27 Eylül 2011 Salı

Millenium Serisi (Stieg Larsson)

Image and video hosting by TinyPic

Millenium üçlemesininin ilk kitabını daha önce Merope şu linkte yazmıştı. Aslında ben bugün tüm seriyi ele almak istiyorum. Uzun bir seri olarak planlanmış, lakin yazar hayatını kaybedince üç kitap ve bir yarım kitabı ardında bırakmış. İlk kitap Kadınlardan Nefret Eden Adam yani bizde Ejderha Dövmeli Kız, büyük yankı uyandırdı. Bir kayıp kız üstüne kurulu arka planda ise karakterlerin kendine özgü hayatlarından kesitler sunan kitap, sonrasında öyle hızlanıyor ki, bırakamıyorsunuz.

Mikael Blomkvist başarılı ve güvenilir bir gazeteci iken, kanıtlayamadığı bir haber yüzünden mahkum olur, insanların güvenini sarsar. Bir anda beklemediği birinden araştırma görevi alır, Harriet Vanger'ın kaybolmasını araştırmaya başlar.
Sonrasında kitabın kilit ismi Lisbeth Salander'ın onu araştırdığını öğrenir ve yardım ister.
Lisbeth Salander ise vasisi olan sorunlu görünen bir genç kızdır. Görünmeyen yanı ise inanılmaz yetenekli bir hacker ve araştırmacı olmasıdır.
Lisbeth ve Mikael yıllardır çözülemeyen cinayetin yada kayıp vakasının peşinde hiç beklemedikleri bir sonuçla karşılaşırlar. Ve Mikael'in yeniden itibarını kazanmasına yardımcı olur Salander.
İkinci kitap Sally'nin (Salander) yolculuklarıyla başlıyor. Stockholm'e dönünce ilgisini eskilerden bir isim çekiyor.
Zala.
Aynı zamanda Dag isimli Millenium'daki bir gazeteci'nin araştırmasında da yer alan kilit isim Zala.
Ve 3 cinayet olayı ve oklar Lisbeth Salander'ı gösteriyor. Bir anda İsveç'in en tanınmış ismi haline geliyor.
Mikael Blomkvist ise bu olayı araştırırken, Lisbeth'e yardım etmeye çalışıyor. Geçmişindeki esrar perdesini çözmek için uğraşıyor.

Ve son kitapta taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Lisbeth'in 12 yaşından beri üstüne oynanan oyunlar bir bir ortaya çıkıyor.

Kitaplar çok aşırı sürükleyici, nasıl okuduğunuzu bilmiyorsunuz. En çok güldüğüm şey ise medyanın her yerde aynı olduğu. Bizim medyamızda da birinin adı bir cinayete karıştıysa, siyah giyiyorsa, dövmeli, piercingliyse hemen "satanist tarikata mensup" yaftası yapıştırıp, ardında satanistler var derler. Aynı şey Lisbeth Salander'ın da başına geliyor. Medya günlerde ıncık cıncık hayatını didikliyor. Lakin en önemli konulara değinmeden!
Okurken fark etmeden kendinizi bir kahve suyu koyarken yada pizza ve sandviç canınız isterken bulabilirsiniz. Karakterler başka bir gıda ile beslenmiyorlar çünkü.

Lisbeth Salander.
Üstüne söylenecek çok söz var. Benim şahsen en favori kitap karakterim oldu.
Asperger Sendromlu, fotografik hafızalı, çocukluğunda şiddeti yaşamış, süper zeki, içine kapanık, çok etkileyici ve baskın bir karakter. Çok ağır bilim ve matematik kitaplarını okuyup, denklemler üstüne kafa yoran bir nevi dahi.
Aynı zamanda nam-ı diğer "kadınlardan nefret eden adamlardan nefret eden kadın"
Salander'ın felsefesi "eğer biri sana silah çekerse, sen daha büyük bir silah bul."
Çünkü yıllarca kendini böyle savunmuş, böyle korumuş. Nils Bjurman'ın tecavüzünden sonra ona yaptıkları ve üstüne yazdığı "Ben sadist bir domuz ve tecavüzcüyüm" dövmesi ile bunu iyice gözler önüne seriyor.
Ve İsveç'in bir numaralı, dünyanın ise sayılı hackerlarından. Özellikle WASP nickname'i ile beni benden aldı.

Yazar öldüğü için sanırım Lisbeth'i çok özleyeceğiz. Daha aydınlanmamış konular vardı, mesela ikizi Camilla'ya ne olduğu ve tüm sırtını kaplayan ejderha dövmesinin anlamını.

Kitaplardan sonra sıra tabi filmlere geliyor. 2009 İsveç yapımı filmleri mutlaka kitaplardan sonra izleyin. Filmlerde çoğu olayı anlatsalar da detaylara takılan ben, burası böyle değildi'lerle izledim. Özellikle Lisbeth'in hastane odasında hackerlık marifetlerini konuşturduğu o sahnelerde, Erika Berger'in sapığını bulma çabasını filmde göremedik. Mesela bence o hikayede Lisbeth'in sevmediği Erika'ya yardım edişi yine bir "kadınlardan nefret eden adamlardan nefret eden kadın" olduğu gerçeğiydi. Yine Erika yüzünden Kalle Blomkvist'e kızgın olduğu olayını hiç göremedik. Küçük ayrıntılar dışında filmler gayet izlenilir tabii.

Ve Amerikalılar da eksik kalırlar mı? Kalmazlar. David Fincher da el atmış. Şimdiye kadar gördüğüm trailer'larından edindiğim bilgiyle hiç fena görünmüyor. Soundtrack'ta Trent Reznor&Karen O etkisi ile kalbimizi çaldı zaten. Baş rollerde Bond Daniel Craig, Rooney Mara ve Stellan Skarsgård var.

Hemen aklımızda Naomi Rapace mi? Rooney Mara mı? geçiriyoruz tabi.
İsveç yapımızdaki Naomi Rapace çok iyi oyunculuk sergilemesine rağmen, Lisbeth için fazla iddialıydı. Lisbeth kimi yerde insanların "hayalet" gibi tabir ettikleri biri, bu anlamda Rooney Mara çok gitmiş role. Ama izlemeden karar vermemek lazım.



Peki sizce hangisi?
Image and video hosting by TinyPic

3 yorum:

  1. ilkinı okudum gerisi duruyo.

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir seriydi önce kitabı okunup sonra flimi izlenmeli ...

    YanıtlaSil
  3. Muhteşem ötesi bir seri, okuyanı içine sürükleyen cinsten. Okumayan arkadaşlar varsa şayet ben de şiddetle tavsiye ederim.
    Bu arada ben İsveç versiyonunda ki Naomi'ye hayran kalmıştım. Keşke filmin Amerikan versiyonu çekilmeseydi. =/

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails