31 Ocak 2013 Perşembe

İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali


Bir devlet dairesinde memurluk yapıp aynı zamanda da tahsilini tamamlamaya çalışan Ömer, bir gün vapurda bir genç kızı gördüğü anda o genç kızla birlikte olması gerektiğini, bunun kaderinde yer aldığını, o genç kızı henüz dünyanın var olmadığı zamanlardan beridir tanıyor olduğunu düşünerek genç kızın yanına gitmeye karar verir ve roman başlar. Macide isimli genç kızı, Ömer, dünyanın var olmadığı zamanlardan beri değil, çocukluğundan hatırlıyordur, Macide, Ömer'in uzaktan bir akrabasıdır. Yıllar sonra birbirlerine böyle rastlayan Macide ve Ömer, İstanbul'da akrabalarının yanında kalan Macide'nin, babasının ölümü sonrasında kaldığı evden ayrılmasıyla birlikte ani bir kararla, birbirlerini tanıyalı iki hafta olmasına rağmen evlenmeye karar verir ve birlikte yaşamaya başlarlar. Ancak, Ömer'in yaradılışındaki kötülükler, Macide'yi çok da iyi tanımadığı biriyle evlenmek konusunda rahatsız etmeye başlarken Macide'nin bir de Ömer'in sözde aydın arkadaşlarını da tanımaya başlamasıyla bu rahatsızlık günden güne büyür.

"İçimizdeki şeytan" Sabahattin Ali'nin döneminin sözde aydınlarına gönderdiği bir taşlama. Ömer adlı karakterin herkesin içinde bir şeytanı olduğunu ve kötülükleri bu şeytanın iradesiyle yaptığını savunmasından adını alan roman, Kürk Mantolu Madonna'daki gibi insanoğlunun romantik ve kırılgan yapısının aksine ne istediğini bilmeyen, maymuniştahlı, kaba saba ve aşağılık yanlarını anlatıyor. Romanın en baskın karakteri, olaylar içinde en az şekilde faaliyet göstermesine rağmen Macide, bunu da Macide'nin ilk tasvirlerinden beri anlıyoruz, Macide'nin ne kadar kendini bilen, ne kadar güçlü bir kadın karakter olduğunu bize yansıtan Sabahattin Ali, henüz iki haftadır tanıdığı bir erkekle birlikte yaşamaya karar verdiğinde bile bize Macide'nin tutarsızlığını sorgulatmayacak kadar doğal yansıtıyor hayatın değişkenliğini. Kendini entelektüel kesimden addedip de içindeki kötü ve basit yanları başkalarından saklayanların maskeleri birer birer düşerken kendini sürekli "basit ve bilgisiz bir kız" olarak gören Macide'nin karakterli duruşu romanın belkemiği.

Dönemin geçim zorlukları ve hayat şartları, paranın insanları düşürdüğü çaresizlikler, devlet daireleri, aydınlar ve ev halleri ile ilgili bir roman olduğu için Tutunamayanlar'la bir arada incelendiğini gördüm ancak Tutunamayanlar tüm bu konuları çok daha özel olarak bir karakter üzerinden, o karakteri tanımamız için elinden geleni yaparak işlerken İçimizdeki Şeytan konuya daha çok ağırlık vermekte ve Ömer'i de, Macide'yi de, Bedri'yi de bize gerektiği kadar tanıtmaktadır. Yine de ben Tutunamayanlar'ı çok sevmiştim, bunu da çok sevdim, birlikte değerlendirmek de mümkündür.


...Ve Başka Bir Şey Daha, Eoin Colfer



Arthur Dent, ıssız bir adada sakin sessiz yaşlanıp gitmiştir, Ford hedonist alemlerle gençleşmiş, Spa ve açık büfeleri talan ederek yaşamıştır. Trillan Başarılı bir gazteci olmak uğruna bir çok vücut parçasını kurban etmiştir, Random ise Galaksi Başkanı olmuştur. Ancak Rehber MK2 onlar adına kurguladığı sahte gerçeklikleri sonlandırınca Dünya'nın yıkımı anına geri dönerler... Vogonlar tüm gerçekliklerdeki Dünyaları yok etmekte kararlıdır. Tam sonsuza uğurlanacakken kahramanlarımız... Zaphod , Altın Kalp'le çıkagelir. Ancak şanssızlık bu ya gemi arızalanır. Bu esnada Ebedi Dumura Uğratıcı hakaret etmek için ortaya çıkar ve kahramanlarımızı onu öldürmeleri karşılığında gezegenlerinin yıkımından kurtarır. Ölümsüzlükten sıkılmıştır. Zaphod, Thor'u arayıp bir karşılaşma ayarlayacağını söyler. ' ölümsüzün kavgasından ciddi para kazanmayı düşünmektedir...

Önceki kitaplara bolca gönderme kullanan yazar, bağlantıları hoş bir şekilde kurmuş. Bürokrasi ve elitizm eleştiri, tanrı ve din sorgusu üzerinde bolca mizah öğesi kullanan yazar, mizahı daha çok uygunsuzluk öğesi yardımıyla kurmuş. Cthulhu, Pangea gibi göndermeleri kullanmış olan yazar, kara enerji, kara madde ve beyaz deliklerden bahseden gördüğüm ilk yazar oldu açıkçası. Medya ve şov dünyası eleştirilerinde son derece başarılı olan kurgu, Ebedi Dumura Uğratıcı karakteri üzerinden ölümlülüğün değeri çıkarımlarını yürütmüş. Dünya'dan kaçmış olan kaymak tabakanın otorite boşluğunu ve sosyal kontrol ihtiyacını doldurmak adına Tanrıları iş görüşmelerine çağırması gibi son derece komik detaylar başarılı işlenmiş. Ancak anlatının akıcı olduğunu söyleyemeyeceğim, dipnotla o kadar boğulmuş ki okumanın sürekli kesilmesine neden oluyor. Bu çok ciddi bir eksiklik kitap adına.

Mizah olarak Adams kalitesinde değil, incelikli bağlantılar üzerinden mizah yazarın güçlü yönü değil. Yazım bu yüzden yalın kaçmakta. Ustaya saygıda kusur etmemesine rağmen, tanınan karakterlerin fazlasıyla değiştirilmesi okuyucuyu rahatsız edebilir. Seriye aşina gözler Marvin , Fenchurch ve Slartibarfast'ı arayacaktır. Otostopçu evrenine doyamamış okurlar için bir mola olmak dışında ne yazık ki başka çekici bir özelliği bulunmuyor.

Bu kitapta; Ejder Tokadı, kendiyle barışık bir Vogon, herşeyden eşit şekilde nefret eden ergen Galaksi başkanları, minik gezegen Nano, iş görüşmesinde terleyen Cthulhu, aşık olmuş bir Ebedi Dumura Uğratıcı, Thor'un saygınlığını bitiren video... var. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

30 Ocak 2013 Çarşamba

3001 : Son Efsane, Arthur C. Clarke



Yıl 3001. Sıradan bir kuyruklu yıldız avı görevindeki kaptan Chandler'in görevi aldığı bozuk radyo yayını tarafından kesilir. Bir uzay çöpünü araştırmak üzere görev alan Chandler, gemiye aldıkları çöpün 1000 yaşında bir astronot olduğunu görünce tüm insan ırkı gibi şaşkınlığa düşecektir. İlk Jüpiter görevinde yer alan ve şizofren yapay zekanın ölüme mahkum ettiği Frank Poole, yüzyıllarca uzayda dolanmış bir nevi dondurulmuş vaziyette kalmıştır. İleri teknoloji ve tıp teknikleri sayesinde uyandırılan Poole, zamanı ve insanlarından ayrılmış bir mağara adamı gibi kalacaktır modern Dünya'da. Uzayda geçirdiği uzun süre kas sitemine ciddi zarar verdiği için bir daha ana gezegeni üzerinde yürüyemeyecektir, bu sürgün hissinin verdiği hüzün ve içinde bulunduğu boşluk onu bir amaç ve görev arayışına sürükler. Kapanmamış hesapları görmek için Jüpiter ( Lucifer )'e ve yasak gezegen Europa'ya gitmeye karar verir... Geçmişin hayaletleri ve mekanik tanrılara meydan okuması gerekecektir...

Geleceğin dünyasında şiddet yok, sefalet yok, savaş yok. Tanrı figürü çökmüş, toplum 2 kesime ayrılmış inanç açısından: Deizm Ve Teizm. yıldızlara uzanan merdivenler inşa edilmiş, Clarke'ın üzerinde çalışmayı en sevdiği proje olan uzay asansörleri artık gerçekler. Yazar 20. yy Amerikasına yerinde ve çok sert eleştirilerde bulunmuş. Sentetik besinler ve beyin başlıkları gibi fütürist temaları güçlü arkaplan ve tarihsel detayla aktaran yazar, çok sert Tanrı ve din sorgusuna girmiş: Freud ile aynı terimi kullanmış " yanılsama ". Sosyal kontrolü dijital tamponlar olan beyin başlıkları ile sağlamı olan yazar, bu öğeyi yüceltmiş. Göndermeleri arasında Lorenz, Freud, Darwin, Tolkien, Disney, Lewis Carroll gibi isimler barındıran eser tasvirleri ve hayalgücünün sınırlarında gezinen ama sağlam basan kurgusuyla hoş bir okuma sunuyor. Poole'un yeni dünyaya uyum çabaları ve sıkıntıları son derece güzel aktaran akıcı dili ve merak öğesinin başarılı kullanımı önemli artıları.

Tektaş'ın uyanması ve dizgelerinde oluşan sorunlar yüzünden insan ırkının kıyametle karşı karşıya kalması ve çaresizlik hissi son derece güzel aktarılmış. Köşeye sıkışmış bir hayvan gibi son çareleri kullanan insan ırkı dijital hayaletlere ve truva atlarına güvenmek zorunda kalıyor. Kendi sistemlerini çökerten öğelerin kurtarıcı rolünde olması ise hoş bir tezat açıkçası. Kitap meraklı zihinlere seslenecek ve fütürist bir açık büfe görevi görecektir okuyucuları için. Keyifli okumalar dilerim.

29 Ocak 2013 Salı

Beni Asla Bırakma, Kazuo Ishiguro


Roman, Kathy'nin ağzından anlatılıyor, Hailsham adlı yatılı okuldan mezun olmuş bir hastabakıcı olan Kathy, yıllar sonra, okuldan arkadaşı olan Ruth'un hastabakıcılığını yapmaya başlıyor ve anılarını anlatıyor. Her şeyin normal bir hastabakıcı - hasta ilişkisi ve geçmiş okul anıları olduğunu zannetmeye başladığımızda da yanıldığımızı görüyoruz.

Hailsham yatılı okulu, özel, ilginç bir okul. Öyle bir okul ki, çocuklar tatillerde de evlerine gitmemekteler, "Herhalde bir yetimhane olsa gerek..." diye çıkarımlarda bulunuyoruz ve YKY'nin kapak tasarımı sağ olsun, ürpertici bir yetimhane öyküsü okuduğumuzu da düşünüyoruz, sayfalar ilerledikçe okulun kendine has birtakım ritüelleri olduğunu keşfediyoruz. Tüm çocuklar, sanata yönlendiriliyorlar, gözetmenleri (ki hiçbir zaman öğretmen ibaresi değil, her zaman gözetmen ibaresi geçmektedir) onları sanata, özellikle de resim ve şiire, yetenekleri varsa heykelcikler yapmaya, kıyafetler dikmeye yönlendiriyor. Bu okuldaki her çocuk resimler yapıp şiirler yazarken bir tek amaç güdüyor: o resimleri ya da şiirleri yılda birkaç kez okula uğrayıp sanat eserlerinden bazılarını alıp götüren gizemli Madam'ın "Galeri"sine sokmak. Üstelik okula gidiş gelişlerinde Madam'ın kendilerinden ürktüğü gibi bir fikre de kapılan Ruth ve Kathy'nin, Hailsham'da sıkıntıdan patlamamak için yapabilecekleri tek şey gece gündüz resim yapıp oyunlar oynamak. Bir de "ucube" bir arkadaşları daha var, hiçbir sanat dalına yeteneği olmayan ve sıklıkla öfke nöbetleri geçiren Tommy. Yıllar, Ruth, Kathy ve Tommy'nin hayatını olabilecek en güçlü şekilde değiştirecek, bu üç arkadaşı farklı yerlere dağıtacak ve bir gün hepsini yeniden bir araya getirecektir, üstelik Tommy'nin neden sinir krizleri geçirdiğini, Kathy'nin neden Ruth'a hastabakıcılık yaptığını da öğreneceğiz.

Beni Asla Bırakma, büyük bir dram olmasının yanında, aslında bir bilim kurgu romanı, size uzaylılar, bilgisayarlar, uzay gemileri, gelecek, futuristik kıyafetler, kıyamet sonrası senaryoları sunmadan, olması mümkün, hatta gayet olabilecek bir alternatif sunuyor, bu alternatifin günümüz dünyasında kullanıldığı takdirde insan hayatını nasıl etkileyebileceğini de olabilecek en doğal ve en edebi yollarla anlatıyor. Yazar Kazuo Ishiguro, Japon asıllı bir İngiliz, ama buna rağmen izlediğimiz animelerden ve okuduğumuz mangalardan alışkın olduğumuz Japon disiplini ve kültürünü de romanda buram buram hissediyoruz, kabulleniş, kurallara bağlılık ve kadercilik gibi kavramlar, okuyucuya o kadar büyük bir doğallıkla veriliyor ki, romanı okurken sizin okuyucu olarak yaşadığınız isyanı karakterler yaşamadığı için şaşırmıyorsunuz.

Aynı isimli film "Never Let Me Go", bu kitaptan senaryolaştırılmıştır. Kitabın ve filmin, ismini aldığı Judy Bridgewater şarkısı "Never Let Me Go", film için zorunlu olarak bestelenmiş ve seslendirilmiş, kitapta geçen Norfolk gibi yerler hayal ürünü değil ama şarkıcılar, televizyon dizileri hayal ürünü imiş. Filmi de oldukça iyi, hatta genelde "kitabı daha iyiydi" denir ama, birkaç eksiklik dışında ben filmi de oldukça beğendim, oyuncular da, filmin atmosferi de kitaptan sonra görmeyi beklediğim gibiydi.

İnsan odaklı ve edebi endişe taşıyan bilim kurgu eserlerini sevenlere öneririm, hatta filmi izlemiş olup da kitabı okumamış olanlara da öneririm, filmde olmayan birkaç güzel ayrıntı ve birkaç hikaye de ekstra olarak romanda anlatılmakta.

Aşıklar, Philip Jose Farmer



Yıl 3050. Kıyamet Savaşlarından sonra Dünya Haijac birliği ve diğer devletler arasında paylaşılmıştır. Sigment City'de dilbilimci olan Hal Yarrow, mutsuz bir evliliği olan küfürbaz bir adamdır. Devlet Kilisesi'nin atadığı karısını uzun süredir boşamayı düşünmektedir, eğer değerlendirme puanları biraz daha düşecek olursa C'ye ( cehennem ) gönderilecektir. Yüce Öncü İsaac Sigmen'in kurduğu düzene ve yasaklara olan öfkesi onu hırçın ve geçimsiz bir insan yapmıştır. Yüce rahip kastı olan Urielitlerden biri onu çağırttıığı zaman, yaşamının sona erdiğini düşünmektedir. Ancak durum farklıdır Dünya dışında koloni kurulması düşünülen yabancı zekaların yerleşik olduğu bir gezegenin dilini çözmesi ve sefer arkadaşlarına öğretmesi görevi verilir. 40 yıl sürecek bu yolculuk otomatik boşanma anlamına geldiği için Hal hemen kabul eder. Wog gezegeninde geçirdiği vakit kurduğu dostluklar ve Jeanette adlı kadınla yaşayacağı yasak aşk, onun hayal bile edemeyeceği günahlar işlemesine sebep olacak  tam bir düzen karşıtına dönüşecektir...

Viktoryen toplum ve tüm imaları gelecekte baskıcı teokratik bir düzende geri dönmüş. Düzen ve topluma karşı öfke, tiksinti ve suçluluk duygusu elle tutulacak kadar yoğun işlenmiş. Tüm yüce imalar Öncü figüründe karakterize edilirken, günah keçisi görevini Gerici üstlenmiş. Herkesin içinde bir Gerici ( günahkar, yoldan çıkaran / Şeytan eşdeğeri ) bulunurken Öncü tek ve ulu, o dokunulmaz. Günah ve sevap kavramları çökmüş. Gerçek hareketler ve gerçekdışı hareketler var. Topluma paranoya ve güvensizlik hakim. Mahremiyet yok, herkesin bir koruyucu meleği var. Koruyucu melekler kişilik polisleri gibiler, en ufak hatada size ceza veren acımasız rütbesiz polisler onlar. İnsanın kendine yıkıcı ve habis doğası sıkça eleştirilmiş kitapta. Korku, cehalet ve baskı üzerine kurulmuş olan toplumda, abartılı da olsa insan bedenine dair tüm imalar gizlenmiş. Yemekleri peçeler ardında yiyor, bol giysiler giyiyor, ışık açıkken sevişmiyorlar. kendi bedeninden insanlığından tiksinen insanlar yaratmışlar. Asiler 7 günahı temsil eden 7 sicimli kamçılarla hemen cezalandırılıyor.

Kadercilik ve özgür irade üzerine tartışmalar son derece güçlü. Sitemi kurgularken yıkılabilir bırakmak için çabalamış yazar. biraz üstünkörü ve yalın da olsa Freud ve Viktoryen dönem imalarını bolca işlemiş yazar. Sistem hataları ve sosyal dinamiklerdeki uyumsuzluk dikkatli gözlerden kaçmayacaktır. Çoğu yerde psikiyatriye saygı duruşunda bulunan kitap  çarpıcı bir sonla kapanmış. Yazarın özellikle entomolojiye çalıştığı gözden kaçmıyor. Kurguladığı ırk olan Wog'ların böceklerle olan benzerlikleri son derece güzel tasvir etmiş. Zamanında basılması reddedilen ve çok sayıda kaşın kalkmasına sebep olan bu eserde yazar farkında olmadan planladığı kişisel devrimi yarım bırakmış. Yunan mitolojisinden fırlamış gibi kurguladığı bir çeşit Nymph olan Jeanette'a dair sondaki açıklamalar kadından korkan erkek figürünü desteklemiş ve Viktoryen imalara çanak tutmuş. yıkmaya çalıştığı imaları fak etmeden yüceltmesi hayal kırıklığı yaşatabilir okura.

Cesur yazımı ve Hristiyanlığın yeniden yorumlanmasına dair göndermeler, Milton'a atıf başarılı olsa da eksik lan yanları var. Ancak 60 yıl önce bunları yazabilmesi takdir edilesi. Tıp ve entomoloji hakkında saçmalamadan kurgulamış olması da eserin güçlü bir diğer yanı. Farklı bir şeyler okumak isteyenlere hitap edecektir. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


28 Ocak 2013 Pazartesi

2061 : Uzay Efsanesi 3, Arthur C. Clarke



Jüpiter'in yabancı zekalar tarafından minik bir yıldıza dönüşmesi, eski Jüpiter'in uydularının artık terraform için uygun koşullara gelmesinin 2 önemli sonucu vardır. İnsanlar evrende yalnız olmadıklarını anladıkları için eski kan davalarını unutup birleşmeye başlarlar, Dünya Devleti kurulur. Bu organizasyona katılmayan çok az sayıda ülke vardır. İkincisi ise Yıllardır insanların dikkatini cezbetmiş olan buz dünyası Europa uyanmıştır. Lucifer ( eski Jüpiter ) 'in ısısıyla buzları erir ve yaşama uygun hale gelir. Ancak Jüpiter'i çökerten zeka İnsan ırkına net bir mesaj vermiştir : Tüm uydular sizin, Europa'ya inmeyi denemeyin. Gezegenlerarası bir komlonun kurbanı olan Galaxy adlı gözlem gemisi kaçırılır ve Europa'ya zorunlu iniş yapar. Mürettebatı arasında Heywood Floyd'un torunu Chris'de vardır. Bu esnada Heywood, uzayda geçirdiği yıllar sayesinde 65 yaşında birinin sağlığına sahiptir takvim yaprakları aksini söylese de. Universe'in asil konuklar listesinde bulunan Floyd Halley kuyruklu yıldızına inecek şanslı azınlıktan biridir. Ancak "Galaxy"'den yardım sinyali aldıkları zaman yolculuğun doğası ve aciliyeti değişir...

Nispeten silahsız bir gelecek kurgulayan yazar, ilginç göndermelerle süslemiş eserini. Darwin, Freud, Star Wars, Beatles ve kendi kitabına "Cennetin çeşmeleri" ne göndermeler yapan yazar, İnsan ırkının gözüne yasak bir meyve sallamış : Europa. Tsien felaketinden bu yana Europa'ya temas etmekten kaçınan insan ırkı, açgözlülüğünün ve merakının kurbanı oluyor gene. İnsanın gördüğü en büyük gizemi çözmeye yönelik bir komplonun içinde yer alan karakterlerin birbirleriyle bağlantılarını ustaca kuran yazar, denizcilik terimleri ve kendi kişisel geçmişinden paylaşımlarla daha samimi ve inandırıcı bir atmosfer yaratmış. Merak öğesi diğer kitaplarındaki kadar yoğun değilse de hayal gücünün sınırlarındaki yorumları ve cesur manevraları hayranlık duyulacak ölçüde rahat bir tonda aktarmış. Tasvirler son derece yerinde ve benzetmelerle güçlü bir şekilde desteklenmiş.

Tamamen yabancı bir ortam mahsur kalan kazazedelerin psikolojisini unutmayan yazar, kuru ve sönük diyaloglardan genelde kaçınmış. Diğer kitaplarında kullandığı teknoloji ve gelişmelere dair kavramları ekte güncelleyen yazar, bilimselliğin dışına çıkmamış. Akıcı ve keyifle okunmasına rağmen 1 ve 2. kitabın performansında olmadığını belirtmeliyim. Sanırsam bunun nedeni politik ve ekonomik kaygıların daha yoğun işlenmiş olması.( Everest boyunda bir elmasa kim hayır diyebilir ki? / piyasa ve ekonomiye yapacağı etkiler dehşete düşürücü. ) Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


27 Ocak 2013 Pazar

Cadılar Dışarıda! , Terry Pratchett



Desiderata Ana öldüğünde ondan boşalan peri annelik işi için bir halef ataması gerekir, ölümünden hemen önce sihirli değneğini ve sıfatını genç Magrat'a aktarır. Bu genç fulltime cadı ve part time peri anneye yardımcı olmak için Dadı Ogg ve efsanevi Havamumu Nine'de onun peşine takılır ve bir krallığı masal diyarına dönüştürmeye çalışan hikayelere savaş açarlar. Hikayeler mutlu sonla mı bitmeli? Mutlu sonlarla savaşabilir misiniz? Üç çılgın cadının, zombilerle, gökten düşen çiftlik evleriyle, maskeli balolarla ve aynalarla mücadele etmesi gerekecektir.

Yazar, insanların düşüncelerini ve hayatlarını değiştiren tüm dayatmacı kollektif bilinçaltına saldırmış. Kaleminden hiçbir akım kurtulamamış: savaş sanatları, reiki, quantum iyileşme, masallar vs... Aynı zamanda en bilindik masallara farklı sonlar yazıp şaşırtmış. Roman Külkedisi'nin tersten anlatımı olarak da algılanabilir. Göndermeleri arasında, Dracula, Oz Büyücüsü, Kırmızı Başlıklı Kız, Kurbağa Prens gibi tanınmış eserler yer alıyor. Esas tartışma mutluluğun dayatılıp dayatılamayacağı... seçim hakkı olmadan mutluluk mümkün mü? veya bir anlamı var mı? Tıpkı "Küçük Tanrılar" da olduğu gibi seçimin insanlara bırakılması savunusu çok yoğun biçimde işlenmiş.

Mizahı kelime oyunları ve çoğu masalın saçma yanlarının vurgulanması oluşturuyor. Güzel çıkarımları ve doyurucu mizahıyla okuması son derece keyifli bir kitap. Masalları farklı bir ağızdan dinlemek isterseniz... kitabınızı buldunuz.Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


26 Ocak 2013 Cumartesi

2010 : Uzay Efsanesi 2



Discovery'nin yaşadığı trajediden sonra ilk programın koordinatörü Heywood Floyd istifa ettirilmiştir. Hawai Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmakta olan Floyd, Discovery'nin geri getirilmesi ve meçhul tektaşın incelenmeye devam etmesi için süregelen bir uzay yarışı olduğunun farkındadır. Soyvetler ve Amerika bu zorlu ödüle ulaşmak için güçlerini birleştirirler. Leonov mürettebatına katılan Floyd, en büyük başarısızlığı ve sorumluluğuyla yüzleşmek için uzun bir yol gidecektir. Ancak meçhul taşla Çinlilerde ilgilenmektedir, bu yarışın sonuçlarını ne modern bilim ne de politika belirleyecektir. Yıldız tarlalarının çiftçileri sessizliklerini korumakta bu yeni filizlenen türü yakından izlemektedir...

Merak unsurunu Rama serisi kadar ustaca kullanan yazar, bu kez kurgusuna bolca politika katmış. Uzayın ortasında politik bir kriz patlak verirse ne olur? Görev kontroller araya girebilir mi? Ülkeler savaşır mı? Bunun gibi bürokratik engeller ve uzayın dayattığı çaresizlik öğelerini son derece başarılı kullanmış eserinde. Güneş sistemi içinde yüksek yaşam formlarıyla ilk temas kimsenin beklemediği bir yerde gerçekleşiyor, şaşırtıcı ve hoş bir motif. Yazarın imzası yerine geçen Shakespeare alıntıları yanında; Tolkien ve Yüzüklerin efendisi, Moby Dick, Don Kişot, Disney, Freud, Einstein göndermeleri göze çarpıyor. Tasvirlerini son derece güçlü kullanmış, o parlak renklere dokunacakmışsınız gibi dokumuş kelimeleriyle.

Ekibin psikolojisini es geçemeyen usta yazar, kurgusunu samimi itiraflar ve eşcinsellik gibi motiflerle süslemiş. İlk kitaptaki kahramanımız geri dönüyor. Yıldızların çocuğu Dave Bowman sayesinde hayalgücünün sınırlarında gezindiğimiz yolculuğa devam ediyoruz. Akıcı yazımı ve merağı doygun kullanan bu kitap bir kültün devamı niteliğinde ve ilk kitabından aşağı kalır bir yanı yok. Farklı bir şey okumak isteyenler içinde Uzay efsanesi serisi iyi bir tercih olabilir. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

25 Ocak 2013 Cuma

Bir Yanılsamanın Geleceği, Sigmund Freud




Metnine özümüzde uygarlığa verilen ödünler yüzünden öfkeli olduğumuz ve yıkıcı davranışlarımızın kökeninin bu olduğunu savunusuyla giren ünlü psikolog, her hakkın eşit dağıtılsa bile, arzu ve siteklerin eşit şekilde giderilemeyeceğini belirtmiş. lider ve kültürle özdeşleşme olmadan grup bilincinin dolayısıyla uygarlığın ortaya çıkamayacağını söylemiş. Sanatın verilen özveriler için bir ikame ve güçlü bir doyum aracı olduğunu, kültürle özdeşleşmeye yardımcı görevi bulunduğunu ifade eden yazar, doyumun en üst tabakasının diktatör olduğunu ve yasakların elde ettiklerini yitirmemek adına bu diktatör tarafından çıkarıldığını  göstermiş.

Doğaya dönme şansımız olsa bile modern insanın eski avcı- toplayıcı toplum modeline uyum sağlamak için fazlasıyla ilerlemiş olduğunu belirterek uygarlığın esas görevinin bizi doğaya karşı savunmak olduğunu ifade etmiş. Tanrıların üç önemli görevinin ( doğaının dehşetini gidermek, kaderin zulmüne alıştırmak, uygarlığın getirdiği acı ve yoksunluklara telafi sağlamak ) zamanla sadece kültürün korunması ve üstü ahlakın yüceltilmesi görevine döndüğünü savunmuş. Dinin, yıkıcı güdülere baraj görevi gördüğünü, ortadan kalkması durumunda insanların uygarlığın dayatmalarından ari olacaklarını ifade etmiş. Kitabın ortalarında kendisiyle tartışmaya başlayan yazar, aklına gelen tüm soruları cevaplamaya çalışmış. Dayton davası ve darwinizm atıflarında bulunan yazar, kutsallık kisvesinden çıkarılıp sosyal kontratın yararlarının açıklanmasının uzun vadede çok daha iyi olacağını savunmuş. Din ve saplantı nevrozları arasındaki belirtileri inceleyen yazar, üzerindeki baskı unsurlarından kurtulamayan insanın tam olarak tanımlanamayacağını ifade etmiş. Oedipal kompleksi doğaya atfederek Tanrı figürünün aile içinde korkulan ve saygı duyulan "baba" figürünün metafizik bir eşdeğeri olduğunu söyleyen yazar, çağı içerisinde düşünülürse çok sayıda kaşın kalkmasına neden olacak çıkarımlarını bilime ve akla methiyeyle kapatmış.

Cesur ve sağlam çıkarımlarla dolu bir eser, samimi anlatı tarzı ve bayağılaşmadan tartıştığı konuların ciddiyetine saygılı bir üslupla yazılmış. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Şifacı, Terry Pratchett



Sekizinci oğulun sekiz tane oğlu oldu, burada kalsa gene iyi. Sekizinci oğlun sekizinci oğlunun da sekiz oğlu oldu: Büyücünün karesi. Son çocuk bir şifacıydı. Ölmeden hemen önce Kızıl İpslore ruhunu asasına aktardı ve şifacı oğlunu eğitmeye başladı. Onu Üniversite'den kovan büyücülere büyü neymiş öğretecekti. Yıllar sonra İpslore geri döndü, şifacı oğluyla beraber. Gerçekliğin dokusunu bozan, içinden büyü fışkıran bu küçük çocuk ve deli babasını durdurmak ise Diskdünya'nın en beceriksiz büyücüsü Rincewind'e kalacaktır. Ancak yardım da alacak kahramanımız, maceracılığı kitaplardan öğrenmiş bir manav ve barbar Cohen'in gayri meşru ( kuaför olma hayalleri ile dolu ) ölümcül kızı ona yardım edecekler, her şey pür şamata zıvana dan çıkarken üçlümüz kıyametin önüne geçmeye çalışacaklar.

Yazar, Diskdünya'nın en iktidarsız takımına ( büyücüler ) mutlak kudret vermiş. Gücün yozlaştırıp yozlaştırmadığı tartışmasını mizahın altına gizleyen yazar gönderme ve atıflarını bu alt metne göre çok yerinde seçmiş. Zıvanadan çıkan büyücüler en sonunda Tanrılar'a bile kafa tutuyorlar. Ancak gücün sarhoşluğu içinde hepsinin unuttuğu bir şey var: Zindan Boyutları. Gerçekliğin dokusunda bir yırtık arayan  tarifsiz dehşetler, büyünün kritik seviyeye ulaşmasını heyecanla bekliyor. Kısacası büyücüler kendi mezarlarını kazıyorlar. Kitaba hakim olan diğer tartışma ise kişinin kendi arzu ve ihtiyaçlarına yabancı kalmaması. İçinde gıdım büyü olmamasına rağmen büyücülüğü bırakmayan Rincewind, barbar olarak çok daha başarılıyken kuaför olmak isteyen Conina gibi karakterler; hayallerin peşinden koşma motifinin güçlü işlenmesine çok yardımcı olmuş. Coin karakteri ise babasının gölgesinden çıkmaya çalışan tecrübesiz çocuk olarak hoş bir karakter olmuş.

Kelime oyunları ve absürd bağlantılarla kahkahalara neden olan kitap akıcı ve keyifli bir okuma sunuyor. Doğa üzerine tahakküm, iktidar arzusu ve hayallerin 3. kişiler üzerinden tatmini gibi motifleri başarılı kullanan yazar, güldürürken bolca düşündürüyor. Bu eğlenceli kitabı hem mizah yüklü dokusu hem ciddi çıkarımları yüzünden rahatlıkla öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.


Related Posts with Thumbnails