23 Mayıs 2012 Çarşamba

Kalbin Böcüü - Atilla Atalay


Ben bu kitaba bayıldım. Bir mizahçının dilinden hüznü, kendi geçmişine gidişleri dinlemek ne kadar güzelmiş, dedim okurken. Hiç bitmesin istedim ama bir günde bitirdim, Kısa hikayelerden oluşan bu kitapta, bazen gözleriniz nemleniyor bazen de kahkahalar atıyorsunuz.

Yazarların çocukluklarında, ilk gençlik çağlarında farklı ortamlarda yaşamaları sanırım en büyük şansları. Atilla Atalay da, o şanslılardan. Şehir hayatı, köy hayatı ile yoğrulmuş ve oralarda yaşadıklarını o kadar güzel ifade etmiş ki.

Naif, içten, akıcı bir dille, yer yer dedesinin, babaannesinin ağzını kullandığı hikayelere de, ergenlik bunalımını henüz atlatmış, hayata tutunma derdine düşmüş ama elinden bir şey gelmeyen gençlik hikayelerini de, zevkle okudum.

Diğer kitaplarını da alıp okuyacağım, ilk fırsatta. Bugüne kadar neden okumamışım diye hayıflanıyorum. Tavsiye ederim.

Gerçek Renkler (Kristin Hannah)

Mamas Don't Let Your Babies Grow up to Be Cowboys by Willie Nelson on Grooveshark

Aile ilişkileri, bağlılık, aşk ve Seattle üzerine yine bir Kristin Hannah romanı.

Kristin Hannah'ın romanları hani manzaraları çok güzel olan filmler vardır ya, bana hep o etkiyi verir. Deniz veya göl kıyısında, bir kasabada, bağlılık üzerine olan insan ilişkileri.

İlk çıkan kitap Ateş Böceği Yolunda arkadaşlık ilişkisi üzerineydi konu. Öyle bir dostluk vardı ki, insan ister istemez benim niye yok diyordu.

İkinci kitap Kış Bahçesinde ise anneler ve kızları arasındaki sorunlara değilmişti Hannah. Hele öyle bir Leningrad kuşatması anlatımı vardı ki, bence sırf o bölüm için bile okunur.


Bu kitap ise ilgisiz babalar ve kızlarını ele alıyor. Aynı zamanda üç kız kardeşin sevgisi, bağlılığı, kıskançlığı ve aşkın iyileştirici etkisini anlatıyor.

Benim en sevdiğim şey yine kitabın Seattle'da bir çiftlikte geçmesi ve atlar, kovboy arka planı olmasıydı.

Eleştirdiğim şey üç kızı anlatırken ortanca kardeşi atlaması oldu. Yani onun hayatında da ciddi sorunlar var ama öbür iki kızın olaylarından yazar kıza gelememiş. Sanki arada sırada uğrayan teyzeleri gibi olmuş. Tek fonksiyonu o iki kızın arasını yapıp durmak olmuş. Onun yaşamına, ailesine daha fazla yer verilebilirdi. Bariz sırıtmış o durum.

Bu Willie Nelson şarkısı da kitapta çok yer veriliyordu, eklemeden geçemedim.

Yani kafanızı dağıtacak, insan ilişkileri, aile ve aşk üzerine bir roman arıyorsanız tam sizlik bir kitap. Arkasında yazılan yazıda dediği gibi, kıvrılın en sevdiğiniz koltuğa ve bir solukta okuyun.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Sadist | Norm Applegate


Uzun zamandır tüm kitapçıların raflarında gördüğüm ve satıcıların ısrarlarına dayanamayarak satın aldığım bir kitaptı Sadist...

Almaz olaydım! Okumaz olaydım! Zira neredeyse okumaktan soğuyordum!

Sadist, polisiye gerilim türünün bir örneği olması hedeflenmiş ancak sonsuza dek on bin sayfalık bir kitabın 400 sayfalık bir özeti olarak kalacak olan, öylesine "dan diye" bir kitap ki! Sayfalar arasında gidip gelirken sürekli sayfa numaralarını kontrol etme gereği duydum, hani yanlış mı bastılar ya da köpeğim kitabımın sayfalarını mı yedi diyerek. Meğer suçlu ne yayınevi ne de köpeğimmiş; suçlu, yazarın ta kendisiymiş. Yarım bırakılan betimlemeler, hop diye biten, zort diye başlayan cümleler, çevirmenin de hatalarından kaynaklanan özne karışıklıkları, konunun sekizinci sınıf Amerikan filmlerine mümkün olduğunca taş çıkartacak şekilde işlenmiş olması... BDSM disiplinine yaşadığı acı bir olay nedeniyle bağlanan bir katil, öldürücü seks oyuncaklarıyla döşenmiş bir bodrum katı, kaçırılan ve işkence edildikten sonra ölü bulunan striptizciler, polise yardım etmek üzere eyaletin her yerinde tanınan bir Dominatrix'in davaya karışması ve ardından kaçırılması... Ben böyle anlatınca en azından üçüncü sınıf bir Amerikan filmi çıkabilir diye düşünülebilir, sakın öyle düşünmeyin! Temel olarak katilin bu yolu seçmesine neden olan olay bile en fazla üç cümle ile anlatılıyor kitapta. Her cümle köksüz bir ağaç gibi, kafanıza kafanıza devriliveriyor!

Aslında kitabın ana konusu olan BDSM (Kölelik ve Hakimiyet, Sadizm ve Mazoşizm, Hakimiyet ve Teslimiyet) öylesine güçlü bir konu ki! Oysa öylesine derinlemesine incelenebilecek, anlatılabilecek, kimi yerinde baştan çıkartıp kimi yerinde tiksindirebilecek bir konusu var ki! Verin Grange'ın, Chattam'ın, Brown'ın, Koontz'un, King'in eline bakın neler çıkıyor! Böyle büyük bir potansiyel sunan böylesine hassas bir konuyu bu şekilde heba ettiği için hapse filan bile atılabilir Applegate benim gözümde.

Neyse, adamı hapse atamayabiliriz filan da bu kitabı gördüğümüz yerde kaçabiliriz mesela. Hatta pazardaki elmalardan bile uzak durabiliriz. O derece!

Öteki yandan kitap, yazar sanki bu kitabı serileştirecekmiş gibi bitiyor. Kalbimin bu acı ihtimale dayanamamasından korkuyorum.

Korkuyorum... ama kitap boyunca okuyabileceğiniz (onu da kitabın kapağında göreceğiniz) en güzel ve etkileyici cümleyi paylaşmadan da geçemiyorum.

"Ben mi? Ben her kadını nefesi kesilinceye kadar severim."


~

Bir de... "Yol böyle bir şey dedirtecek kadar" diyor ya kitabın kapağında... Haklılar, kitabın içi boş hikayesinin, cümlelerinin içine daldıkça gerçekten "Yok böyle bir şey" diyorsunuz.

Sevgiler,
Amalth.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Ahmet Hamdi Tanpınar



Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Hayri İrdal'ın başından geçenleri, Hayri İrdal'ın ağzından anlatan bir roman.

Hayri İrdal, arkadaşı Halit Ayarcı'yla birlikte kurduğu enstitünün kuruluş hikayesini anlatırken bizi kara mizah ve ironi dolu bir öyküye sokuyor. Henüz son Osmanlı ve erken cumhuriyet yıllarında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak başladığı öyküsüne, Halit Ayarcı'nın ölümüyle son verirken okuyucuyu hem zaman içinde gezdiriyor, hem bürokrasiye, devlet dairelerinin işlevlerine, işlemlerine, cemiyet hayatına, ülkeye yeni gelen ve bir nevi moda olan spiritüalizm ve psikanalize, yoksulluğa ve zenginliğe, eğitime ve cehalete dair pek çok ayrıntı ve olayla ince ince ördüğü bir hikaye anlatıyor. Pek parlak bir öğrenci olmayan Hayri İrdal'ın çocukluğu, Nuri Efendi adındaki bir saat ustasının çıraklığını yaparak geçer. Hayri, askerliğini savaş yıllarında yapıp memleketine döner, evlenir, kendisine kaldığı sanılan uydurma bir miras yüzünden girdiği akıl hastanesinde Doktor Ramiz'le ahbaplık kurar, hastaneden çıkar, eşi ölür, yeniden evlenir ve hiçbir işte dikiş tutturamaz, İspiritualizm Derneği gibi cemiyetlerle oyalanır ve yoksulluğun en kötü evresindeyken, kızlarını, baldızlarını birileriyle evlendirip de yoksulluktan bir nebze olsun kurtulmayı planlarken hayatını değiştirecek adamla, Halit Ayarcı'yla tanışır. Açıkçası okuduğum en iyi Türk romanlarından biri olan bu roman hakkında ben de bir tanıtım yazısı yazmadan edemedim, daha önce bu blogda konuk yazar olarak yer almış Vodvil'in bu roman hakkındaki yazısı için: buraya bakabilirsiniz, ben bir alıntı daha paylaşıp gidiyorum.



***

Emine’nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Artık Emine bir daha ölemezdi, hatta hastalanamazdı da. Orada, zihnimin bir köşesinde, olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaket gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. Her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım. Korku içimden doğru kabarıp büyümeyecek, dört yanımı kaplayamayacaktı.

Vakıa evim yıkılmıştı, iki çocukla başbaşa kalmıştım, çalışmanın lezzetini kaybetmiştim, hepsinden fenası, artık hiçbir şeye inanmıyordum. Fakat korkmuyordum da. Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.



***



1 Mayıs 2012 Salı

Dünyaya Düşen Adam, Walter Tevis


Kapağında bir David Bowie illüstrasyonu bulunan bu kitabın, tahmin edilebileceği üzere başrolünde David Bowie'nin oynadığı aynı isimli bir filmi de var.

Hikayemiz, Newton adındaki, standart erkek boyundan biraz daha uzun ve standart erkek fiziğinden biraz daha ince yapılı, açık renk tenli ve açık renk saçlı bir erkeğin bir kasaba kuyumcusunda elindeki yüzükleri bozdurmasıyla başlar. Newton, uzun süredir üzerine çalıştığı dünyalı davranışlarını ve dünyalı konuşmasını ilk kez, dünyalı parası elde etmek için girdiği kuyumcularda dener. Dünya yiyeceklerini de ilk kez denediğini okurken Newton'un bu dünyadan olmadığını biz okuyucular, çoktan anlamışızdır ancak diğer dünyalılar, bu adamdaki tuhaflığı sezseler de aralarında dünyadışı birinin varlığından çok da haberdar değillerdir. Birkaç kuşkucu insan dışında... Bu kuşkucu insanların eline Newton'un dünyada geçirdiği birkaç yıl sonra satın aldığı bir şirketin ürettiği dünyadışı malzemeler ve teknikler içeren teknolojik aletler de kanıt olarak geçtikten sonra işlerin Newton için istediği gibi gitmesinin tek yolu vardır, kendisinin dünyadışı bir canlı olduğundan kuşkulanan insanları da yeni ve son projesinde yanında çalıştırmak.

Roman üç bölümden oluşuyor, ilk bölüm, Brueghel'in ünlü tablosu İkaros'un Düşüşü'yle aynı ismi taşıyor, ikinci bölüm ünlü masal kahramanı Rumpelstiltskin ile ve son bölümün ismi ise: İkaros'un Ölümü.

Oldukça akıcı ve sürükleyici bu romanı bilim kurgu meraklılarına ve okuduğu romanda pek çok ayrıntı, nasıl derler, bir nevi Easter Egg bulmayı seven ayrıntıcı okurlara kesinlikle tavsiye ederim, iyi okumalar.
Related Posts with Thumbnails