım 2012 Salı

Sandman, Neil Gaiman


Aslında çizgi roman da edebiyat dalı sayılır mı yoksa apayrı bir sanat dalı mı sayılmalı, görsel sanatlara mı girmeli bunun üzerinde çok da düşünmedim ama Neil Gaiman, alanında kendini kanıtlamış bir fantastik edebiyat yazarı olduğundan ve Sandman serisi de oldukça güzel bir fantazyayı oluşturduğundan en azından birkaç cümle ile bu blogda da tanıtılmayı hak ettiğini fark ettim.

Seri, yedi kardeşin, Endless ailesinin etrafında oluşan ve genel olarak düşlerle ilgili fantezi öykülerini anlatıyor. Düşlerden sorumlu devlet bakanı sayılabilecek Endless bireyi Dream, Sandman, Morpheus, adına ne derseniz deyin, karşımıza seri boyunca en çok çıkan karakter. Endless ailesinden her karakter, bir duyguyu ya da bir kavramı simgelemektedir, büyükten küçüğe bu kardeş karakterlerin isimleri de simgelediklerinden gelir: Destiny, Death, Dream, Destruction, Desire, Despair ve en küçük kardeş Delirium (ya da eski adıyla Delight). Çizgi roman, hem bildiğimiz dünyada, hem de fantastik başka bir dünyada geçer, öyle ki bu fantastik dünyada Endlesslar, Şeytan cehennemle ilgilenmeyi bıraktığı için acil bir aile toplantısı alırlar, mitolojiden tanıdığınız tanrılar, ortaçağ efsaneleri ve yakın çağ yazarlarının yarattığı gotik karakterleri görebileceğiniz bir başka dünyayı anlatan bu seri hele ki Neil Gaiman'ı seviyorsanız sizi tatmin edecektir. Fantastik edebiyata, mitolojiye, karanlık, yer yer rahatsız edici öykülere ve Neil Gaiman'ın günlük konuşma diliyle yarattığı diyaloglara çok da sıcak yaklaşmayan ve tabii ki çizgi roman sevmeyenlere ise önermem.

Sandman Rehberi: 

Okumak isteyecekler için de listemiz şu, ilk yedi cilt Türkçe olarak da basılmış olmakla birlikte çevirisinin çok da iç açıcı durumda olmadığını duyduğumu eklemeliyim, esas Sandman serisi sırayla şu ciltlerden oluşmaktadır: Preludes & Nocturnes, The Doll's House, Dream Country, Season of Mists, A Game of You, Fables and Reflections, Brief Lives, World's End, The Kindly Ones, The Wake. Her cilt de yine kendi içinde değişik adlarda ve bir konsepti tamamlayacak şekilde sıralanmış altı - yedi bölümden oluşur. Beklenmedik şekilde çok fazla tutulunca, Neil Gaiman aklındaki Sandman hikayesini bu on ciltte bitirmiştir ama karakterler için yan çizgi roman serileri ve Endless ailesinin farklı konseptlerde farklı hikayelerini de tasarlamıştır. Ciltler ayrı ayrı çizgi roman sanatçıları tarafından resmedilmiştir. Her karakterin konuşma balonuna kadar ayrıntıları ince ince düşünülmüştür, mesela Morpheus konuşurken siyah fon üzerine beyaz fontlarla konuşur, Delirium'un konuşma balonları birbirine paralel olmayan çizgilerle ve rengarenk fontlarla çizilir, Yunan tanrılarının balonları Yunan alfabesini andıran fontlarla, yine Mısır tanrılarının balonları da çivi yazısı gibi çizilmiştir. Ve ben yazının başında çizgi roman da edebiyattan sayılır mı diye düşünedurayım, Sandman, A Midsummer Night's Dream bölümüyle 1991 yılında Dünya Fantastik Edebiyat Ödülünü almış.


Yıldızların Dönüşü, Stanislaw Lem



Hal Bregg, uzun yolculuğunu bitirmiştir. Yıldızlara dokunup gelmiş bir pilot, bir kahramandır o. Gerçekten öyle midir? Yolculuğa çıktığından bu yana 126 sene geçmiştir. 150 yıldır yaşamasına rağmen 40 yaşını biraz geçkindir ve kendini kahraman gibi hissetmemektedir. O gittiğinden bu yana tüm Dünya değişmiştir. Bu adam zamanın kıyısından düşmüş kayıp biri olarak yeni dünyaya uyum sağlayabilecek midir?

Lem tüm hikayeyi Bregg'in ağzından anlatır. Kitabın başlarındaki kafa karışıklığı, algı yoksunluğunu, ortalarda onu terk eden dünyaya olan öfkeyi, sonunda ise mahsun bir kabullenişi o denli güçlü verir ki... kurgunun değil ancak aktarımın gücünü sergiler. "Bu neandarthal, bu fosil insan yıldızlardan hiç dönmemeliydi. Onun bugünkü toplumda yeri yok." Kendi hayatını ilerleme, bilim için tehlikeye atan insanların sorunlarını bize aktarırken toplum ve bilime saldırmaktan geri durmaz yazar. Yeni dünyanın toplumu kastra edilmiştir. Çocuklukta yapılan ufak bir kimyasal işlem tüm toplumu uyuşturmuş, arzu, heyecan, mücadele, özgecilik gibi kavramları yok etmiştir. Rahat ve ılıman bir dünyadır burası, spor yoktur, en azından bizim bildiğimiz anlamda. Yazar tüm toplumsal kalıpları tersine çevirmiştir, tezatı kullanırken belli sosyolojik çıkarımları görmezden gelmesi ancak bu şekilde açıklanabilir. Cinayet yok, şiddet yok, tecavüz yok , kabalık yok... peki bu bir ütopya mı? Yoksa kötü özellikleri imha ederken insanlığı da mı yok ettik?

Yazar kayıtsızlığın altın çağının başlarında yazdığı romanıyla batı toplumunu sertçe uyarmaya çalışıyor. Ancak Descartes'in fikir çocuklarına umarsızca saldırdıktan sonra "davranışçılık ekolünü" yüceltmesi akım içerisindeki bir tutarsızlık olarak göze çarpmakta. İletişimsizliği, anlayış yoksunluğunu kurgusuna güzelce yediren Lem, gerçekçi olabilmek için bilimsel makale ve yazarlardan bolca bahsediyor: Tıpkı kült eseri Solaris'teki gibi... Alt metni yazarın doygun çıkarımlarıyla dolu olan roman kesinlikle okunmayı hak ediyor. Solaris'in performansını göremesek de güzel bir eser olduğunu belirtme gereği duyuyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

12 Kasım 2012 Pazartesi

Karanlığı Taramak, Philip K. Dick



Yakın gelecekte, Amerika uyuşturucuya karşı verdiği savaşı kaybeder. Yaş farkı gözetmeksizin Amerikan rüyasından uyanmaya çalışan kalabalıklar ölümün yeni bir tadına aşık olmuştur. Nüfusun dörtte birinin kullandığı D maddesi, uzun dönemde beyinde fiziksel hasara, psikozlara ve sonunda ölüme yol açmaktadır. Bu canavarla savaşan Narkotik şubenin ajanlarından biri, büyük bir balığı oltaya getirmek için sallanan yem olduğunu bilmemektedir. Fred, kovaladığı ölüm taciri Robert'la çok ortak noktaları olduğunu keşfedecektir: Aynı bedeni paylaştıkları gibi...

77 yayın tarihli olan roman, alt metni ve göndermelerini ustaca kullanan bir kurguya sahip. Eleştiri ve uyarıları göz ardı edilecek gibi değil. Uyuşturucu ile savaşmak bahanesiyle bir polis devletine dönüşen Amerika'da, artık her birey izlenmekte ve gözlenmektedir. Mahremiyet kavramı çökmüştür. İnsanlar Batı kültürü'nün çirkin yan ürünü olan kayıtsızlıkla savaşabilmek için kimyasallardan medet ummaktadır. Soğuk savaş'ın yarattığına benzer paranoyak ortam ve derin güvensizlik hissi dokunulabilecek kadar yoğundur. Kurumlara ve oynadıklara oyunlara cesurca saldırmıştır yazar.

Usta yazar K. Dick bu romanda, akıl oyunlarını ve detaycı yazını bambaşka bir seviyeye taşımıştır. Paranoyak ortamdan güzelce beslediği akıl oyunları ve tıp tarihinin en ilginç vakalarından birini yazınına dahil ederek, eleştirilerini çok katman arasında paylaştırır.Fiziksel ufak bir travma ile başlayıp, uyuşturucu ile pekişen ve kalıcı hale dönen hasar Fred'i parçalar. Beyninin sağ ve sol yarımküreleri bedenin hakimiyeti için rekabet eden Fred, bir müptela olmuştur. Gizli ajanlığın getirilerinden biri olan kişilik bölünmesine benzemez durumu, bu kalıcıdır. Kendini yok etmeye kararlı olan Fred ailesini geride bırakır ve başkası olur. D maddesi ve müptela arkadaşlarının paranoyak sohbetleri onun hayatından tek kaçışıdır . Kırık bir aşk öyküsüyle süslenen kurgu, aşıklar arasına çok sayıda engel koyar: Kokain, vicodin, eroin, lsd, d maddesi gibi...

Kedi-fare oyunlarını ustaca kullanan kurguda, kimin kaçtığı kimin kovaladığı dahi belli değildir. Şüphe ve gerilimle dolu roman boyunca; ironilerle beslenen karakterler, toplumun kırdığı bu oyuncaklar insanlara ayna görevini üstlenirler. Güneş sütünden nasıl kokain yapacağımızı da öğretirler.

Hüzünlü dokusu, şaşırtıcı sonuyla tam bir şölen olan bu roman, ustanın en güzel eserlerinden biridir. Kara edebiyatın öğelerini incelikli kullanarak, bol alt mesajıyla, zekice gönderme ve metaforlarıyla bir solukta biten bu romanı tüm bilim kurgu ve kara edebiyat hayranlarına gönül rahatlığıyla öneririm. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.



11 Kasım 2012 Pazar

Rama'nın Sırrı, Arthur C. Clarke, Gentry Lee



Rama efsanesinin son kitabında Rama 3'ün son günlerine, 2. kitaptan bu yana ana karakter olan Nicole des Jardins'in gözlerinden tanık oluyoruz. Dörtleme burada sona eriyor.

Tüm ihtiyaçları ve isteklerini karşılayan mucizelerle dolu yapay bir Cennet'e yerleştirilen insan kolonisi, kendine yenik düşüyor... Hırs ve acımasızlıkla yükselen yeni polis devletinde, bu distopyada ileri görüşlü ve yabancı canlılardan korkmayan insanlara yer yok. Nicole ve küçük gurubu parçalanmış eşi insanların itinayla yürüttükleri soykırımı engellemek için diğer modüle geçmiştir. Nicole küçük hücresinde idamı beklemektedir. Rama'nın yolculuğu nerede bitecektir? Bitecek midir? Henüz insanlarla temasa geçmeyen 3. tür ne zaman saldıracaktır?

İnsanın gittiği her yere kendini taşımasını konu alan roman, toplumsal çıkarım ve fikir harmanlarının çoğunu Freud'dan ödünç almış. Kimi göndermeler yalın ve açıkken bazıları incelikli ve üzerine düşünülmüş imgeler olarak sunulmuş. İnsanlık sorgusu, kültür, ayrımcılık, ırkçılık eleştirileri ile süslü olan kurgu sürükleyici bir nitelikte. merak öğesinin etkili kullanımı tüm Rama kitaplarında olduğu gibi bu romanda es geçilmemiş.

Batı Afrika mistisizmi ve Katolik öğretiler harmanı, içinde bulunulan ortama tatlı bir tezat katarken alt metni destekliyor. Diğer zeki türlerle toplumların karşılaştırılması yapılırken ince alt mesajlarla vurmayı ihmal etmeyen akıcı kurgu, bilinen toplumsal çıkarımları farklı renklerde başarılı bir harmanla sunmuş. Örümcek ırkının arzu ve istekleri kontrol etmelerini sağlayan minik kımıl kımıl kurtçuklar, Batı toplumunun şeker niyetine attığı Prozac, Lustral gibi ilaçların metaforu olarak karşımıza çıkıyor. Bunun gibi ince göndermelerle karşılaştırılan toplumlar aslında birbirinden ari değiller. Clarke ve Lee insan toplumunu güzel eleştirmişler.

İnsanın arkaik korkularına değinmekten geri durmayan roman; hastalık, böcek ve parazit kavramlarına farklı açılardan bakmamızı sağlıyor. İnsanın tam bir taklidini yapabilen ürkütücü yaratıcılar... gerçekten bizi yaratmış olabilirler mi? Yoksa raslantıların altın oranının sonucu muyuz? Kitabın sonunda evren, Tanrı, ölümden sonra yaşam ve seçim hakkı gibi konulara geniş yer bırakan kurgu, kapanışı ufak bir evren tarihi dersiyle güzelce vermiş.

Tüm soruların cevaplanmadığını belirteyim. Lee daha sonra Rama'yı konu alan 3 roman daha yazacak ve mümkün olduğunca soruları cevaplamaya çalışacaktır, ancak bu kitapların Türkçe versiyonları henüz yayınlanmadı. Keyifli bir okuma sunan, farklı bakış açıları ve insanla dolu olan bu Dörtlemeyi türün hayranlarına rahatlıkla öneririm. Ayrıca farklı bir şey okumak isteyen herkes için hoş bir seçim olabileceğin ekleyerek bitiyorum.Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Kediler Güzel Uyanır, Yekta Kopan

"Seni özlediğimi düşündükçe, gücünü yitirmiş bir derebeyi gibi yalnız hissediyorum kendimi" 

diyor Matruşka öyküsünde Yekta Kopan. Tarçın kokulu, güzel isimli bir öykü kitabı. Kapağı güzel, adı güzel, öyküler ise sıcacık.

Öykü okumaya bu kitapla başladım. Sanırım doğru kitap ki, uzun zaman oldu okuyalı halen ara ara açarım tekrar okurum. Altı çizili çoğu satırın ve hatta bir kısmını ezberlemiş bile olabilirim.

Yekta Kopan'ı yıllardır yaptığı güzel programdan ve twitterdan severek takip ederdim zaten, onun için kitabını edinmek istedim.

Birde Ankara kokusunu alınca kitaptan, sevmemek elde değildi.

Beni en etkileyen öyküsü Şehrin Duvarları'ydı. Siz hangisini beğendiniz en çok?

Gece Yolu, Kristin Hannah

"Yanına oturabilir miyim?" 

"Sosyal intihar olur bu" dedi kız yüzüne bakmadan. 

İşte bu şekilde başlıyor bir dostluk hikayesi. Kristin Hannah'ın önceki kitaplarında olduğu gibi olaylar Seattle'da geçiyor, kahramanların derin hikayeleri var. 

Bu kitapta yetiştirme yurdundan teyzesinin yanına gelen Lexi, okulun ilk günü sınıfın ikizlerinden önce Zach ile, sonrada Mia ile tanışır. Zach her ne kadar sağlam ve dışa dönük ise, Mia onun tam tersi fazlasıyla kırılgan, içe dönüktür. Lexi bu kendi gibi kitap kurdu, yapayalnız kıza hemen ısınır, Zach'a da görür görmez vurulur. 

Sonrasında olaylar gelişiyor ve bir anda büyük bir trajedinin içinde buluyoruz kendimizi. 

Kitabı okurken istemsizce gözyaşlarımın aktığını gördüm ki, çok ağlayan bir yapım yoktur. Lexi'ye ve diğer bütün karakterlere çok üzüldüm, zaman zaman sinirlerim bozuldu. 

Ama yine diğer Kristin Hannah kitapları gibi sürükleyici ve bir solukta okunuyor. Yazar her çıkan kitabında gözyaşının dozunu arttıyor gibi geldi bana. 

Kitap tanıtımlarında sürekli olarak "battaniyenize sarınıp yanınıza mendillerinizi alın" diyordu, gerçekten öyle. 

Kışa yaklaştığımız bu günlerde hem sizi sarmalayacak, hemde duygulandıracak bu kitabı öneririm. 

İyi okumalar...



Serenad, Zülfi Livaneli


İçinde birçok hayatlar barındıran kitapları severim. Livaneli kitaplarını da. Sıcak, samimi bir şekilde sarmalar insanı.

Kitap İstanbul üniversitesine çok ünlü bir profesör'ün gelişi ve Maya Duran'ın onunla ilgilenmesi ile başlıyor. Ama Maya'nın hiç tahmin edemeyeceği gerçeklerle yüzleşmesini okuyoruz. Hayatı değişiyor bir anda.

Bu kitapta birçok insanın öyküsü var. anlatan Maya, kırım göçmeni anneannesi Ayşe, ermeni babannesi Mari, nazilerden kaçan Nadia ve tabii Max.

Roman Max ile Nadia aşkı üzerinden ilerlese de, Mübadele, Mavi Alay,  ikinci dünya savaşı sırasında olan olaylar, yahudi profesörlerin  gelişi ve burada çalışmaya başlamaları, Struma olayı gibi tarihi gerçeklere el atıyor.

Kitapta geçen yerler, Pera Palas, İstanbul insanı etkiliyor. Nostaljik ve melankolik  bir hava içerisinde okuyorsunuz.

Max ve Nadia aşkı ise bize ancak kitaplarda, filmlerde olur dedirten aşklardan. Onların bölümüne geçince çok ağlarım diye düşünüyordum lakin ben en çok Maya'nın başına gelenlerde ağladım. Kitabın sonunda saat üçe değin, deliler gibi Struma gemisini araştırdım.
Karşıma aşağıdaki video çıktı daha çok ağladım.

Sizde bir solukta, elinizden düşürmeden, gece yarısına kadar okuyacak bir roman arıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim.



6 Kasım 2012 Salı

Rama Bahçesi, Arthur C. Clarke, Gentry Lee



Rama Dörtlemesinin 3. kitabından bahsetmek istiyorum. Öncelikle Clarke'ın bir dörtleme planlamadığını sadece ilk kitabı yazıp bırakmak istediğini ancak arkadaşı Gentry Lee'nin baskı ve fikirlerinden etkilenip beraber dörtleme kaleme aldıklarını belirteyim. Gentry Lee'nin karakter arkaplan ve ana karakter kurgusundan sorumlu olduğunu, Clarke'in mühendislik ve toplumsal görüşlerle kitabı beslediğini ekleyeyim.

Rama 2'de mahsur kalan 3 insan bilinmeyen bir rotada ve hiç kontrol sahibi olmadıkları bir çevrede hayatta kalmak zorundalar.Zamanla bu idraklarını aşan uzay aracı onların yuvası olacak ve küçük ailelerine yapılacak eklemelerle hayatları hem şenlenecek hem de zorlaşacaktır. Hiçbirinin bilmediği şey ise Rama 2, ufak bir rötardan sonra Dünya'ya geri dönmektedir. İnsanlığın yabancı zekalarla 3. karşılaşmasında neler olacaktır?

Roman, merak öğesini o kadar güçlü kullanmış ki sıkılma veya kopmaya vakit bırakmıyor. Kurgu çok güçlü, özellikle karakter boyutlandırması çok güzel olmuş. Clarke hayranları yakından bilirler ki karakterler kurudur genelde: Çünkü Asimov'un romanlarında da olduğu gibi başrolde hikayenin kendisi vardır. Ancak Gentry Lee'nin katkısı burada açıkça görülmekte. Karakterler çok boyutlu bazı etnik arkaplanlarda sorun yaşanmasına karşın tüm karakterler son derece canlılar. Lee'nin tek kısa kaldığı yer isim seçimlerinde ırklara dair önkalıplara fazla takılması ( Japon = Kenji örnek olarak) olmuş.

Kurgu tam bir gönderme yuvası. Aynı zamanda tabulara açıkça saldırıları da cesur bir motif. Ensest korkusu, ihtiras, aldatma, suçluluk, izolasyon, geçmişle hesaplaşmalar gibi motifler karakterleri doygun hale getirmiş. Yazarlar bu kitapla Cennet'i yıkmışlar: Mitik cennet, yaşam içermesine rağmen ilerleme ve teknolojiden yoksunken bu Yeni Cennet ise Yaşam barındırmasa da bir teknoloji ve mühendislik harikası. Ve yolcuları izolasyon sorunu yüzünden - tüm ırklarından kopmaları neticesiyle- birer Modern Adem ve Havva olarak yer alıyorlar kitabın başlarında. Irkçılığa açık ve umarsız saldırılarla dolu fikir harmanları, bence ( eleştirmenlerin etnik karikatürler olarak aktarıldığını düşündükleri ) yan karakterlere duyulan samimiyeti içermekte. Özellikle Clarke'ın Güneydoğu Asya'da geçirdiği yıllar, o kültürden gelen karakterlerin daha çarpıcı aktarılmasını sağlamış. Clarke kültürün öğelerine hakimiyetini akıcı Thai ve Japonca diyaloglarında sergilemekten hiç çekinmemiş. Toplumsal eleştirileri son derece açık ve anlaşılır verdiklerinden ima aramaya gerek yok: İnsan yalan,hırs ve şeytanlarını kendiyle beraber yıldızlara da taşımış.

Aktarmak istediğim son bir eleştiri daha var. Zamanın eleştirmenleri; tutku, sevgi, aşk ve seks öğelerinin ne aradığını sormuşlar bilim kurgu içerisinde... İnsanı insan yapan öğeler onların varolduğu her yerde olacaktır diye düşünüyorum. Farklı bir gezegen ve makineden tanrıların uzay araçları içerisinde olsalar bile... Kurgu içerisinde rahatsızlık verecek yoğunlukta erotik öğe kullanıma denk gelmediğimi ve aksine kullanıldığı yerlerin hikayeyi zenginleştirdiğini belirtirim. Özellikle modern bilim insanlarının bile arkaik sahiplenme ve kıskançlık davranışları göstermesi alt metni destekleyen bir motif kitap içerisinde.

Modern Çağın bilim kurgu klasikleri arasında yer alan Rama Dörtlemesini, hem içerdiği güzel eleştiriler, hem akıcı yapısı ve merakla doygun dokusu yüzünden tüm bilim kurgu hayranlarına rahatlıkla öneriyorum. Aynı zamanda farklı bir şeyler okumak isteyen herkesi çekecek bir kitap olduğunu belirterek bitiriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere, keyifli okumalar dilerim.


1 Kasım 2012 Perşembe

İstiridye Kabuğundaki Venüs, Philip Jose Farmer



Farmer'ın 1975'te yayınlanan 2003'te Türkçeleştirilen bilimkurgu romanı.

Tüm galaksiye pis kokular yayan insan ırkına artık katlanamayan,obsesif kompülsif bozukluğuna sahip Hoonhorlar, Büyük Tufan'a neden olurlar. Tüm insan ırkı yokolur. Ancak "eleştirmenleri" gıcık edecek şekilde tek bir insan kurtulur: Simon Wagstaff. Onunla beraber Tufan'dan kılpayı kurtulan köpeği Anubis ve baykuşu Athena ile kapağı  Çin bandrollü Hwang Ho gemisine atarlar. Yokolan ırkını ve gezegenini geride bırakan Simon, Tanrı'nın kapısına dayanmak ve yakasına yapışıp gerçeği öğrenmek için binlerce yıl sürecek bir yolculuğa çıkar. Arada ölümsüz de olmuş olabilir...

Yazarın eleştirmenlerle alıp veremediği ne tam olarak çözemesem de kitap süresince beni kovalayan bir motif oldu. Kurgu saçma değil...Absürd. Bu şekilde yazılmış ve aktarılmış. Hikaye bazen tuvalet komedilerini aratmazken bir anda çok ciddi ve derin sorgulamalara dalıyor. Çoğu yerde Freud'a takılıp düşen mizah bazen ince bazen kalın göndermelerle toparlıyor ve şaşırtıyor.Geneli itibariyle bir kara mizah örneği bu eser. Ancak fallik göndermeler içinde okuyucuyu itmesine rağmen öyle sivri ve güçlü çıkarımlar içeriyor ki kendini okutmaya devam ettiriyor. İnsanlığın sorgulandığı bölümler göze gerçekten çarpıyor, mizahın arasında çok ciddi şeyler de söylüyor bize yazar. Genelinde mantık aramadım absürd doku nedeniyle. Arasam temel fizik ve biyoloji açısından zayıf olduğunu belirtirdim, ancak bu hikayenin arada kahkahalara sebep olacak kadar komik olabildiğini eklerdim.

Bir Adams veya Pratchett değil ama sivri ve eğlenceli bir kara mizah bilimkurgu eseri. Çarpıcı sonu ve katlanabilenler için bulunmayı bekleyen o çıkarımları büyük artıları eserin. Hafif bir bilimkurgu romanı okumak isteyenler veya cıvık mizahtan keyif alanlar için keyifli bir okuma sunacaktır. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Related Posts with Thumbnails