30 Eylül 2012 Pazar

Yukarı Mahalle, Steinbeck


John Steinbeck'in orijinal adı Tortilla Flat olan, Türkçe çevirilerinde Yukarı Mahalle ya da Kenar Mahalle ismiyle basılan romanı, aslında aynı yerde, aynı kişilerin başından geçen çeşitli olayların küçük küçük hikayeler halinde anlatılmasıyla oluşmuş.

İlk başta hapisten kaçmış, işsiz güçsüz Danny'i tanırız ve hikaye Danny ile Pilon'un birbirlerinin fakirliğine, ızdırabına ortak olduklarında arkadaşlıkları sayesinde her şeyin altından kalkabileceklerini fark etmeleriyle başlar. Birinin cebine giren birkaç dolarla birlikte yemek yerler, birinin eline geçen bir şişe şarabı birlikte içerler, ikisi de evsiz ve işsiz, sokak sokak, orman orman dolanmaktalarken Danny'e bir gün iki ev miras kalır. Kendine miras kalan iki evle birlikte toplumdaki statüsü bir anda değişen Danny, bir evinde kendisi otururken diğer evini de Pilon'a sözde kiralar ama Pilon'un Danny'e hiç kira ödemeyeceğini ikisi de biliyorlardır. Pilon, Danny'e kira ödemediği için kendini suçlu hissetmeye başlamışken eve başka bir kiracı daha alır, onun da kendisine hiç para ödemeyeceğinin farkındadır ama olur a Danny bir gün kendisinden kira isterse "Yeni kiracı da bana kendi kira payını ödemiyor Danny, ondan kira ödeyemiyorum!" diyebilecektir. Arkadaşlıklarının bu kira meselesi yüzünden gitgide bozulacağının farkında olan Danny de Pilon da sıkıntıdan geceleri uyuyamamaya başladıklarında Pilon'un oturduğu ev yanar ve Pilon da diğer arkadaşını da alıp Danny'nin Yukarı Mahalle'deki evine taşınır, artık ne kiracı ne de ev sahibi kalmıştır, hep birlikte aynı evde yaşayan kafadarlar, hayatlarına pek çok dost daha dahil edecekler, pek çok badireler atlatacaklardır.

Yukarı Mahalle, tam bir kenar mahalle romanı. Günübirlik işlerde çalışan insanlar, çingeneler, ellerine geçen üç kuruş parayı içkiye yatıranlar, evde aç bekleyen çocuklar, yaşı geçkin ama parası olan kadınları mutlu eden parasız erkekler, kendilerine mutluluk aramak için gelen erkeklerden şarap ya da başka hediyeler talep eden kenar mahalle dilberleri, kendilerine bile bakamayacak durumdalarken hayvan sevgisinden vazgeçemeyip pek çok köpek besleyen zavallılar, ama hepsinin kendi hikayesi, hepsinin ayrı bir öyküsü ve dostluğu olmasıyla ağzınıza bir parmak bal çalmayı da çok iyi beceren bir fakirlik hikayesi. Her bölümde hikayeye dahil olan birilerinin öyküsünü ya da ana karakterlerin başlarından geçen değişik olayları okurken Yukarı Mahalle'ye hiç yabancılık çekmemeye başlayacak ve sonunda sanki kendinizi Yukarı Mahalle'deki evlerden birinde oturuyormuş gibi hissedeceksiniz.

Lisa Gardner | The Third Victim ★★★

The Third Victim, kelepirden 1 TL'ye aldığım kitapların bir diğeri (Bkz. Carlene Thompson - Since You Have Been Gone).

Şayet az da olsa polisiye okuyorsanız Lisa Gardner'ın adını muhakkak duymuşsunuzdur. Kadıncağız, çoğu zaman başarılı kitaplar yazsa da Dan Brown'ın, Tess Gerritsen'in ya da Agatha Christie'nin gösterdiği tutarlılığı bir türlü gösteremiyor. Çok satanlar listesine giren çok sayıda kitabı var, çoğu rahatlıkla okunabilir kitaplar lakin "Tanrım! Ne heyecandı!" dememe neden olabilecek Gardner romanı pek az.

The Third Victim, içinde işlenen olaydan ziyade Gardner'ın daha sonraki kitaplarında da bol bol karşılaşacağımız Dedektif Rainie ve FBI /Davranış Bilimleri/Profil Uzmanı Pierce Quincy'nin tanıştığı ve beraber ilk vakalarını çözdükleri kitap olmak açısından önemli. Bu nedenle, Gardner okumaktan zevk alan okuyucuların söz konusu ana karakterlerin geçmişlerine dair bilgi edinmek için okumaları gereken bir kitap.

~

Rainie trajik bir geçmişe sahip. Bir gün eve döndüğünde alkolik annesini salonlarında ölü buluyor. Onu bulan polisler Rainie'nin her yerinin beyin parçalarıyla kaplı olduğunu söylüyorlar.. Rainie büyüyor, yaşadıklarından ve geçmişinden uzaklaşmak ve okumak amacıyla yaşadığı küçük kasabadan ayrılıyor; polis oluyor ve işlenen en büyük suçun marketlerden içki çalmak olduğu küçük kasabasına geri dönüyor.

Ancak bir gün hiç beklenmedik bir olay yaşanıyor. Kasabadaki okulda bir öğrenci ateş açıyor. Ölüler... Yaralılar... Ve olaylar tam bu noktada arap saçına dönüyor; tutuklanan çocuk suçunu itiraf ediyor ancak durmadan bir cümleyi tekrarlıyor: "I am smart!"

Aynı anda, okullardaki vurulma olayları hakkında genel bir inceleme yürüten Özel Ajan Quincy de bu vakaya atanıyor. Deneyimli FBI ajanı ile deneyimsiz kasaba polisi bir araya gelip olayı çözmeye çalışıyorlar. Ama ters giden, garip birşeyler var.

~

Gardner, Amerika'da sıklıkla yaşanan okullardaki vurulma olaylarına derinlemesine dalmış. Vurulan çocukların dramı kadar ateş açan çocuğun ailesinin düştüğü durumu da derinlemesine inceliyor. Ancak başlı başına yeterince trajik olan bu olay, Gardner'ın 350 sayfa boyunca heyecanını koruyamamasına ve o noktada Rainie'nin geçmişine dadanmasına neden olmuş gibi görünüyor.

Kitap gerçekten fena değil, ancak polisiye manyaklarının cümleler arasında adrenalin kesecikleri bulma hayallerini de pek karşılamıyor. Hani, olur da polisiyeden vazgeçemiyorsunuzdur ama geceleri uyumadan önce de kitap okuma hevesiniz vardır, ancak heyecan unsuru yüksek bir kitap sabahlamanıza neden olacaktır ve o yüzden gece kitap okumalarına hiç bulaşmıyorsunuzdur. İşte The Third Victim tam olarak sizin aradığınız kitap olabilir.

Öpücükler!

Şimdi ve Daima,Ray Bradbury




Yazarın 2 kısa romanının toplandığı kitabı.İlk kısa romanın konusu uzay boşluğunda dev  beyaz kuyruklu yıldızı avlamaya niyetli kaptanın ve tayfasının öyküsü.Uzayda geçen bir Moby Dick kısaca.Melville'in Moby Dick filminin senaryosunu yazarken çok etkilendiğini itiraf ediyor yazar.Açıkcası Melville'in eseriyle karşılaştırılmamalı çünkü çok hoş oturmuş bir konsept.Ben okumaktan çok keyif aldım.Bilimkurguyu ve önceki eserin göndermelerini çok etkili harmanlamış bu hikayede.

Diğer kısa roman ise,hiçliğin ortasındaki bir kasabaya yolu düşen genç bir gazeteciyi anlatıyor.Bu hikayede fantastik öğeler daha yaygın,bilimkurgu ekolüne dahil değil.Ancak şiirsel üslubu,saran yazım tarzıyla okuması son derece keyifli bir hikaye olmuş.Bu hikayeyi yazar hayranı olduğu Katharine Hepburn'e ithaf etmiş.Hikayedeki ana karakterlerden birini şiirsel dokunuşlarla anlatıyor olması,hayranlığının boyutların göz önüne açıkça seriyor.

İki kısa romandan da çok keyif aldım.Eğer akıcı,şiirsel öğelerle süslenmiş,rahat okunacak bir kitap arıyorsanız onu buldunuz.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

28 Eylül 2012 Cuma

Aşk ve İrade,Rollo May



Rollo May'ın 1969 tarihinde basılmış olan kitabı.Yazar çağın hastalıklı kabullerine ve eksikliklere uzun uzun değinmiş.Aradan 40 yılın üzerinde zaman geçmesine rağmen sorunların aşılmadığı ve yazarın çıkarımlarının doğruluğu eserde açıkça görülebilir.Viktoryen dönemin baskıcı,kişinin kendi bedeni ve arzularından tiksinmesine neden olan kabullerinin Freud'la beraber çöküşünün insan algısı için bir altın çağ başlatmadığını gösteriyor bize May.Aksine serbesti bulan arzuları,dayanaksız ve irade yoksunu yaşantılamanın ciddi bunalımlara ve yalnızlığa dönüştüğünü,kişilerin sonunda kayıtsızlaştığı yapay ve tatsız hayatlara neden olduğu çıkarımlarını yapıyor.

Birbirlerine ters kavramları ustaca birleştiriyor ve bize içinde irade,seçenek olmayan ilişki ve insanların yarım kaldıklarını terapi kayıtlarından da yararlanarak sunuyor.Kayıtsızlığın yükselişini irdeliyor ve yeni hedonist çağın mutlu ve özgür bireyler yerine tatminsiz ve bağımlı kimseler yarattığını açıklıyor.Neden ve nasıllarını güçlü alıntılar ve referanslarla destekliyor,çıkarımlarında hiç açıklık veya zayıf nokta bırakmamaya özen gösteriyor eserinde.

Ancak konuyla ilgili referansları ve dilinin ağır olması ciddi eksiler,herkesin keyifle okuyabileceği bir eser değil.Konuyla gerçekten ilgilenen,iç ve dış dinamiklerin irdelemesini merak eden kimseler hariç ağır makalelerle dolu bir eser.

Konuyla ilgili olarak kişisel merakınız varsa yazım dili daha rahat,anlaşılır ve akıcı olan bir kitap önerebilirim:Ayala Malach Pines'in "Aşık Olmak" adlı eseri.Bu eserin daha aydınlatıcı ve akıcı olduğu düşüncesindeyim.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

23 Eylül 2012 Pazar

Resimli Adam,Ray Bradbury





Ray bradbury’nin Mars Yıllıkları’ndan sonra yazdığı kitap.1951 tarihinde basıldı.Tıpkı Mars Yıllıkları(Gümüş Çekirgeler) gibi kısa hikayelerin toplandığı bir eser.Hikayelerin hepsinin dokusu ve tadı farklı,teknoloji ve insan psikolojisi üzerine çok sayıda çıkarım ve varsayım bulunduruyor.Bu hikayeler bize kasaba kasaba dolaşan bir adamın bedenindeki dövmeler olarak aktarılıyor.Resimli adam,hiçbir yerde uzun süre kalmaz,hep hareket halindedir.İnsanlar onun bedenindeki sanata hayran kalırlar ve merak ederler. O,onlarca serbest hikayenin aktığı bir çerçevedir insanlar için.Ancak onun bedenindeki resimler sıradan dövmeler değillerdir.Resimli adamın gelecekten geldiğine inandığı yaşlı bir kadın yapmıştır dövmeleri ve hepsi birer sanat eseridir.Yeterince uzun süre bakarsanız resimler size bir hikaye anlatırlar,hepsinin hikayesi farklıdır.İnsanlar bu hikayeleri öğrendikten sonra ondan uzaklaşır ve korkarlar…

Ölümden,inançlara,ırkçılıktan,nükleer kıyamete,insanın yalnızlığına ve yıkıcı doğasına,teknolojinin karanlık yanlarına kadar bir çok konuda kesitler sunar yazar.Bizi bize anlatır,hikayeleri karanlık ve genelde hüzün doludur.İnsanın eksiklikleri ve korkuları son derece ince dokunmuştur hikayelerde.Bazı hikayeler ortalama,bazıları saçma gelebilir belki;ancak yazıldığı yıllara baktığınız zaman hayalgücüne hayran kalmamak elde değil.Bazı hikayeler sahiden sarsıcı:Açıkçası benim favorim “Kuklalar A.Ş.” oldu.Bu hikayede Bradbury,insanın  sevmekte bile ne kadar aciz kaldığını güzel yermiş.

Kitabın eksikleri elbette var,bir şaheser değil.Ancak dürüst,cesur  ve samimi çoğu yerde.Ben okumaktan gerçekten keyif aldım,eğer kısa bilim kurgu öyküleri sizi çekiyorsa veya yazarın daha önce bir eserini okuduysanız(Fahrenheit 451 vs.)yabancılık çekmeyeceksiniz.Bir spoiler vermeden geçemeyeceğim,”Resimli  Adam” motifini yazar çok beğenir ve bir diğer kitabında tekrar kullanır,bu kez antagonist olarak…”Uğursuz Bir Şey Geliyor Bu Yana”’da tekrar karşılarız Resimli Adam’la.Umarım okumaktan sizde keyif alırsınız,başka incelemelerde görüşmek üzere.

“Her resim ufak birer hikayedir.Onları seyredersen birkaç dakika içinde sana bir öykü anlatırlar.”

21 Eylül 2012 Cuma

Yıldız Gemisi Askerleri;Robert A.Heinlein




Kitap 1959 yılında basıldı,ertesi sene Hugo ödülünü aldı.Robert A.Heinlein'ın 1. tekilde yazdığı ana karakteri Juan Rico'nun "Mobile İnfantry"'e katılması ve ardından yaşadıklarını anlatan roman.Baştan belirteyim ben Türkçesini bulamadım Pdf veya Word'de okumayı sevmediğim için Audiobook olarak dinledim.

Hala gözünüz korkmuyorsa başlayalım...

Juan Rico,zengin bir ailenin tek çocuğudur,okulda başarılı değildir ve olmasına gerek de yoktur.Ancak sınıf arkadaşı olan Carmen'e duyduğu aşk yüzünden (onu cehennemin dibine dek takip etmeye kararlıdır) derslerine asılır.Onunla beraber askeri akademiye girmeye kararlıdır.Ancak işler beklediği gibi gitmez,Carmen yüksek puanlar alır ve pilot olur,Rico ise Kıyma Makinesine(fresh meat for the grinder) atılacak basit piyadelerden biri olmasına yetecek kadar puan çıkarır.Yolları ayrılır,ancak Rico umudundan vazgeçmez;bir gün tekrar görüşeceklerine olan inancı,ailesine baş kaldırmasına,mirastan olmasına ve basit piyade yaşamını seçmesine neden olur.Daha sonra Rico askeri yaşamla özdeşleşecek ve Carmen'i unutacaktır.İyi bir asker olacaktır...

Rico'nun ağzından hikayesini dinleriz onun çektiği zorluklar ve zaferlerini paylaşırız.Heinlein detayları ve klişeleri o kadar yerinde ve etkili kullanır ki;askeri yaşamla ilgili bilmediğiniz en ufak ayrıntı kalmaz ve bu esnada sıkılmazsınız.Heinlein'ın bu kadar ayrıntıya nasıl girebildiğini ise şöyle açıklamak yerinde olacaktır:Amerika Birleşik Devletleri Deniz Harb Okulu'ndan mezun olduktan sonra USS Lexington ve USS Roper'de teğmen olarak 5 sene görev yapmıştır yazar...

Kurduğu totaliter ve militarist toplum "Gaziler" denen askeri bir yaşlılar meclisi tarafından yönetilir.İnsanlar ikiye ayrılır:"Siviller" ve "Vatandaşlar".Sivillerin toplumsal hak ve özgürlükleri kısıtlıdır,çocuk yapma izni için dahi vatandaş olma gerekliliği vardır.Vatandaş olmak için en az 2 sene askerlik yapma yükümlülüğü bulunmaktadır(tanıdık geldi mi?).Ancak "Böcekler"'le olan savaş çoğu askerin geri dönmemesine neden olmaktadır.Bu bitmeyen savaşın ne kadardır sürdüğü belirtilmez,askeri jargondaki karşılığı "Kıyma Makinesi"'dir.Geri dönebilenler,ileride Gazi dahi olma şansına erişirler;tüm kapılar açılır onlara.Yazar savaşın yıkıcılığını,militarist toplumun korkunçluğunu anlatırken o kadar iyi savunur ki o militarist toplumun değerlerini,çağın eleştirmenleri onu "pis bir faşist" olmakla suçlarlar...Ki bu çok komiktir.

Filmiyle benzer yanları olmasına rağmen,üzgünüm kitap çok çok ama çok daha iyi.Türün hayranlarındansanız mutlaka okumalısınız.Ben vatani görevime başlamadan önce okudum...İyi ki okumuşum bana beklemem gereken herşeyi önceden gösterdi.Güçlü kurgusu,samimi karakteri ve merak uyandırıcı gelişmeleriyle,Heinlein sizi esir ediyor...Sizi asker ediyor...Umarım benim yazmaktan aldığım keyfi sizde okurken alırsınız.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Come on you apes! You wanna live forever?" Lt.Rasczak

20 Eylül 2012 Perşembe

Kaplan!Kaplan!,Alfred Bester

kaplan-kaplan-alfred-bester


Alfred Bester'in 1956 çıkış tarihli,cyberpunk Monte Kristo Kontu konseptli romanı.Roman çıktığı tarihte adı "Hedefim Yıldızlar" (The Stars My Destination)'dı.Ancak sonraki baskılarında William Blake'in "Kaplan!Kaplan!" (Tyger,Tyger) şiirinin ilk sayfaya eklenmesiyle adı değiştirildi.
Gully Foyle,hikayenin ana karakteridir.Okuma yazması yoktur,iyi para kazanmaz,düşüncesiz kimi yerde aptal,potansiyeli olan ama motivasyonu olmayan bir serseri,tecavüzcü,eğitimsiz aşağılık bir adamdır.Karakter bizi uzayda geçirdiği kazadan sonra içinde bulunduğu gemi enkazının içinde hayatta kalmaya çabalarken karşılar.Yalnızdır,ona yardım edecek kimse yoktur,havası ve yiyecekleri tükenmektedir,ancak ölümü reddeder.Zaten çok iyi durumda olmayan küçücük akıl sağlığını korumak için kendine sürekli bir tekerleme tekrarlar:

"Gully Foyle is my name
Terra is my nation
Deep space is my dwelling place
The stars my destination"

Gully Foyle,onda eksik olan şeyi bulmuştur:Motivasyon.Öfkeyle ve intikam ateşiyle yanmaktadır.Bu yoğun duygular onu kırar,yeni bir insana gebe bırakır.Gully Foyle,onu bu çaresizliğe ve kesin ölüme mahkum eden uzay gemisinden(çok zeki olmadığını belirtmiştim),Vorga'dan intikam alabilmek için yaşamaya ve gelişmeye açar kendini.Enkazdan gemiyi onararak kurtarır hayatını.Artık yeni bir insandır.İnsandan çok daha fazlasıdır:Bir avcı,bir cellattır artık.Gully Foyle böylece bir kaplana dönüşür.Daha sonra egzantrik bir kabilenin yaşadığı asteroide çarpar ve o baygınken aralarına kabul töreninden geçer.Yüzünde artık kaplan çizgilerini andıran şeritler vardır:Öfkesine her yenildiğinde çizgiler kan kırmızı yanarlar yüzünde,nasıl bir canavar olduğunu ortaya çıkarırlar.(Bu ikonik dövmeler iç çatışmayı net bir şekilde yansıtır)Normal koşullarda belli olmayan dövmeler Gully'e zorla kendini kontrol etmesini öğretecektir.

Av başlar...

Gully,kendini yıkar ve baştan yapar,tüm zorluklara intikam güdüsüyle katlanır.O zaten bir kez kırılmıştır,bir daha kırılması mümkün değildir.Sosyal kastın basamaklarını atlayarak çıkar,onu hedefinden alıkoyacak güçte bir şey yoktur.Büyük zorluklardan sonra hedefine ulaşır ancak ödediği bedel çok ağır olur.Gully toplumun üzerinde bir seviyeye ulaşır.Hastalıklı toplumu ve bireyleri yerer,onlara mücadele sunar.Kendi özgürlüklerini söküp almaları gerektiğini haykırır,insanları ve koşulları sarsar:

"Sizi domuzlar!Hepiniz domuzlar gibi çürüyorsunuz.İçinizde çoğu var ama azını kullanıyorsunuz..Düşünmeniz için engellenmeniz gerek.Büyümeniz içinde bir meydan okuma.Kalan zamanınızda yerinizde sayıyorsunuz.İşte size meydan okuyorum!Ölün ya da yaşayıp büyük olun,nalları dikin ya da bana gelin!Ölün kahrolasılar ya da gelip beni,Gully Foyle'u bulun!Sizi büyük yapayım.Size yıldızları vereyim.Sizi adam edeyim!"

Gully Foyle,postmodern bir Monte Kristo Kontudur.Benzer aşamalardan geçer ve sonunda büyük biri olur.Toplumun dışladığı bomboş ve ruhsuz bir adam,"170 gündür ölen ancak henüz ölmemiş olan" o adam skalaları altüst eder:Toplumu kırar ve seçenekleri,olasılıkları aşağıladığı insanlara bırakır.

Bester,gördüğüm en iyi bilimkurgu yazarlarından biri:Kurgusu çok güçlü,akıcı ve sürükleyici.Ele yapışan kitaplardan biri bu.En az bir kez okunmayı talep ediyor.Umarım siz de okumaktan benim aldığım zevki alırsınız.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Tyger! Tyger! burning bright 
In the forests of the night, 
What immortal hand or eye 
Could frame thy fearful symmetry?"

19 Eylül 2012 Çarşamba

Gümüş Çekirgeler(Mars Yıllıkları),Ray Bradbury


Fahrenheit 451’in yazarı Ray Bradbury’nin Mars üzerine yazdığı kronolojik hikayelerinden oluşan kitabı.Genel itibariyle başarılı bir yapıt,her bilimkurgu hayranının okuması gereken kitaplardan birisi.

Bradbury,kitabın genelinde ufak hikayeleri kronolojik sıraya göre düzenlemiş;her bir hikaye farklı bir doku farklı bir konsept sunuyor.Bu açıdan Ben,robot’a benzetilebilir.İnsan kültürü,doğası incelenmiş hikayelerde;karanlık da olsa çarpıcı tespitler var ve tatlı kurgu oyunlarıyla süslenmişler.İnsan doğasının yıkıcılığı sıkça eleştirilmiş,bahane ve yalanlarını yeni “dünya”lara taşıyan insanların hüsran dolu sonları sıkça betimlenmiş.Psikolojik derinlik verdiği karakterlerin çoğu kendimizden bir parça bulup çok da hoşlanmayacağımız özelliklere sahip.Zaten kitabın esas vurucu yanı da burası…Fazla dürüst.İnsanların kendine yıkıcı doğası,çekirge sürüsü anlamına gelen “locust” ile betimlenmiş,bu kavram bilimden güç alan açgözlülüğün ve tahakküm arzusunun doğaya atfı olarak gözüküyor kitapta.İnsanlar,insanlıktan çıkarılmış ve doğanın yıkıcı bir gücü olarak tasvir edilmiş.
Yazarın gücü anlattığı hikayelerin içerisindeki insanların bugün bile çevremizde gördüğümüz zayıflıklarını açığa vurmasında yatıyor bence.
En çok okumaktan keyif aldığım hikaye ise insanlar çoktan terk etmiş olsa dahi günlük işlerini aksatmadan sürdüren otomatik bir evin anlatıldığıydı.Ben o hikayeyi açıkçası,günlük rutinleri arasında robot gibi yaşayan insanlara çok sert ve merhamet yoksunu bir gönderme olarak algıladım.
Sözün özü kitap,son derece başarılı ve kütüphanesindeki sıcak yuvayı açıkça hak ediyor.Ancak eleştirmeden yapamayacağım tek yanı,kurgu oyunlarında kullandığı psikoloji teoremlerinin çoğunun yanlış olduğu…Yazıldığı döneme bakılırsa yazarın bunu bilmesi pek mümkün değil,ancak benim gözüme battı.Benim açımdan zevkli bir molaydı,umarım sizlerde okumaktan keyif alırsınız.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Hayalet Tugay,John Scalzi


Scalzi’nin Yaşlı adamın savaşı’nın devam kitabı.Geçen kitapta bahsedilen özel kuvvetlerin(hayalet tugay) anlatıldığı bağımsız bir hikaye.Bu hikayede bir kolonistin Dna'sından yaratılan Jared Dirac’ın hikayesi ve devasa bir komplo teorisi ön planda.3 büyük ırk KSG’nin sonunu getirecek bir savaşa girmeye hazırlanırken ellerinde müthiş bir koz var:Jared’in Dna'sını aldığı ünlü bilimadamı Charles Boutin…

Kitap ilk hikayenin üzerine çok şey ekliyor.KSG ve Koloni Birliği’nin iç yüzü ve gizemli Hayalet tugayla ilgili birçok detay veriliyor.İkili oyunlar,otorite ve insan olmanın masaya yatırıldığı bölümler açıkçası orjinallikten biraz uzak.Karakter biraz sığ kaçmış ve kişilik sorgulamaları havada kalıyor.Birde karakterlerin ağzından büyük eserlerin eleştirilmesi tuz biber oluyor üzerine(Yıldız Gemisi Askerleri,Ender’in Oyunu vs.).Kurgu içinde önemli açıklar var ancak üstü kapalı davranarak yazar,bu tarz eksiklerin çok göze batmamasını sağlamış.Çok eksik yanı olmasına rağmen son dönemin militarist bilimkurguları arasında en iyilerinden biri olduğunu gözden kaçırmamalıyız elbette.
Kitap akıcı,sürükleyici ve okurken yormuyor.Çok büyük beklentileriniz yoksa çerez gibi keyifle okunabilecek bir kitap.Başka incelemelerde görüşmek üzere...

Yaşlı Adamın Savaşı,John Scalzi


John Scalzi’nin en iyi yeni yazar ödüllü romanı.Açıkçası önyargıyla okumaya başladım çünkü ustaların elinden 2 hugo ödüllü roman(Robert Heinlein-Yıldız Gemisi Askerleri ve Joe Haldeman- Bitmeyen Savaş) okuyunca beklentiler ister istemez artıyor.Kurguyla ilgili tüm önkabullerimi geride bırakmış değilim ancak şunu söyleyebilirim ki bitmeyen savaş ve militarist toplum motiflerine farklı bir bakışı oldu benim açımdan.

Karakterimizin adı John Perry ve kendisi on yıl kadar önce gelen celbe karısıyla beraber yazılmıştır.Ancak karısı anevrizma sonucu hayatını kaybeder ve John’un amaçsız bırakır.Bu dünya üzerindeki işlerini yoluna koyan John gençleştirme terapileri için askere yazılan çok sayıda insan gibi teslim olur ve macerası başlar.
Öncelikle yaşlı insanların askere alınması konsepti saçma gibi gözükse de çok mantıklı,onca senenin tecrübesi ve yaşanmışlıklar nelerin korunması gerektiğiyle ilgili katı kabuller kazandırıyor askerlere.Ayrıca yeni bir yaşama genç bir insan olarak başlamanın cazibesi de işleri kolaylaştırıyor.Ancak ufak mantıksal hatalardan kaçınamıyor yazar.Celplerin mekiklere binmeden son anda bile iptal edilebilmesi açıkçası kavrayamadığım bir motif(askerden yeni geldim).Kimi yerde kurgunun içerisine bilim de serpiştiren yazar çoğu yerde sade hayal gücüyle yazmış ve dayanaksız konseptleri biraz fazla kullanmış.Asker klişelerinin başarılı kullanımını beğenmeme rağmen karakterin kendisini çok kağıttan ve boyutsuz bulduğumu belirtmeliyim;psikolojik derinliğe sahip olmadığını düşündürdü bana.Aynı zamanda tasvirlerin eksik kullanımı farklı ırkları gözde canlandırmayı son derece zor bir hale sokuyor.Kurgu döngüsü içerisinde Yıldız Gemisi Askerleri’nden çok ciddi “esinlenmeler” var:Karakterin gelişim süreci bile aynı şekilde işliyor.
Tüm bu yazdığım olumsuzluklarına rağmen konseptlere yeni bir soluk getirdiği su götürmez.Yazar aynı zamanda teşekkür bölümünde ustalara saygısını sunmayı ihmal etmediği içinde alkış alabilir.
Eğer Militarist bilimkurgular hoşunuza gidiyorsa John Scalzi on ikiden vurmamasına rağmen yeterince yaklaşmış görünüyor.Bir göz atmakta fayda olduğunu düşünüyorum.Ancak ustaların performansına yakın bir şey beklememenizi öneririm.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Sonsuzluğun Sonu,İsaac Asimov


Vakıf serisinin kurucu kitaplarından biri.Zaman yolculuğu ve değişen geleceklerle ilgili olarak yazılmış sürükleyici bir kitap.Diğer Asimov kitaplarının aksine bu kitapta başrol hikayenin kendisi değil,bu kez kanlı canlı bir karakter var:Andrew Harlan.Hikayenin özeti şöyle:
27.yüzyılın sonunda Sonsuzluğun bulunmasıyla insanoğlu geleceğini değiştirme gücüne erişmiştir.Zamanın dışına çıkabilen seçkin bireyler kendi zaman çizelgelerinden koparılıp Sonsuzluk’a götürülür.4 aşamadan sonra Sonsuz olurlar ve birimlerine atanırlar.Bu andan itibaren insanlığın geleceği ve refahı için çalışır,gereken gerçeklik değiştirmeleriyle geleceği yeniden tanımlarlar:Savaşları çıkmadan önlerler,kıtlıkları durdurur zaman çizgileri arasındaki ithalat ve ihracatı kontrol ederler vs.Bu kadar büyük bir güce insanlık hazır mıdır?Hayatlarımızın üzerinde mutlak kontrole sahip bu kimseler bu gücü olgunlukla kullanabilmekte midir?
Karakterimiz Andrew kendi zaman çizelgesinden koparılmış ve bir Sonsuz olmuştur.Yaptığı başarılı gözlemler ve verdiği yerinde kararlarla,en önemli yöneticilerden birinin gözüne girer ve özel asistanı olur,aynı zamanda teknisyen rütbesi alır.Teknisyenler gerçeklik değiştirmelerinden sorumlu olan Sonsuzlardır;izole ve duygusuz bir yaşam sürmektedirler.Andrew iyi bir teknisyendir,ancak bir gün başka bir zaman çizgisinden olan Noys’a aşık olunca tüm değerleri sarsılır.Andrew’in aşkına ulaşma çabası  ve iç çekişmelerini konu alan kitap kurulmuş en sert distopyalardan biri.
Andrew içten içe nostaljik bir karakterdir:Değiştirilemeyen İlkel çağlara ait koleksiyon yapması(27.yüzyıldan öncesi) onu diğer sonsuzlardan ayırmaktadır.Hepsi birer zaman mühendisi olan sonsuzlar tamamen erkeklerden oluşur ve manastıra benzeyen sert bir hiyerarşileri vardır.Bu hiyerarşi içinde en yalnız ve en izole olanları ise teknisyenlerdir.Her sonsuz kendi zaman çizgisine dönme arzusu duyar(sıla hasret gibi) bu onları mutsuz ve ketum olmaya itmektedir.Üzerlerindeki baskılar da azımsanmayacak kadar büyüktür:Yaptıkları değişimlerle astronomik rakamda insanın hayatını değiştirmekte eskiden varolan insanların hepsi,gerçeklik değiştirmelerinde  değişerek farklı kimseler olmaktadırlar;bir yerde ölmektedirler.Bu kadar devasa bir cellatlığı ise yapanlar teknisyenlerdir.Andrew Noys’a aşık olduktan sonra onun olduğu gibi kalması,silinmemesi için tüm değerlerini yıkar,her kanuna karşı gelir ve Sonsuzluğu yıkmayı bile planlar.En önemli yöneticilerden birine olan yakınlığı ve Sonsuzluğu yıkabilecek bilgilere ulaşmasıyla yer aldığı düzenin üzerinde bir noktaya gelir.Sayısız gelecek artık onun merhametine kalmıştır.
Sonsuzlar ölümsüz değillerdir,bedenleri yaşlanmaya devam eder;normal ömürleri dolunca sıradan insanlar gibi ölürler.Zamanda yolculuk yapmanın yaratacağı karışıklıklardan kurtulmak için yıllar fizyolojik açıdan geçen zaman olarak değerlendirilir.Sonsuzların üzerindeki baskıyı azaltmak için evlenme izinleri alma şansları vardır ancak eşleri gerçeklik değiştirmesi yapılınca kaybolur.Sonsuzlar dışında bir aileleri ve aidiyetleri yoktur(kendi zaman çizgileri hariç).Gerçeklik değiştirmelerinin suçu teknisyenlerin üzerine atılır,onlar topluluğun  günah keçisidir.Gerçeklik değiştirmeleri  konusu ziyaret ettikleri çağlardaki kimselerden saklanmaktadır.Böylece hakimiyetlerine gelecek herhangibir tehdit oluşmamaktadır.
Yazar zamansal paradokslardan özellikle sakınmıştır(büyükbaba paradoksu),ancak kimi yerlerde göndermeler yapar;hatta mantıklı açıklamalarla da zaman mühendisliği esnasında çıkabilecek sorunları okuyucuya sıkmadan aktarır.Kurgu son derece güçlü,etik sorgulamalar ve aşka dair çıkarımlarla süslenmiş;aynı zamanda Asimov’un toplum mühendisliği konseptini ilk kez denediği romanlardan biri(Bknz Vakıf).Son derece sürükleyici ve zamansal paradokslardan hoşlananlar(mesela Geleceğe Dönüş) için birebir bir kitap.Benim açımdan çok keyifli bir molaydı umarım siz de zevk alırsınız.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Ben,Efsane!,Richard Matheson

                                   
Richard Matheson’un en güçlü eserlerinden birisi.Kesinlikle sinema versiyonuyla ilgisi yok,şimdiden belirtelim…Eser aslında çok güzel bir kıyamet sonrası roman olma özelliğinin dışında metaforları da ustaca kullandığı için başarılıdır.Açıklayacağım…

Robert Neville,ölümcül bir salgının ardından hayatta kalmış tek insandır.Geri kalan herkes ölmüş,medeniyet çökmüştür.Ancak Dünya’nın başka sahipleri vardır artık:Vampirler…Geceleri hayatta kalan son insanı sığınağından çıkarmak için her oyuna başvuran canavarlardır onlar.
Kurgu 1. tekilden yazılmış ve kıyamet sonrası dünyada hayatta kalma rehberi gibi başlıyor.Aralarda kişisel geçmişe dair anılar ve ayrıntılarla süslenen kurgu güçlü ve keyifli bir okuma sunuyor.Yalnızlığıyla sınanan karakterimiz çoğu kez dışardaki canavar sürüsüne katılma arzusuyla doluyor ancak onlardan biri olma düşüncesinin dehşeti yalnızlığını yeğlemeye itiyor kendisini.Araştıracak başka kimse kalmadığı için salgının nedenlerini araştırıyor ve çeşitli deneyler yaparak rakiplerini tanımaya çalışıyor.Yalnızlığına ufak molalar verilse de,bu molalar daha ciddi yıkım yaratıyor karakterimizde.O bir çağın son temsilcisidir,insanlığın son kalesi onun evidir.
Yazar açıkçası burada değişen topluma ayak uyduramayan kimselerin hikayesini anlatmıştır ancak çoğu zaman yanlış yargılanan bu eser,gene de değerinden bir şey kaybetmez.Neville’in iç çekişmeleri modern insanın yalnızlığından kurtulmak için verdiği çabaların metaforudur.Yazar,sosyal göndermeler ve dini sorgulamalarla eseri süslemiş kuru bir kıyamet sonrası roman olmasını engellemiştir.Yazar, cinayet psikozunun baskısını;rakiplerin canlı olmadığı teziyle önüne geçerek karakterimizin akıl sağlığını korumayı başarır.Ancak bazen bu bile yeterli olmaz…Karısını gömdükten sonra tekrar öldürmek zorunda kalan Neville aylarca kendine gelemez:İçeriden de ihanete uğramıştır kalesi. Ne kadar dirense de düşmanları onun tek zayıflığından faydalanmayı bilirler;yalnızlığı,Neville’in düşüşü olur.
Yazar,kitabının sonunda efsanenin ne olduğunu açıklar;eski çağlara ait,modası geçmiş şey…Ancak dokunulmazdır:Değiştirilemez.Neville amacına ulaşmıştır,o güruha katılmamıştır.Kitap bu şekilde son bulur.İnsan denen şey artık vampir nasıl bir zamanlar efsaneyse,şimdi efsane olmuştur.Toplumsal kalıplar yer değiştirmiştir.Bu değişime ayak uydurmayan insanın hikayesidir Ben efsane.
Yazar,aynı zamanda vampir efsanesine dair özellikleri de mercek altına alır ve mantıklı bilimsel açıklamalar getirir çoğuna.Tek eksik kaldığı konu patoloji ve epidemiyoloji hakkındaki bilgilerdir.Onun dışında başarılı bir roman güçlü,bir bilimkurgu klasiği olduğunu kanıtlıyor her sayfasında.Bana keyifli bir okuma sundu,size de sunacağına eminim.Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Kendini Aldatmanın Psikolojisi,Daniel Goleman


Daniel Goleman,en çok duygusal zeka ve kullanım alanları üzerine araştırmalar yapan bir psikologdur.Duygusal zekanın kurucu babalarından olan Goleman,bu eserinde insanın en zayıf noktası üzerinde yaptığı araştırmaları paylaşmış.Zihinde açılmış boşluklar olan "lacuna"ların tespiti ve onarılmasının imkanı olup olmadığını açıklamış.Günlük yaşamda karşılaştığımız sosyal dinamiklerin incelemeleri yapmış ve bunlarla ilgili yaptığımız yanlış kabulleri ortaya çıkarmış.Mesleki jargonla okuyucuyu sıkmadan,son derece anlaşılır bir şekilde tespitlerini ve çözüm önerilerini paylaşan Goleman;kendimize söylediğimiz yalanları yüzümüze vurmuş,azarlamadan çıkış yolları göstermeye çalışmıştır.
Yazarın en sevdiğim özelliği anlaşılabilir olması,akıcı yazması,bağlantıları güçlü ve yerinde kullanması,herkesin rahatlıkla okuyabileceği kitaplar yazmasıdır.Kendisinin diğer kitaplarını da keyifle ve sıkılmadan okuduğumu belirtmeliyim.Aynı zamanda bireyi savunması ve çözümü bireye bırakması da yazarı diğer psikologlardan ayıran önemli ayrıntılardan biridir.Self-help ve nlp tuzaklarına takılmadan okuyucuya ulaşmayı başarması ise takdire şayan bir şey.

"İnsanın kendine yalan söylemesi,başkalarına söylemesinden her daim daha acıdır."

Carlene Thompson | Since You Have Been Gone


Merhaba!

Uzun zamandır yazamıyorum ancak ev ödevimi ziyadesiyle yapıyorum; merak etmeyin! Hakkında yazacağım onlarca kitap vardı elimde ancak diğer yandan dünyanın en tembel insanıydım! Derken, izleyici sayımızın 1000'i geçmiş olması birden silkinip kendime gelmeme neden oldu; kendinizi bir dizi polisiye kitap okumaya hazırlayın!

~~

Carlene Thompson'ın Since You Have Been Gone'ını İstanbul'daki kitapçılardan birinden, kelepirden aldım. 1 TL idi ve tam olarak bu sebeple, aldım denemez, üstüne atladım denebilir. Yazarı hiç duymamıştım, kitaba dair tek bir fikrim yoktu. Sadece kitabın üzerindeki "Don't Close Your Eyes'ın Yazarından" yazısını görünce "Demek ki kadının en az bir kitabı bir ara ortalığı sallamış" diye düşünerek kitabı satın aldım.

Her ne kadar kitabın adı romantik bir aşk kitabı hissi veriyor olsa da kitap, benden bekleneceği üzere bir polisiye.

Rebecca bir psişik. Çocukluğundan beri yaşadığı onlarca öngörü birçok olayın çözülmesini sağlarken yeteneği en gerekli olduğu anda işe yaramıyor; kardeşi kaçırılıyor ve fidyenin ödenmesine rağmen ölü olarak bulunuyor. O noktada herkes Rebecca'yı suçlamaya başlıyor, küçük kız birden herkesin parmakla gösterdiği, arkasından pısır pısır konuştuğu, üzüntüsünü içine atan, babasız, annesini de alkole kaptıran genç bir kız haline geliyor. Bunun üzerine Rebecca, yaşadığı o küçücük kasabadan şehre kaçıyor, yeni bir hayata başlamak üzere...

Lakin yıllar sonra yaşanan bir olay kasabaya geri dönmesine neden oluyor. Ailesinden başka bir çocuk kaçırılıyor. Ve yine tüm gözler tam o sırada kasabaya dönen Rebecca'ya kilitleniyor.

~~

Rebecca'nın üzerinde hissettiği baskı, korkuları, ailesiyle olan ilişkileri, çocukluk aşkıyla bir araya gelişi, olayların birbirine bağlanışı... Bu kitap, güzel ve sürükleyici bir kitap yazabilmek için gizemli örgütlere, devlet sırlarına, abidik gubidik işlere girilmesine hiç de gerek olmadığını gösteriyor. Kitabın dili çok yalın, olaylar hepimizin başına gelebilecek olaylar... Ancak polisiye bir kitapta olması gereken heyecan unsuru tüm gücüyle ayakta duruyor!

Çok sevdim ben! Çok!

Her ne kadar tüm polisiye severlerin bu kitabı okumasını istesem de ne yazık ki Carlene Thompson'ın tek bir kitabı bile Türkçe'ye çevrilmemiş. Buna ek olarak, İngilizce'sini de ne kadar bulabilirsiniz bilemiyorum, zira benimki tamamen şans olmuş!

Bu kitabı okuduktan sonra çevremdeki tüm sahafları gezdim. Kadının Don't Close Your Eyes'ını da okumak istiyorum ancak hiçbir yerde bulamadım. Biraz soruşturunca kitabın Türkiye'de olmadığını öğrendim ki çok ciddi bir hayal kırıklığı yaşadım! Belki diyorum... Belki, aranızda yurtdışında yaşayanlar vardır; belki Don't Close Your Eyes'a denk gelirsiniz... Belki benim için satın alırsınız? Ve belki bana gönderirsiniz! Tüm masraflarını karşılamaya ziyadesiyle hazırım! Belki o kitabı bulabilecek kadar iyi bir şirin olmuşumdur! Lütfen olmuş olayım! Lütfen!

~~

Kitabın en sevdiğim cümlesini paylaşmadan da edemeyeceğim!

To find a killer, she'll have to face what she fears most - her own mind.

Öpücükler!

Özgürlük Ve Kader,Rollo May


Rollo May'ın varoluşçu psikoloji üzerinden yazdığı kitaplarından birisi.Kendisi yılların tecrübelerini ve kişisel çıkarımlarını harmanlayarak;Batı toplumlarını eleştirmiş,ilaç kullanımı ve "yeni narsizmin" yükselişini irdelemiş,toplum tarafından dayatılan konformist kabullere başkaldırmış,"özgürlük" ve "kader" gibi devasa kavramları tekrar tanımlamış.Doğu felsefelerinden çıkış yolları arayan çoğu yeni çağ psikologlarının aksine kavramların altındaki imaları anlamaya çok yaklaşmış ve güzel tespitlerde bulunmuş.Kitabın yayınlandığı 1981 yılından bugüne psikoloji alanında çok sayıda devrim oldu,ancak yazarın bazı çıkarımları  o kadar güçlü ki zamanın ve değişimin karşısında sağlam durabiliyorlar.
Yazarın açıkçası Gandhi'nin tüm pasifist felsefeyi kurmasına yardım eden Hindu destanı olan,Bhagavad Gita'yı okumuş olsa kader kavramını nasıl tanımlayacağını düşünmeden edemedim okurken.Ortodoks psikologların görüşlerinden uzaklaşmış özgür fikirleri olması,bireyin seçenekleri olduğunu savunması,tahakkümü bireye tercih eden "psikolojinin yeni dini olan davranışçılık ekolüne" açıkça ve umarsızca saldırması,"konformizme" karşı bireyi savunması yazarın çok büyük artılarından.
Yazar güçlü alıntılar ve hikayelerle görüşlerini desteklemiş,eksik kaldığı yerler elbette var ancak büyük kavramların ne olduğunu gerçekten bilmediğimizi sadece bildiğimizi sandığımızı bize açıkça göstermeye cesareti olması bile okunması için yeterli bir neden.


"Talihi gırtlağından yakalayacağım.Beni bütünüyle yenemeyecek." Beethoven

18 Eylül 2012 Salı

Amat, İhsan Oktay Anar


Amat, İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün'den bir önceki romanı, 2005 yılında, İzmir Bostanlı'da yazılmış.

İhsan Oktay Anar, Amat'ta da yine bir eski zaman hikayesi, bir masal anlatıyor. Kaptan Diyavol Paşa, bir salı günü 247 mürettebatın bulunduğu bir kalyonu, İstanbul'dan kaldırır ve hikaye, salı günleri deniz yolculuğuna çıkılmaması gerektiğini anlatan bir denizci efsanesiyle başlar. Ve birçok denizci efsanesiyle ilerlerken, ölümsüzlük merakını yenemeyen ikinci kaptan Süleyman Reis, Borucu Eşek İsrafil, Kazdağlı Tomarcı gibi pek çok karakterin korkusu, inanışı, efsanesi, günahı ve sırrıyla, pek çok deniz çatışmasıyla devam eder, güzel bir sürpriz sonla da biter.

Şiddetle tavsiye ederim, bu da kitaptan, eftamintokofti kelimesinin anlamına sözlükten baktıran bir alıntı:

"Bu palavracı deminden beri sana dümbelek çalıyor! Yok efendim iki fırkateyn batmış! Yok esrarengiz bir gemi varmış! Yok kapkara sancak çekmiş! Daha neler! nedense bu hayalet gemiler hep kara sancaklı olur ve sislerin arasından çıkar gelirler. Top tüfenk para etmez. Bahse girerim ki mürettebatı da ölüdür! Yok daha neler! Asma sakal, takma bıyık! Böyle eftamintokoftilere inanma!"

Bozkırkurdu, Hermann Hesse


(Bu kapağı Tumblr'da görüp çok sevdiğim için Türkçe baskısının değil de bu baskının kapağını görsel olarak kullanmak istedim.)


Roman, Bozkırkurdu Harry Haller'in ev sahibinin yeğeni tarafından Bozkırkurdu'nun günlüğünün bize sunulmasıyla açılır. Sunucu, Bozkırkurdu'ndan bahsederken "Görüleceği üzere akıl sağlığını yitirmiş olduğuna şüphe yok," der ve bizleri günlükle başbaşa bırakır.

Harry Haller, Hermann Hesse'nin izdüşümü bir karakter; yazar, düşün adamı, çevirmen, müzik bilimleriyle uğraşmış biri, bir okur... Ancak Harry Haller'i Harry olmaktan alıkoyan ve içten içe onun bir insan olarak kendini geliştirmesine muhalefette bulunan, içgüdüsel, ilkel bir yanı vardır. Bu yanı yüzünden kendisine Bozkırkurdu der. Harry'nin eline bir gün, bir tiyatrocu tarafından tutuşturulan "Bozkırkurdu Üzerine Bir İnceleme" başlığını taşıyan bir kitapçık, Harry'nin iç dünyası üzerine yazılmış bir incelemedir ve Harry bu kitapçığın kimin tarafından, ne amaçla yazıldığını, kendisine neden ulaştırıldığını düşünedursun, çaresiz bir akşamda bir pavyonda tanıştığı Hermine, hem Harry'nin hayatını değiştirecek hem de sorularını cevaplandıracaktır. Romanın son bölümü akılalmaz bir fantazyanın kapılarını aralarken okuyucuya "entelektüel gelişim" ile "yaşamın küçük zevklerinin tadına varma"nın da karşılaştırmasını yaptıracaktır.


"Yalnızca kaçıklar için..."


Related Posts with Thumbnails