16 Eylül 2020 Çarşamba

İnci Gibi Dişler: Şehrin Başka Yüzleri

 



    Zadie Smith, yıllardır "Gencecik ve çok şey vadeden, pırıl pırıl bir yazar!" tanıtımı ile gördüğüm, uzun süredir menzilimde olan bir yazardı. İlk romanı İnci Gibi Dişler, ona bu nitelikleri kazandıran romanı, kendisi bu romanı yirmi bir yaşında yazmış, ne güzel bir iş yapmış, bu kadar çok katmanlı bir romanı bu kadar güzel gözlemleme becerisiyle her karakteri iliklerine kadar gerçekliğini yansıta yansıta yazabilmek büyük bir başarı hakikaten. Hatta hakkında bu romanın ilk seksen sayfasıyla bir yayınevine başvurup yüklüce bir miktar avans aldığı ve "Lütfen bu romanı çabucak bitirip getirin de basalım!" diye teşvik aldığı rivayeti de mevcut ki bu rivayete kayıtsız şartsız inanabiliriz. Roman, en başından "Vay canına, ne okuyoruz böyle?" dedirtiyor çünkü. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin en güzel şehirlerinden birinin kenar mahallelerindeyiz, mültecilerin yoğunlukta olduğu ve birbirinden dünyalar kadar farklı kişilerin bir araya geldiği bir ortamda ne kendi toplumlarının özelliklerini bir kenara bırakabilen, ne de gerçek birer İngiliz gibi yaşamayı becerebilen, tam anlamıyla arada kalmış iki aile ve bu ailelerin geçmişleriyle beraber kendilerinin yetiştirdikleri altsoylarının geleceklerini inceliyoruz Zadie Smith ile birlikte, ne olacak İkbal ve Jones ailelerinin halleri?

    Archibald 'Archie' Jones ile Samet 'Sam' İkbal, bir savaşta birlikte savaşmış iki arkadaş, "asker arkadaşları." Asker arkadaşlarının pek çoğu gibi kendilerini kan kardeş ilan etmişler ve birbirlerine her koşulda destek olacaklarına söz vermişler, üstelik olabilmişler de. Roman, Archie Jones'un intihar kararıyla başlıyor ve intihar etmeye karar verip bu kararından vazgeçtiği günün, kimi radikal hristiyanların dünyanın sonu olduğuna inandıkları bir yeni yıl günü olduğunu, sabaha karşı rastgele katıldığı bir Dünyanın Sonu Partisi'nde öğreniyor. Manyak bir roman girişi, öyle değil mi? Bu, romanın size sunacağı şeylerin yanında devede kulak olarak kalacak üstelik, dünyada ne ilginç şeylere inanan, ne garip ritüelleri olan toplulukların varlığıyla tanışacaksınız. Arada kalmışlığı, aile kavramını, evliliği, sadakati, romanın geçtiği tarihlerde çokça kenarda kalmış dini ve politik görüşleri, azınlıkların kimlik sorunlarını, toplumdaki genelgeçer güzellik kavramını, bu güzelliğe dair dayatılmışlıkların ergenlik çağındaki gençlere verebileceği zararı, ah en çok da ergenlik problemlerini, hepsini Zadie Smith o kadar incelikle, o kadar eğlenceli ve akıcı bir üslupla anlatmaya çalışmış ki roman ellerinizde akıp gidiyor. Üç farklı aile var gündemimizde: Jones ailesi, İkbal ailesi ve daha sonralarda karşımıza çıkacak bir de Chalfen ailesi, ki Chalfen ailesini ben inanılmaz biçimde Me and Earl and the Dying Girl * filmindeki aileye benzettim. Bu üç farklı aileyle birlikte önümüze "İyi aile nasıl olur?" ya da daha doğrusu "İyi aile var mıdır?" sorularını da bırakıyor Smith, bir ailenin çocuk sahibi olması oldukça kolay bir iş, peki bir çocuğu nasıl yetiştirmek gerekir? 

    Romanın çevirisi Mefkure Bayatlı'ya teslim edilmiş. Kesinlikle eleştirmeyeceğim çünkü çeviri de çok güzel, akıcı ve tertemiz bir şekilde ilerleyip hiçbir şekilde kötü olarak değerlendirilecek bir hale gelmiyor, Mefkure Bayatlı'nın işinin çok da ehli olduğu her anlamda belli. Ancak, Zadie Smith'in henüz yirmi iki yaşında yazdığı bu romanı 1943 doğumlu bir çevirmene teslim etmek, belki sadece bu anlamda yanlış bir tercih olabilir. Çünkü okurken bazı deyimlerin kullanılışında, bazı diyaloglarda aslında yazarın orijinal anlatıda kullandığı sözlerin, benzetme yaptığı konuların başka bir şey olduğunu sezebildim, biz sonuçta İngiliz filmlerini ve dizilerini günümüzde daha yoğun izliyor, İngilizce kalıplarla daha yoğun karşılaşıyoruz. Belki çoğu okur için önemsiz olabilecek minik bir ayrıntı, üstelik roman da sonuçta günümüz İngiltere'sinde de geçmiyor ama Zadie Smith'in biraz daha genç olan dili belki çeviride bir nebze kaybolmuş olabilir, bu tamamen benim, kitabı orijinal dilinden okumadan yaptığım ufak bir tahmin ve kesinlikle çevirinin kötü olduğu anlamına da gelmiyor.

    Uzun lafın kısası, benim gibi Zadie Smith'in adına epeyce rastlayıp da kendisinin yazdığı sayfaları elinde tutmamış olanlar, mutlaka İnci Gibi Dişler'e bir göz atsınlar, edebiyat dünyasına çok güzel bir giriş, çok iyi bir ilk roman, uzun ve ayrıntılı bir kan bağı anlatısı, bir yerinde bile sıkmadan, karakterlerin gerçekliğini buram buram hissettiren bir hayat kesiti. Çok güzel bir gözlem yeteneği, iyi bir kalem, Zadie Smith'in diğer romanları da artık görüldükçe alınacak romanlar kategorisine girdi.


* Me and Earl and the Dying Girl, 2015, Alfonso Gomez-Rejon

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails