19 Haziran 2018 Salı

Pelosium, Burak Erdoğdu


 Yerli bir bilim kurgu romanı olan Pelosium, zannedersem türün okuyucuları tarafından bile pek tanışılmamış bir kitap olarak türdeşlerinden biraz geride kalmış, fakat başarılı ve güzel bir romandı. Yazarı Burak Erdoğdu'nun ilk kitabı olan Pelosium, bir ilk roman olarak da oldukça doyurucu. Yer yer tekillikten, yapay zekadan, paralel evrenlerden, yer yer ise hologram teknolojilerinden, yeni elementlerden, kuantum fiziğinden bahsederken kimi yerlerde de siyasi kurgulardan, hatta bazı bazı Barbar Conan, Red Sonja türü kılıç - savaşçı - kürk fantazilerinden bahsediyor ve konuyu yine de dağıtmadan bir eksen etrafında tutmayı başarıyor. Daha detaylandırılmış ve bir seri halinde hazırlanmış olsaymış belki bir Dune serisinin yerli versiyonunu andıracak bir seriye sahip olma ihtimalimiz olurmuş diye düşündüğüm bazı sayfalar bile oldu açıkçası.

 Dünya, Son Konvansiyonel Harp sonrasında dönmeyi bırakmış, Asya kıtası dışındaki kıtalar yaşanmaz hale gelmiş, Asya da Karanlık Ülke, Aydınlık Ülke ve Alacakaranlık Ülke diye üçe bölünmüş ve hükmedilen insanlar bu üç ülkeden birinde yaşamak zorunda oldukları sıkı bir kast sisteminde hayatta kalmaya çalışmıştır. Adil adlı kralın hükümdarlığındaki Dünya, bir felaketin daha eşiğinde iken Dünyalıların haberi bile olmadan Zenith adlı gezegendeki ferah içinde yaşayan, üstün teknolojilere sahip zeki canlılar tarafından kurtarılmış, Adil'e Zenithli bir elçi kendilerini kurtardıklarını bildirerek peloisum adlı elementlerini Dünya'ya tanıtmış, Dünya'nın bir nevi izdüşümü oldukları için Dünya'nın refahının da kendilerini ilgilendirdiğini anlatarak Adil ile dost olmuştur. Dünyalılar kullanımı sınırsız olan pelosium elementi ile tanışmaya hazır mıdır, yoksa değil midir, işte hepsi yukarıda saydığım bunca olay örgüsü etrafında kurgulanıyor.

 Kitap, Roza Yayınevi tarafından basılmış, ülkede bilim kurgu yazarlarının işlerinin ne kadar az tanınır olduğu düşünülünce Burak Erdoğdu'nun bu kitabının bu kadar az tanıtılmış olması beni şaşırtmıyor. Bilim kurguyu anadilinizde okumanın daha değişik bir tadı var, Burak Erdoğdu, roman boyunca bir çeviri roman okuyormuşsunuz gibi hissettirmiyor, hatta aksine, hiç de zorlama olmayan bir biçimde yer yer Osmanlıcadan Türkçeye geçen eski sözcükler de gözünüze çalınıyor, ya da benzetmeler özellikle su gibi akıp gidiyor, kitapta hayatımızda var olmayan hiçbir alışkanlığa yapılan bir gönderme olmayınca, benzetmeler ve cümle yapıları anadilimizde her gün kullandığımız şekilde olunca yazar hakikaten çok akıcı bir okuma deneyimi sunuyor. Türü sevenlerin göz atmasını içten bir biçimde önereceğim kitabı özellikle Dune serisini sevenlere ayrıca paslıyorum.

13 Mart 2018 Salı

Kesişen Yazgılar Şatosu, Italo Calvino


 Italo Calvino, eserlerini çok merak ettiğim bir yazardı, birçok kitabının adını duyup konusunu okuduğumda ilgimi çekmişliği var. Kendisiyle tanışmak bu kitapla denk gelen bir anı oldu ama esas merak ettiğim kitaplarına mutlaka göz atmam gerek, bu kitapta Italo Calvino'nun öykücülüğüne dair ipuçları yakalanabiliyor olsa da kitabın ilginç yapısı nedeniyle yazarın hayal gücü ve kurgusuna dair çok bir veri elde edemiyoruz. Kitap çok ilginç hakikaten, Italo Calvino kitabın başında uzunca bir önsöz ile yazım sürecini anlatmış. Tarot kartlarıyla ilgilendiği bir dönem kimi kartları rastgele sırayla önüne açıp onları hikayeleştirerek bu kitabı oluşturmaya başlamış, açıkçası bir yazar için çok tatlı bir yöntem, üstelik böyle şeyleri edebiyatla ucundan kıyısından ilgilenen hepimiz yaparız ya, işte bu "hikayeleştirme" işinin somutlaşmış hali de bu kitap. Epeyce bir süre kendisi için daha özel yere sahip kartları öykülerin merkezine oturtup yan öyküler için de rastgele kartlar açarak her öykünün ucundan kıyısından birbiriyle bütünleşmesini amaçlamış ancak bir süre sonra işler içinden çıkılmaz bir hal almış, sayısız kombinasyon var ve ana karakterler olarak belirlediği kartlar sayılı iken Calvino aynı öyküleri tekrar tekrar baştan yazıyormuş ve sonunda artık bu kitaptan kurtulmuş olmak için "Olduğu kadar..." diyerek bastırmış, bunu da samimiyetle anlatmış. "Artık bu kitabı tamamlamalı ve başka öyküler, başka anlatılar için önüme bakmalıydım..." diyor. 

 Konu yukarıda anlattığım gibi olunca, başta "Tarotla ilgilenmeyen biri için hiçbir şey ifade etmeyecek bir kitap..." hissiyatı verebilir, ben de bundan korkuyordum ancak Calvino, kendisinin de tarota karşı çok özel bir ilgisinin ve hatta tarotla ilgili pek bilgisinin olmadığını da anlatmış, yalnızca çok temel bir - iki destenin yaratılışı ve çizimiyle ilgilendiğinde o destelerdeki desenlerin (ki bu kart desenlerine sanırım arkana deniyor) hikayelerini anlatabileceğini hissetmiş, yoksa tarot falı bakmayı da bilmezmiş, tarot kartlarının kendi içinde anlattığı hikayeleri de. Bunu "Tarot kartlarına, o kartları okumayı bilmeyen birinin gözünden bakmaya çalıştım, böylece çizimlerden kendi hayal gücüme dayanan hikayeleri ayıklamak daha kolay olacaktı," diye anlatıyor. Gerçekten de öyle de yapmış, çoğu hikayede bir kartın anlamı değil, kartın üzerindeki desenin arka planındaki orman, örneğin bir karttaki şövalye karakteri değil de o şövalye karakterinin elindeki kılıç ya da şövalyenin arkasındaki bir dere hikayede kullanılırken kartın esas anlamı olan soyut kavram hikayenin içinde hiç kullanılmadan geçilmiş. Yani kitabı okumak için temel bir tarot bilgisine sahip olmaya gerek yok. Öyküler birbirinden bağımsız olsa da birinin bittiği yerde diğeri başlayabiliyor ya da ortak öğelere sahip öyküler var, bu yüzden kitabı rastgele açıp içinden bir öykü seçip okumak yerine sıralı bir şekilde baştan sona okumak gerekiyor, zaten yazarın yolunun bir şatoya düşüşü ve öykülerin nasıl anlatılmaya başlandığı gibi bir girizgah da var, o girizgahı okumadan rastgele bir öykü okumak sıkıntılı olacaktır. Muhtemelen tarota ilgisi olanların da daha keyif alacağı gerçeği söz konusu, bizim aldığımız keyif biraz havada kalsa da bazı yerlerde üzerinde ayrıca durulan belirli kartların tarot falındaki anlamını öğrenmek için internetten kartı araştırdığımda hikayeler için hiç de önemi olmadığını gördüğümde Italo Calvino'nun şakacı bir kişiliği olduğunu da düşünmedim değil.

26 Şubat 2018 Pazartesi

Yeryüzü Müzesi


 Yeryüzü Müzesi, Bilimkurgu Kulübü isimli internet portalını da kapsayan, aynı isimli kulübün bir ürünü, İthaki Yayınevi tarafından basılan kitap, kulüp üyeleri tarafından bir araya getirilen on sekiz Türk bilim kurgu yazarının birer öyküsünü içeriyor. 

 Benim kitaptan haberdar olma sürecim, kitapta bir öyküsü bulunan arkadaşımın haber verişiyle başladı, "Böyle bir oluşum var, benim de bir öyküm yer alacak," diye anlattığında epey heyecanlandım ve doğal olarak henüz basılmadan kitabı beklemeye başladım. Öyküsü bu seçkide yer alan arkadaşım bilim kurgu öyküleri yazan, hatta bu dalda ödülü olan bir yazardı ancak diğer yazarlar hakkında önceleri hiçbir fikrim yoktu ki kitabın arka kapağı internette paylaşıldığında kitabı daha da büyük bir ilgiyle beklemeye başladım çünkü hiç yabancı olmadığım isimler de bu seçkiye dahil edilmişti. Çeşitli dergilerden, internet sitelerinden, seçkilerden aşina olduğum yazarların da bu kitapta öyküleri olduğunu öğrendiğimde güzel bir kitap okuyacağımızdan emin oldum.

 Kitapla ilgili söylenebilecek çok şey var, yerli bilim kurgu hakkında söylenecek şeylere kapı aralayacak şeyler, bu bir "Türk yazarlar seçkisi" olarak oluşturulduğu için söylenecek hiçbir şey yerli bilim kurgu öykücülüğünden ayrı tutulamayacaktır. Ancak tam da bununla ilgili bir şey söyleyerek başlamak isterim, öykülerde yöresellik ön planda tutulan bir detay olmamış ve ben bundan şikayetçi olmadım. Türk yazarların bilim kurgu öykülerini okurken dünyanın herhangi bir yerinde yazılmış olabilecek öyküler okuduğunuzu düşünüyorsunuz, belki kimi yerlerde satırların aralarından çeviri tadı bile geliyor fakat bu bence bir kusur değil. Bilim kurgunun kendine has evrensel bir dili olmasından kaynaklanan bir özellik olmalı bu, belki bir gelecek öngörüsü kim bilir, gelecekle ilintili öykülerde genellikle aynı üslubun kullanılması bir tesadüf olamaz, belki de yöreselliğin tamamen kaybolacağı evrenlere dair hikayeler anlatılırken Türk olmanın ön planda tutulması bence saçma bile olurdu. Bilim kurgu edebiyatı bence yöresel üslubu da ancak bir yere kadar kaldırabiliyor, hatta  en çok kaldırabildiği yöresel üslup da bence uzak doğu kültürü ve oraların üslubu, hem teknoloji ve bilimde gelişmiş, hem de geleneklerine bağlı kalmış toplumların üslubu, kültürü, bilim kurguda sırıtmıyor ancak Türk kültürüyle bir arada düşündüğümde, bence yöresel üslubu tadında yediremediğiniz bir kurgu, "Türkler uzaya gitse ne olur? Türkler geleceğe gitse ne olur? Türkler uzayda mangal yaparken..." tadında bir parodi gibi kalıyor. İşte tam bu sebeplerle bu kitaptan o kadar da yöresel bir tad alamamak benim canımı sıkmadı. Ne güzel evrensel kalitede öyküler oluşturulmuş, hatta yine de Türk kültürünün kendini belli ettiği öyküler var, Türk tipi akrabalığın, Türk şehirlerinin kültürlerinin, Türk alışkanlıklarının yer aldığı hikayeler de yok değil. 

 Kitapta yer alan öyküler, bilim kurgunun her alt türünden en az birer örnek içeriyor diyebilirim, komedi öyküleri de var, siberpunk öyküleri de var, varoluşçu bilim kurgu örnekleri de var, korku da var, uzay operası da var, fütürist öyküler de var, distopya da var. Bir tek steampunk örneği bulamadım galiba, hatta aklıma da geldi, Türkçe yazılmış, Türk kültüründen beslenmiş bir steampunk öyküsü bence çok yakışıklı olabilirdi, bu ülke İhsan Oktay Anar çıkarmış bir ülke... Ancak o kadar güzel bir öykü seçkisi yapılmış ki, bilim kurgu edebiyatına pek yatkın olmayan bir okura türe giriş dersi niteliğinde bir seçki olarak tavsiye edilebilir, bir öyküyü beğenmese, beğeneceği başka bir öykü mutlaka olacaktır. 

 En beğendiğim öyküler kitabın giriş öyküsü olan, adıyla okuyucuyu selamlayan İlk Temas, bir Black Mirror güzellemesi gibi duran Dünya Utanç Günü, sevgili arkadaşımın ilk kez bu kitabın sayfalarında okuduğum öyküsü Bir Sobeski Deneyi, A-T-G-C, Son Yolculuk, Selfie ve gülümseten Gaita oldu. Kimileri benzer üsluplara sahipken kimileri de birbirlerinden fersahlarca uzak kalemlerden çıkan bu on sekiz öyküyü ustalıkla seçip bir araya getiren Bilimkurgu Kulübü'nü çok içten bir şekilde tekrar kutlarım. Seçkiye yerleştirilen son öykü Müfit Özdeş'e ait, usta bir bilim kurgu yazarını da konuk etmeleri, Müfit Özdeş'in de bu seçkiye katılmayı kabul etmiş olması ne kadar hoş. Üstelik bu kitap için Ursula K. Le Guin'in yazdığı bir arka kapak yazısı da bulunmakta ki zannedersem kendisinin aramızdan ayrılmadan önce bir kitapta basılan son yazısı bu yazı. Ortaya oldukça özenli, temiz bir iş çıkmış ve bu işi bilim kurgu okurları olarak bağrımıza basmak da bizim içimizden gelen bir görev olmuş resmen, bunca özenli ve güzel bir kitabı beğenmemek resmen kibirlilik olur. Kanımca ülkenin bilim kurgu edebiyatında usta kalemlerinin yeni öyküleri ile birlikte taptaze kalemlerinin okuyucuyla tanıştığı bu kitap, bu kadar sayılı örneği olan bir iş için pek üst raflarda, kitapta yer alan herkesin eline sağlık.
Related Posts with Thumbnails