Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Hayri İrdal'ın başından geçenleri, Hayri İrdal'ın ağzından anlatan bir roman.
Hayri İrdal, arkadaşı Halit Ayarcı'yla birlikte kurduğu enstitünün kuruluş hikayesini anlatırken bizi kara mizah ve ironi dolu bir öyküye sokuyor. Henüz son Osmanlı ve erken cumhuriyet yıllarında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak başladığı öyküsüne, Halit Ayarcı'nın ölümüyle son verirken okuyucuyu hem zaman içinde gezdiriyor, hem bürokrasiye, devlet dairelerinin işlevlerine, işlemlerine, cemiyet hayatına, ülkeye yeni gelen ve bir nevi moda olan spiritüalizm ve psikanalize, yoksulluğa ve zenginliğe, eğitime ve cehalete dair pek çok ayrıntı ve olayla ince ince ördüğü bir hikaye anlatıyor. Pek parlak bir öğrenci olmayan Hayri İrdal'ın çocukluğu, Nuri Efendi adındaki bir saat ustasının çıraklığını yaparak geçer. Hayri, askerliğini savaş yıllarında yapıp memleketine döner, evlenir, kendisine kaldığı sanılan uydurma bir miras yüzünden girdiği akıl hastanesinde Doktor Ramiz'le ahbaplık kurar, hastaneden çıkar, eşi ölür, yeniden evlenir ve hiçbir işte dikiş tutturamaz, İspiritualizm Derneği gibi cemiyetlerle oyalanır ve yoksulluğun en kötü evresindeyken, kızlarını, baldızlarını birileriyle evlendirip de yoksulluktan bir nebze olsun kurtulmayı planlarken hayatını değiştirecek adamla, Halit Ayarcı'yla tanışır. Açıkçası okuduğum en iyi Türk romanlarından biri olan bu roman hakkında ben de bir tanıtım yazısı yazmadan edemedim, daha önce bu blogda konuk yazar olarak yer almış Vodvil'in bu roman hakkındaki yazısı için: buraya bakabilirsiniz, ben bir alıntı daha paylaşıp gidiyorum.
***
Emine’nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Artık Emine bir daha ölemezdi, hatta hastalanamazdı da. Orada, zihnimin bir köşesinde, olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felaket gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu. Her an onun hastalığının arasından etrafa bakmayacak, o azapla yaşamayacaktım. Korku içimden doğru kabarıp büyümeyecek, dört yanımı kaplayamayacaktı.
Vakıa evim yıkılmıştı, iki çocukla başbaşa kalmıştım, çalışmanın lezzetini kaybetmiştim, hepsinden fenası, artık hiçbir şeye inanmıyordum. Fakat korkmuyordum da. Olabilecek şeylerin en kötüsü olmuştu. Artık hürdüm.
***
listemde bu kitap, bu sefer alayım ya! :)
YanıtlaSilAha yeni gördüm yorumu. Al al, okuduktan sonra yorumunu da beklerim ya, benim en sevdiğim romanlardan oldu okuduğum an resmen. :')
YanıtlaSil