31 Aralık 2012 Pazartesi

Psikopatoloji, Sigmund Freud



Klasik psikiyatrinin İncil'i. Yazar özellikle anksiyete , ketvurma, belirtilere geniş yer ayırmış.Çalışmalarından derlenen makaleler kronolojik sıraya göre düzenlenmiş, özellikle ilk çalışmalarında Viktoryen dönemin püriten kaçacak seviyede baskıcı algısı ve şovenist yaklaşımlar göze batmakta. Girişi anksiyete ve hipokondri ( hastalık hastalığı ) bağlantıları kurarak yapmış ve arkaik korkulara değinmiş. . Fizyolojik rahatsızlıkların ( Graves ve Addison hastalığı gibi ) nevroz belirtileri üretebileceğini ifade etmiş. Rüya yorumlarına kitabına atıflarda bulunan yazar, çağın algılarına fazlasıyla takılmış.

Histerik hastaların geçmiş yaşantılara hala tazeymiş gibi tepki gösterdiklerini belirtmiş, histeri ve rüya bağlantıları üzerinde durmuş. Histerik nöbetlerin cinsel çağrışımları olduğunu savunmuş, bu çağrışımların eşcinsel içerikleri olduğunu iddia etmiş. fark etmeden Munchausen ve histeri bağlantısının temellerini atmış olan yazar,düşünceler arasındaki karşıtlığın çeşitli içgüdülerin arasındaki savaşımın ifadesi olduğunu belirtmiş. " kişi, sevgi gereksinimi dış dünyadaki gerçek bir nesne tarafından karşılandığı sürece sağlıklıdır, bu nesne ikamesi olmadan uzaklaşırsa kişi nevrotikleşir." diyen yazar, nevroz ve regresyon arasındaki bağlantıları sağlamlaştırmış tartışmasında. geneli itibariyle doyumun ertelenmesinin nevroz oluşumdaki önemini belirtip obsesif kompülsif bozukluğun, anal-erotik ve sadistik itkilerden kaynaklandığını savunuyor, ardından dayak düşlemlerinin hadım edilme korkusunun imgeleri olduğunu tartışıyor.

Zihnin eril ve dişil olarak ayrılan 2 farklı bileşeni olduğunu ve bunların rüya mekanizmalarıyla ilişkilerini incelemiş ( kuram esas olarak Adler'e ait, Jung'un Anima ve Animus'unda son şeklini buluyor. ). Biraz eksik kalan bu tartışmadan sonra kıskançlığın doğası ve nevrotik yapısı üzerinde durmuş. paranoya ve kıskançlığın esasen bir yansıtma mekanizması olduğunu kişinin itkilerini başkasına yamadığını belirtmiş. eşcinselliğin karşıt cinsiyetle özdeşleşme olduğunu savunmuş. "Nevroz, ego ve id arasındaki çatışmadan, psikoz ise ego ve dış dünya arasındaki çatışmadan doğar." diyen yazar sanrının, egonun dış dünyayal olan ilişkisinde oluşan açığı kapatma, yamama çabası olduğunu ifade ediyor. melankolinin ise ego ve süperego çatışmasından doğduğunu belirtip anksiyete ve ketvurma arasındaki kısır döngülere giriş yapıyor. Oedipal komleksin anksiyete oluşumuyla ilişksini " Kurt adam " ve " Küçük Hans " gibi ünlü olgu irdelemeri üzerinden tartışıyor.

Fobi oluşumlarında egonun süperegonun tepkisinden korkması sonucu zorlanımlı anksiyete oluştuğunu belirten yazar, anksiyetenin bir tehlikeye tepki olarak üretilip tehdit durumlarında ( gerçek olsun olmasın ) yinelendiğini ifade etmiş. Catharsis kuramını neden terk ettiğini detaylı açıklamış. Rank ve Adler'e bol atıfta bulunan yazar, gelişmekte olan nörofizyolojinin önemli rahatsızlıkların çözümlenmesinde psikiyatriye yardımcı olacağı tahmininde bulunmuş. Özellikle son bölümlerde sadece "Ayrılık anksiyetesi" ( seperation anxiety ) üzerinde durmuş.

Dili akıcı ve anlaşılır olsa da çeviri hatalarına takılıp düşen bir okuma sunuyor. Kimi yerde komik olabilen bu hatalar düşünce akışını yitirmeye neden olabiliyor. Bunun dışında özellikle patoloji üzerinde verilmiş en güçlü eserlerden biri olduğunu belirtmeme gerek olduğunu sanmıyorum. İnsan zihninin işleyişini ve bozukluklarıyla ilgilenen herkesin kütüphanesinde bulundurması gereken bir eser. başka incelemelerde görüşmek üzere.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Yürüyen Ölüler, Robert Kirkman, Jay Bonansigna


Ünlü Çizgi roman ve dizi serisinin kitabı. Önceden uyarıyorum zayıf kalplere göre değil.

Salgın'ın ilk günleri her yere karmaşa hakimdir. Dünya'nın sonu sessiz sedasız gelmiş, insanlığı gafil avlamıştır. Ölüler ayaklanmış sokakları doldurmuş, ölüm kelimenin tam anlamıyla şehirlerde kol gezmektedir. Kamyon şoförü genç dul Philip Blake, küçük kızı Penny, kardeşi Brian ve çocukluk arkadaşları Nick, Bobby; cehennemde sağ kalmaya çabalayan küçük bir gruptur. Roman onların grup dinamiklerine ve verdikleri mücadeleye odaklanıyor.

Romana son derece sert bir giriş yapmış yazar. Daha önce çizgiroman ve dizide verilmeyen Salgın'ın ilk günlerinde başlıyor hikaye. Tüm klişeleri ustaca kullanmış ve yavan kaçmadan işlemiş. Gerilim dozuna son derece hakim olan yazar,  çizgi romanda geçen yerlere tatlı göndermeler yaparken bağlantıları ustaca kurmuş. Geneli itibariyle son derece vahşi bir anlatı diline sahip olan romanda sosyal kalıplar tersine dönmüş. Beyaz yakalı yöneticiler dilenci konumunda bu dünyada. İcra edecek mesleği olanlar ise ( veteriner, oto tamircisi, doktor, çiftçi vs. ) son derece önemliler.  Bolca Freudyen çağrışım kullanılmış romanda. Bu vahşet senfonisinin karakterlerine bir göz atmakta fayda var...

Penny, geneli itibariyle masumiyeti simgeliyor. Sessiz ve sevimli bir çocuk. Her gün biraz daha yaşadığı travmalarla kendi içine gömülen bu çocuk babasının ona hakim olmaya başlayan deliliğinin önündeki tek baraj. Grubun tutkalı rolü Penny'in üzerinde.

Brian Blake, çelimsiz, başarısız kardeş. Zeki ve temkinli bir adam. Şiddet karşıtı bir yanı olması, ödlek yapısı onu grup için yük haline getiriyor. Penny'i korumakla ve ilgilenmekle yükümlü. Salgın ve etkileri üzerine en çok kafa patlatan karakter. Ödlek yapısı yüzünden kardeşinin gölgesinden çıkamıyor.

Nick, Her korku film ve romanından aşina olduğumuz "rahip" karakteri. İncil'ni yanından hiç ayırmıyor. Salgın'ı insan ırkı için kutsal bir sınav olarak algılayarak deliliğe karşı tampon olarak kullanıyor. Grubun ahlaki değerlerini simgeleyen karakter. İçten içe öldürmekten çok zevk alıyor, yarı-yaşamına son verdiği talihsiz ruhları azaptan kurtardığını düşünüyor ve Brian'ın eksik kaldığı insiyatif kullanma poziyonunu dolduruyor.

Philip Blake, "Kas ve Beyin" ikilemesinin kas olan kısmı. iri ve cahil bir adam. Gün geçtikçe şiddete aşık oluyor, odyo halisülasyonlara teslim oluyor. Herşeyi olan küçük kızını, bu cehennemden çıkarmak ve güvenli bir yer bulmak için yapamayacağı hiçbir şey yok: İşkence, şiddet, tecavüz... adını siz koyun. Ruhundaki çatlaklardan sızan zehirli kokular onu hasta ediyor. Başkalarını korumak için kendini yitiren adam motifini dolduran Philip, psikopatiye teslim olmamak için çocuğuna sarılıyor.

Sosyo kültürel anlamda kabile dönemlerine dönen dünyada, masumiyet yok. Ahlak yok. Güzel yok, çirkin yok. Sadece mücadele var. Yaşama ve hayatta kalma kavramlarını çok güçlü işleyen seri,  Entropi yasasına gönderme yapmaktan geri durmamış: Herşey çürür... Her otorite çökmüş. Devlet yok. Din yok. Kendi ihtiyaçları için insanları sömüren parazit grupları, çeteler, asker artıkları; cesetleri kemiren kurtçuklar gibi yaşamaya çabalayan toplulukların üzerine çökmüş.

Kitap son derece akıcı ve güçlü bir  anlatı tarzına sahip. İkiside de gerilim ve korku türünde eserler veren yazarlar muhteşem bir vahşet senfonisi kurgulamışlar. En beğendiğim kitaplar arasında kütüphaneme koyarken herkese öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Ölüler kendilerinden olanı öldürmez... esas dirilerden korkun."

26 Aralık 2012 Çarşamba

Kusursuz Cinayet Yoktur, Sevil Atasoy


Kusursuza yakın olanları vardır
Diye devam ediyor. Bu bildiğimiz bir cinayet romanı değil. Bir sürü seri katil ve cinayet hikayelerinin yanı sıra yazarın mesleki deneyimlerini görüyoruz.

Sevil Atasoy'u çoğu kişi Kanıt dizisiyle tanıdı belkide. Orada sonda çıkıp "unutmayın kusursuz cinayet yoktur, kusursuza yakın olanlar vardır" der ve kapanır.

Bu kitabın ilk öyküsü Köpek Tasmalı Adam insanı gerçekten geriyor. Esasen yazar vurucu bir başlangıç ile kitaba bağlıyor insanı. Birde olayların gerçek hayattan alınmış olması dolayısıyla, dönüp dönüp, kitabı bırakıp araştırma yapıyorsunuz.

Yazarın dili akıcı, anlatım bozuklukları ise yok gibi. Ben bu açıdan da çok beğendim.

Yazar adli tıp uzmanı olduğundan kelli, otopsilere baya yer ayırmış. Marilyn Monroe otopsisi en dikkat çeken yeriydi. Ve kitabın en çok sevdiğim yeri ise Münevver Karabulut'un da içinde bulunduğu Morgdaki Hayaletler kısmıydı. Buradaki ters köşeye yatırışı zekice.

Kriminal dizilere ve kitaplara tutkunsanız çok beğeneceğiniz ve elinizden düşüremeyeceğiniz, gerçek olaylarla bezeli bu hikayeleri çok severek okuyacaksınız.

Ben tavsiye ederim. Zaten GR notumu da 5 verdim.

Uçuştan Uçuşa, Ursula K. Le Guin



Ünlü yazarın 16 kısa öyküsünden oluşan kitabı.

Yazar havalimanında hazımsız, sıkılmış ve yorgun halde uçağını beklerken boyutlar arasında yolculuğu keşfetmiş. Bu bir boyutlararası seyahatname. Absürd bir tonla başlıyor ilk hikayeye. Genetik mühendisliği ve Gdo'yu eleştiriyor. Uçuş ve havalimanlarında gördüğü insanları farklı boyutların sakinleri olarak kurgulayan yazar, kurguladığı tüm hikayelerde ütopyalar ve distopyalar yaratmış. Huzurlu canlıların bulunduğu bir hikayesinde psikiyatri tarihinin ilginç vakalarından birine atıfta bulunan yazar reenkarnasyon ve ruh sorgusunu da katmış kurgusuna. Husumet ve kan davalarıyla dalga geçip hikayelerinde şehir yaşamını eleştirmiş ve kır özlemini dile getirmiş. Cinsel ayrımcılığı, seksist yaklaşımları imaları altında veren yazar, kültür asimilasyonu olgusuna değinmiş. Şehir yaşamının hayalleri boğduğunu kurgulamış bir hikayesinde.

Megalomani ve günümüz ünlülerinin peşindeki medyayla da dalga geçmeyi unutmayan yazar; çoğu biyolojik, kültürel ve sosyal kalıbı tersine çevirerek yazmış. Tekdüze yaşama isyan motifini ustaca kurgulamış. Soykırım ve faşizm yergisini imalara gömüp savaşın gerektirdiği hırsı ve dönekliği ete kemiğe büründürmüş, imgesi son derece güçlü. Hırs ve toprak kavgasının sonunda el konulmak istenen toprağın kendisini yok ettiğini belirtmiş, görüş ayrılıklarını fiziksel ( ve bilindik ) uçurum imgesine hapsetmiş. Tüm özel günleri ticari metaya çeviren Amerikan kapitalizmine çatmış. Cehaletin mutluluk getirip getirmeyeceğini tartışmış. Çoğu hikayesinde mülkiyet kavramını kullanmamaya özen göstermiş. günümüz toplumunun gençleri kısıtladığını ve sanata boyunduruk atmaya çalıştığını çok güçlü bir kurgu altında altında anlatmış. İcarus ve Romeo & Juliet göndermeleri gözden kaçmıyor. Uyumculuğu ( konformizm ) eleştiren yazar, ölümün gerekliliğini de belirtmiş hikayelerinden birinde.

Kitap özellikle akıcı ve şiirsel diliyle sürükleyici bir okuma sunuyor. Gyr'ın Uçanları hikayesinin özellikle en göze çarpan öyküsü olduğunu düşünüyorum. Ustanın en beğendiğim kitapların  arasında saydığım bu eserini öneriyor, keyifli okumalar diliyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Kanatları olup da bunu kullanmayan insanları anlayamıyorum. Sanırım onlar belli bir meslek sahibi olmakla daha çok ilgileniyorlar."

25 Aralık 2012 Salı

Uygarlığın Huzursuzluğu, Sigmund Freud
















Ünlü psikologun, sosyal psikolojinin kurucu metinlerinden biri kabul edilen tartışma yaratan kitabı.

Önyazı detaylı ve aydınlatıcı olmuş. Yazar metnine "ben" in sınırlarının öznel olduğu için belirsiz ve bozukluklara açık olduğu savunusuyla giriş yapmış. İlke haz ilkesinin sınırlarının deneyimler aracılığıyla törpülendiğini belirtmiş. nevroz ve psikozların birbirlerine dönüşebilmesinin ciddi bozuklukların çıkış noktası olduğunu ifade etmiş. Darwin'e atıfta bulunmuş ve evrim kuramının savunusu yapmış. dini duyguların çocukluktaki çaresizlik hissini örtmek amacıyla kullanılan bir mekanizma olduğunuu, Tanrı figürünün "koruyucu baba" nın bir versiyonu olduğunu ifade etmiş. "Bir Yanılsamının Geleceği" ve " Totem ve Tabu" dan alıntılar yaparak metnine devam etmiş. Mutluluk ve acı kavramlarını haz ilkesiyle tanımlamış ve açılımlamış.

İnsanların çoğunluğunun sadece zorunlu olduğu için çalıştığını, en ağır toplumsal sorunların bu çalışma isteksizliğinden kaynaklandığını belirtmiş. Dinin kitlesel bir sanrı olduğunu, cinsel hazzzın tadılan ilk mutluluk olduğunu ifade etmiş. Acıdan kaçmak için sevmek ve sevilmek istediğimizi ancak acıya karşı en savunmasız olduğumuz zamanın sevdiğimiz zaman olduğuna dikkat çekmiş. Uygarlığın estetiğe ihtiyacı olduğunu, estetiğinde cinsel sevgiden kaynaklandığını savunmuş. arzularımızın hepsine birden asla ulaşamayacağımızı, haz elde etmek için veya acıdan kaçınmak için çaba harcayacağımızı iddia edip herkesin kendi mutluluğunu tanımlaması ve bulması gerektiğinine dikkat çekmiş. mutluluk çok öznel bir konu olduğu için öğüt verilemeyeceğini söylemiş okuruna.

Dinin herkesin uyum sağlama olasılığını kısıtlayıp kendi mutluluk edinme ve acıdan kaçınma yollarını dayattığına dikkat çekmiş: Dinin bunu, yaşamın değerini düşürerek, dünya algısını çarpıtarak ve zekayı sindirerek yaptığını açıklamış. Kendine yasak olan şeyleri tanrılara atfeden insan, bu kültürel ideallere doğa ve bilim üzerinde uzmanlaşarak gerek duymayı bırakmalı çıkarımını yapmış. Uygar insanın kökenlerinden aslında kopmadığını, parkların , çiçek tarhlarının ve evlerdeki bitkilerin doğal ve ilkel olana özlemi yansıttığına dikkat çekmiş.İnsanın bireysel özgürlük talebini kültürel- kitlesel talepler karşısında hep savunacağını belirtip uygarlığın içgüdülerin bastırılması üzerine yükseldiğini söylemiş. uygarlığın monogamik ve kısıtlı cinsel yaşam dışında hiçbir olasılığa izin vermediğini söyleyerek bir yerde poligami ve eşcinselliğin erken bir savunusuna kaymış. Yazarın haz ilkesini son modeline tam getiremediği gözlenebiliyor. her olgu ruhsal enerji ekonomisi ve libido üzerinden hesaplanmış.

Cinsel itki ve saldırganlıktan güç alan, insanlar arasındaki şüpheciliğin ve güven eksikliğinin otorite etkisi kalktığı an zincirlerinden boşalacağının uyarısını yapıp komünizmi eleştirmiş. Saldırganlığın mülkiyet kavramından çok daha eski olduğuna toplumsal mekaniklerin mülkiyetten ziyade itkiler üzerinde kurulduğuna değinmiş. Kendi kuramlarını da eleşitirerek ufak bir özet sunarak devam etmiş. saldırganlığın kendi yıkıcılığına dayanamayacağı için "vicdan"ı bir karşıt ağırlık olarak icat ettiğini savunmuş. ( Dualist felsefenin kuramlardaki yoğunluğu açıkça görülebilir. ) Erotik taleplerin yerini suçluluk, suçluluğun yerini ise saldırganlığın alabileceğine dağinmiş. Özgeciliği ve bencilliği uygarlığın getirisi olarak almış ancak yüzeysel kaçtığını da belirtmiş ( DNA'nın keşfine daha 35 sene olduğu için bu kavramların tam oturmaması normal ). insanların değer yargılarının mutluluk arzuları tarafından yönetildiğini, yanılsamaların savlarla desteklendiğini savunurak kapatmış.

Dil samimi ve akıcı, çıkarımların arasında kayma veya eksiklik göze çarpmıyor. Sosyal psikolojini kurucu metinlerinden olan bu kitap çok tartışmalı konu içermekle beraber bayağı veya çirkin yakıştırmalara girmemiş. Mümkün olduğunca tarafsız aktarmaya çabalamış. Güçlü bir metin. konuyla ilgili herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bir eser olduğunu belirterek bitiriyor, keyifli okumalar diliyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

Ego Ve Savunma Mekanizmaları, Anna Freud

















Anna Freud'un, çocuk psikolojisi ekolünün kurucu metni olarak kabul edilen kitabı.

Algı ve ekollerin ben'e ( ego ) çekilmesine öncülük etmiş olan yazar, psikanalitik süreçte id'in bypass'ı ile başlamış metnine. Hipnoz, rüya yorumları ve Freudyen sürçmelerin önemine değinmiş. Tekrar mekanizmasını ( aktarım ) detaylı olarak açıklamış. Analistin "dirence" karşılık vermemesini aksine direnci tanılayıp onu oluşturan alt mekanizmaları anlayarak kırması gerektiğini belirtmiş. Çocukların oyun kurgularının duygulanım ve sorunlarını dirençle karşılaşmadan filtresiz yansıttığını gözlemleyen yazar, çalışmalarını daha çok çocuk ve ergen hasatlar üzerinden yürütmüş. Bastırmanın en kolay tanılanan mekanizma olduğunu belirtmiş.

Tanım ve açıklamalarını vaka analizleriyle başlamış. id, ben ve süperben ilişkilerine basit ve açıklayıcı bir üslupla değinmiş. Alaycı ve oyunbaz tavrın hadım edilme korkusunun yadsınmasından kaynaklandığını savunmuş. Yadsınan çevre ve bastırılan dürtülerin, "ben" de boşluk bulduklarında kaygı ve hoşnutsuzluğa yol açtığını belirtip aşırı telafinin sorun yaratan bir nevroz olmadığını ifade etmiş. Viktoryen dönemin henüz algıda kapanmadığını yazarın Freudyen sürçmelerinde göz önüne çıkmakta ( "kadınların erkeklerle eşit olduğuna saplanması..." ). Stocholm'un temllerini saldırganla özdeşleşme mekanizma altında daha 1936'da atan yazar, özeleştiri yoksunluğunun çocuksu kalmış bir "ben" in uzantısını olduğunu belirtmiş. Kaygı ve hoşnutsuzluğun önlenmesi için yapılan girişimlerin "ben" i ketlediğine, kişinin gelişmek için güvenli bölgesinden ayrılmasının gerekliliğine işaret etmiş. Vaka analizlerinde çeşitli transferans örnekleri de göze çarpmakta.

"Yansıtma" üzerinde detaylı duran yazar, eşcinselliğin karşı cinste doyum bulmayan arzuların "özgeci vazgeçiş"le tekrar kurgulanması olduğunu iddia etmiş. "Yansıtma" nın bir fonksiyonu olarak ele aldığı "özgeci vazgeçiş"i biraz da olsa yüceltmiş. Ergenliğin dualist ve dengesiz yapısına değinmiş, "düşünselleştirme" mekanizmasına dikkat çekmiş. Kendine ve topluma yabancılaşmanın id'in bastırılması ve süperben'in dışlanması durumunda ortaya çıkacağını belirtmiş. kendileri dışında her şey olmaya çabalayan hastalarının tutumlarını eleştirmiş.Narsisizmin dışarıdan sevgi göremeyen "ben" in bir onarı çabası olduğunu ifade etmiş. Sonsözde kitapta topladığı çıkarımlarının kapsamlı özetini vererek metnini noktalamış.

Tıbbı metin ciddiyetinde yazılmış bir kitap olduğunu belirteyim. Kısa bir kitap ancak dili ağır ve konuyla ilgilenen kişiler hariç, başvurulabilecek bir kaynak özelliği taşımıyor. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


24 Aralık 2012 Pazartesi

Aya Tırmanmak, Ursula K. Le Guin



Ünlü yazarın 18 kısa hikayesinden oluşan kitabı.

Son derece deneysel hikayeler kurgulamış bu eserinden Guin. İmgeler altında yazın dünyasını ve çatışan cinsiyetlerin yanlış algılarını eleştirmiş. Bağnazlığın tıkadığı akıllara hikayeleriyle savaş açmış. Hikayelerinde sık sık eşcinsel ilişki motifini kullanmış. Ayrımcılığın saçmalığını da cinsel imalardan uzak olan kocamış kadınların, yaşlı lezbiyenlerin üzerinden vermiş. Doğal olana duyulan özlemi çoğu hikayesinde kullanmış. Birbirlerinin üzerine binen imgeler ve farklı anlatı tarzları kullanarak tatlı bir gerçeküstülüğe taşımış okuru.

Son derece sert motifleri okurun suratına sıvamadan şiirsel bir tonda anlatmış: Tecavüz, kürtaj, aile içi şiddet, kırık hayatlar... Bazen karakterlerin rol ve arka planlarını  çok farklı açılardan tekrar tekrar kurgulamış, hikayeleri birbirlerinin içine katmış. Gerçeküstü tezatlara başvurmuş. Kullandığı imgeler ve göndermeler son derece usta işi. Dionizyak ayinleri, kocakarıları, anne motifleri, ünlü masallara göndermeleri zevkle dokuduğu son derece belirgin. Persephone iması altında kan donduran bir insanlık ayıbından da bahsetmiş.

Yerinde durmayan kasabalar, kürtaj klinikleri, kırılmış hayatları yadsıyan minyatür evler, bilge kadınlar, kaçak avcılar gibi birbirinden ilginç hikayeler anlatmış bilge kocakarı. Dil samimi ve şiirsel. Diğer kurguladığı dünyalara gönderme içermiyor bu eserindeki hikayeler, daha çok Amerikan yaşam tarzı içinden gelen öyküler. Bol eleştiriyi imge altından incelikle vermiş. Her hikayesinin dokusu ve tadı çok farklı, kendini hiç tekrar etmemiş kitapta. Bu insan olana dair her şeyle dolu eseri önerir, keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Çıplak Maymun, Desmond Morris



Ünlü zoolog ve davranış-bilimcinin çok tartışma yaratan kitabı.

Yazar, kökenlerimizi incelemeye ve bugünkü yankılarını göstermeye ayırmış çalışmasını. Diğer primat türleriyle bizi kıyaslayarak başlıyor kitabına. Çok ilginç bilgilerle süslüyor çalışma sonuçlarını. Seks alışkanlığının ( üreme amacı dışında ) seleksiyon baskısına karşı evrimleşmiş bir mekanizma olduğunu ifade ediyor, cinsel imaları ve biyolojik göstergeleri inceliyor Morris. Çift kurma ( evlilik vs. ) davranışını sadece bizim gösterdiğimize dikkat çekiyor. Yüz yüze sevişmeye başladıktan sonra "insan" olduğumuzu çıkarımları arasında. Diğer primatlarda orgazm mekanizması bulunmadığı için, bu davranışın çiftler arası uyum ve işbirliğini pekiştirme amaçlı ortaya çıktığını savunuyor. Egzogamiyi açılımlamış ve kültürel bir tabu değil, biyolojik bir dayatma olduğunu belirtmiş. Kızlık zarını sosyo-kültürel imalarından ari olarak incelemiş ve çift kurma dönemindeki önemine değinmiş. Monogami ve poligami konularına da giren yazar, poligaminin biyolojik açıdan ekonomik olmadığını ifade etmiş.

Modern hayatı hala "ilkel" itkilerle yaşadığımızı söylemiş ve sadece adların değiştiği çıkarımını yapmış ( in yerine ev, av yerine iş vs. ) . Biyolojinin toplumsal yapıları kurduğuna dikkat çeken Morris tersi şeklinde işlemeyeceğini güzelce açıklamış. Kişisel alan kuramına değinmiş. Ahlakın kökenin irdeleyen yazar yavru bakımı ve anne ile yavrunun ilişkileri üzerinde detaylıca durmuş. Arkaik ifadelerden bahsetmiş, evrensel olduğunu belirtmiş ve dilin önemine dikkat çekmiş. Lorenz'in damgalanma kuramına ve Bowlby'e atıflarda bulunmuş ve çocuğu hislerimiz konusunda kandırmanın imkansızlığından bahsetmiş. homeostaz ve anksiyete azaltma mekaniklerini de metne dahil eden yazar, savaşın kökenlerini incelemiş. Doğum kontrolünün öneminden bahsedip deyimlerin biyolojik kökenlerini açıklamış. Yazı arasında Huxley'nin "Cesur Yeni Dünya" 'sına da atıfta bulunmuş. Çok güçlü Tanrı ve Din sorgusu yapan Morris demiş ki : "Din, gücünü maymun atalarımızdan miras kalan < herşeye kadir > lidere boyun eğme eğiliminden almaktadır."

Kitap son derece kapsamlı çalıma verileri içermesine rağmen istatistik ve oranlarla boğulmamış aksine o kadar az kullanılmış ki... Ancak bu durum akıcı dile ve güçlü çıkarımlara çelme takmıyor, daha rahat okunmasını sağlıyor. Kökenlerimiz ve bugünkü karşılaştırmaları cesurca yapan bu kitap Soğuk Savaş yıllarında yazıldığı için tüm toplumsal kalıplar aynı olmayabilir, ancak biyolojik karşılıkları hala geçerliliğini korumakta. Güçlü bir bilimsel çabanın ve yılların emeği olan bu kitabı gönül rahatlığıyla öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Diğer hayvanlara kıyasla o kadar güçlü ve başarılıyız ki kökenlerimize bakmaktan utanıyoruz."

21 Aralık 2012 Cuma

Şizofreni Ve Değişimler Kitabı, Philip K. Dick



Usta yazarın gerçeklik algısı, psikiyatri, geleceği görme, şizofreni ile ilgili çıkarımlarından oluşan kitabı. K. Dick, kitaba Yüksek Şatodaki Adam kitabını temel aldığı değişimler kitabından ( I ching / M.Ö 100 Wen Hanedanı ) bahsederek başlıyor. Kendi kişisel geçmişine esprili göndermelerle iç ve dış dünya algılarından söz ederek kitabın esas ağırlığını aldığı bölüme geçiş yapıyor.

Şizofreni üzerine son derece güzel çıkarımlar yapan yazar, Jung ekolünü yüceltiyor ve son dönemde ( yazıldığı yıllarda ) tıbbı dergilerde de yer alan telepati, geleceği görme gibi fenomenlerin gerçekliği olup olmayacağını tartışıyor. Halisülasyon ve uyarıcılar ( bolca LSD ) üzerine çıkarımlarını okuyucuyla paylaşan K Dick, çok bilmenin değil az veri işleyebilmenin delirtici olduğunu savunuyor.

Kitap son derece kısa; 50 sayfa. O dönemin tıbbi ve sosyal görüş açılarını ilk elden almak son derece keyifli bir deneyim oluyor açıkçası. Ancak K. Dick her ne kadar psikoloji fenomenlerini ustaca işleyen bir yazar ol sa da çıkarımları yüzeysel kalıyor, tartışmanın devamını beklerken okuru hayal kırıklığına uğratabiliyor. Ki bunun nedeni de kısa olması. Hoş bir okuma sunan, ustanın tavanarasına göz atmamızı sağlayan kitabını öneririm. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

20 Aralık 2012 Perşembe

Yaratma Cesareti, Rollo May



Varoluşculuk ekolünden Rollo May'ın sanat ve psikoaktif süreçler üzerine yazdığı kitabı.

Yazarı tanıtan, dönem, ilham kaynaklarına, düşünce yapısına değinen incelikle yazılmış bir önyazıyla açılış yapıyor kitap. May, önsözünde samimi bir üslupla seslenmiş okurlara. Nevrozun bir sapma değil bir uyum mekanizması olduğunu savunan yazar, cesareti umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisi olarak tanımlamış. Cesaret olmadan sevginin salt bağımlılık, sadakatin ise uyumculuğa dönüşeceğine dikkat çekmiş ve dönermin Amerikan toplumunu sert biçimde eleştirmiş. Korkaklığın en yalın şeklinin pragmatist " bana ne*" veya "karışmak istemedim" gibi ifadelerle su yüzüne çıktığını belirten yazar, toplumsal cesaretin diğer insanlarla ilişkiye girme cesareti olduğunu ifade etmiş. cesareti sınıflandırarak devam edip sanatçının bir erken uyarı görevi gördüğüne değinmiş.

Uyumculuk ( konformizm ) eleştirilerinde bulunan May, yaratıcılığın ölümsüzlüğe duyulan özlem olduğunu; adanmanın şüphe içermediği zaman değil şüpheye rağmen gerçekleştiğinde sağlıklı koşut olacağını belirtmiş. Prometheus , Adem ve Havva mitlerinin açılımını ustaca yapan yazar, yaratıcılığın mücadeleden beslendiğini, başkaldırıdan kaynaklandığını savunmuş. Adler'in kuramlarını aşırı sadeleştirici bulan May yerinde eleştirilerle sanatın kökenlerini savunmayı ihmale etmemiş. Sanatın bir çeşidinin nevrotik diğerinin normal olduğu gibi ayrımlar yapılamayacağını belirtip, benlik ve dış dünya arasındaki diyalektik ilişkilere değinmiş. önemli şair ve ressamlardan alıntılar yapmış ve açılımlar sunmuş.

Yaratıcılığın bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyası ile karşılaması olduğunu ifade etmiş ve Picasso'dan alıntılayarak : " Her yaratı edimi aynı zamanda bir yıkma edimidir." demiş. Sanat eserlerinin zamanın ruhunu taşıdığına değinmiş. Bilinçdışından gelecek kavrayışlara açık olmak için yalnızlığın kabullenilmesi gerekn bir süreç olduğunu belirtip yaratıcılığın sadece sanat için değil bilim için de gerekli olduğunu ifade etmiş. sanatçının toplum mekaniklerine sokulan bir çomak olduğu çıkarımını yapan yazar, sanatçıyı kontrol etmek mümkün olsaydı sanatın sonunun geleceğini söylüyor okuruna.Eksiklerin gestalt fantezilerle doldurulduğunu belirtip yaratıcılığın onu sınırlayan şeyle ve ona karşı koyma arzusuyla ortaya çıktığını belirtiyor.

Sanatçının edilgen olmadığını dikkat mekanizmalarının ve denge unsurlarının tam kontrolünde olması gerektiğini ifade eden May, Antik yunan mitlerinin kısa açılımlarını yapıyor. çıkarımlarını terapi kayıtlarından da destekleyen yazar; taptaze fikirlerle, klasik psikanalizden ari görüşlerle yazdığı kitabını okuru yormadan noktalamış. Sanat ve süreçlerine dair, doyurucu ve güçlü bir eser olduğunu belirterek bitiriyorum. Geleceğin sanatçılarına veya sadece sanattan keyif alan herkes için güzel bir kaynak olan bu kitabı öneriyor, keyifli okumalar diliyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


Dirk Gently Serisi, Douglas Adams



Serinin ilk kitabında, Richard Macduff sevgilisini aramayı unutur ve hocalarının verdiği yemeğe gider. Bu aynı zamanda patronun kardeşi olan sevgilisini hiç mutlu etmeyecektir. Patronu Howard Hughes kadar takıntılı olan Gordon ise, son derece garip bir şekilde aynı gece öldürülür. Richard'ın masumiyetini kanıtlamak ise Dirk Gently'e düşer. Tüm olayların birbiriyle bağlantılı olduğunu savunan beleşçi ve garip huylu dedektif, tuzluklar, çömlekler, zaman makineleri ve hortlaklarla boğuşmak zorunda kalacaktır.

Adams'ın bu yeni serisi, absürd bağlantılar, birbirinden tuhaf karakterler ve bolca göndermeyle akıcı ve keyifli bir okuma sunuyor. Göndermeler arasında Beatles, Coleridge, Duran Duran gibi isimler var. Genelinde medyumluk ve falcılıkla dalga geçen kitap pürşamata bir mizah sunuyor. Eğlenceli bir Schrödinger'in kedisi açılım yapan yazar, bilinçdışı süreçlere değinirken; kurguladığı yanlışlıklar komedisi altında ciddi bir ateizm savunsu yapmış. Zaman yolculuğu klişeleriyle ustaca dalga geçen yazar eğlenceli bir eser kaleme almış.

Kitapta neler olduğuna bir göz atalım o zaman: Elektronik keşişler,dodo kuşları, kuantum sıçramaları, zaman makineleri, hipnotizma hokkabazlık numaraları, Bermuda Şeytan Üçgeni, Hortlaklar, banyoda mahsur kalan atlar, çokbilmiş sekreterler, Coleridge'in kaygan ve sürünmeyi seven imaları, mimari estetiğe maydan okuyan kanepeler...

Son derece zekice bağlantılar ve yüzünüzden tebessümü eksik etmeyen mizahıyla bu kitabı rahatlıkla öneririm.



Serinin ikinci ve son kitabında, Heathrow havalimanında can kaybına neden olmayan bir patlama meydana gelir. Miskin dedektifimiz ise bu esnada uyumaktadır. Müşterisiyle olan randevusuna feci geç kalan kahramanımız, müşterisinin vakitsiz ve mana yoksunu ölümü yüzünden tatsızdır. Patlama ve son günlerin hit şarkısı "Sıcak patates" in bir bağlantısı olduğuna emin olan Dirk, mümkün olan en saçma şekillerde bu gizemlerin izini sürecektir. Bu esnada, öfkeli kartallar, öfke kontrol sorunu olan Tanrılar, ortadan kaybolmayı seven evsizler, irada savaşı vereceği buzdolapları ile mücadele etmesi gerekecektir.

Pizzanın önemini detaylı vurgulayan yazar, bu eserinde reklamlar ve medyayı hedef tahtasına koymuş. Polis kuvvetinin pratik zekasına değinen yazar psikiyatristleri feci yermiş ve mizah duygusundan yoksunluklarıyla dalga geçmiş. Medya ve reklam dünyasını eserinde kıymaya çeviren yazar akıcı ve absürd dilini bolca tebessüm ve kahkahaya neden olacak şekilde ustaca kullanmış.

Kitapta neler olduğuna değinecek olursak : Buzdolabı açmama döngüsü, kayıp eski sekreterler, polisin vakitni çaldığı için içeri tıkılması gereken ölüler, Herkül'ün ırmağa ihtiyaç duyacağı temizlik sorunları, keten çarşafları tutkuyla seven Tanrılar, meraklı komşular, küçük kedi yavrularına dönüşen masa lambaları, gizemli Coca Cola makineleri, haddinden zeki kartallar...

Çok ciddi eleştirileri ustaca mizahıyla yoğuran yazarın bu eseri de aynı kalitede güldürü yuvası. Gaiman'ın Amerikan Tanrıları'ndan önce yazılan, aynı konsepti işleyen bir eser olduğunu belirteyim. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Niyetlendiğim yere gitmemiş olabilirim ama sanırım olmam gereken yerdeyim."




18 Aralık 2012 Salı

[Blog Tur] Obsidiyen - Jennifer L. Armentrout + Ön Okuma

Photobucket
"Hayatımda gördüğüm en seksi erkek ve tam bir öküz."



Kitap: Obsidiyen
Yazar: Jennifer L. Armentrout
Yayıncı: DEX
Yayın Tarihi: Aralık 2012
Tür: Fantastik, Romantizm, Genç-Yetişkin

Katy annesiyle birlikte Virginia'ya taşınacağında hayatlarının değişeceğini biliyordu, lakin bu denli olacağını tahmin dahi etmezdi. Hele ki, marketi sormak için kapılarını çaldığı yan komşularının uzaylı olacağı aklının ucundan dahi geçmezdi. Ama oldu. Ve kendini hiç beklemediği bir maceranın içinde bulurken, yakışıklı ve tam anlamıyla öküz olan Daemon'un hem çekiciliği, hem de onu tam manasıyla çileden çıkarması ile eski kendi halinde yaşamı tamamen değişir.



Evet kısa bir alıntı ekledikten sonra kitapla ilgili fikirlerimi anlatabilirim.
Obsidiyen klasik bir Young Adult kitabı. Hızlı okunuyor, bolca eğlendiriyor. Yer yer Twilight izleri görüyoruz. Özellikle okul sahnelerinde benzettim ben. Daemon ve Katy'in atışmaları, aralarındaki elektrik okuyucuya iyi yansıtılıyor. Daemon'un Katy'e sürekli "Kedicik" diye hitap etmesi, derste otururken devamlı kalemiyle dürtmesi, karşığında Katy'nin "öküz, yavşak" gibi laflar etmesi ile gayet bir lise romanı çerçevesinde ilerletiyor.

Karakterlere gelirsek;

Katy; Ben esasen bu tarz karakterleri çok sevmezdim ama Katy'e pek bir kanım ısındı. Bunda onunda bir kitap bloggerı olmasının çok etkisi var. Birde doğal bizim gibi biri. Sıkıldığında internete girip bloğunu kurcalayıp, ayarlarını bozan, bakın şu kitapları aldım diye videolar çeken, kendi kendine yetebilen biri.
Ve açıkçası Daemon'a ciddi tahammül ediyor. Onun çoğu yaptığı öküzlüklere, ben kitabı okurken "şöyle şöyle desene, gitme onunla!" gibisinden kızarken, garibim sabır gösterdi çoğu yerde.

Daemon; Bakmayın öküz dediğime, hayran oldum adama. Onun yaptığı kaba hareketlerin ardında aslında çok ciddi bir savunma gizli. İki Daemon var, biri itici sinir bozucu, buz gibi iken, diğeri koruyan, kollayan, derin ve sıcacık biri. İkinci Daemon çok ortaya çıkmıyor tabii. Çıktığı yerlerde şaşırıyoruz.

"Hep en güzel insanların, gerçek anlamda hem içi hem dışı güzel olanların, sessizce bunun etkisinden bihaber olanlar olduğunu fark ettim" Israrcı bir şekilde benimle göz göze gelmeye çalışıyordu ve bir an için orada burun buruna durduk. "Sahip oldukları güzelliği savuranlar ellerindekini boşa harcamıyorlar mı? Güzellikleri sadece gelip geçici. Sadece gölgeleri ve hiçliği saklayan bir kabuktan başka bir şey değil."

Mümkün olan en uygunsuz hareketi yaptım. Güldüm. "Üzgünüm ama bu şimdiye kadar ağzından çıkan en düşünceli laftı. Tanıdığım Daemon'u hangi uzaylı gemisi aldı götürdü? Ve rica etsem onlarda kalabilir mi?"



Bu kısımda Katy gibi şaşırdım bende ve not düştüm. Özellikle kitabın son sayfalarındaki Daemon çok hoşuma gitti.


Dee; Daemon'un ikiz kız kardeşi. Sevimli, cana yakın, kıpır kıpır bir tip. Bol bol yiyor. Zaten bu uzaylılar pek oburlar. Katy gibi bizde kıskanıyoruz onları. İleride onun da, bir insanla beraber olacağını düşünüyorum ben. Türünden sıkılmış tavırları sanki bana bunun habercisi gibi geldi.

Ash; Diğer uzaylı üçüzlerin kız olanı. Ben onu Gece Evindeki, Afrodit'e çok benzettim. Hafifmeşrepliği, tipi, kinciliği, güvensizliği falan aynı. Özellikle Katy'nin onun üstüne spagettiyi boca etmesi çok eğlenceliydi.

Katy'nin annesi; Onunla ilgili de birkaç kelam etmek istiyorum. Kızı uzaylılarla arkadaşlık yapıyor ve kadının ruhu duymuyor. Bu YA romanlarındaki karakterlerin ailelerin kayıtsızlığı beni öldürecek. Varla yok arasında, gereksiz bir yerdeler. Konu mankeni demek daha doğru olur.

Ben kitaba Goodreads'ta 5/4 verdim. Kırdığım bir puan ise kitabı okurken, sonra neler olacağını tahmin ediyor oluşunuz. Şaşırtmıyor, bu yönüyle de klasik bir YA kitabı işte dememizi sağlıyor. Yani biraz Twilight soslu, biraz Gece Evi.

Ama bu türün severlerini tatmin ediyor, heyecanla bekleniyor. Nasıl acaba diyenleri aşağıdaki ön okumaya alalım.


Gel gelelim ön okuma size yetmiyor-ki yeteceğini sanmıyorum- kitaba sahip olmak istiyorum derseniz Kitap Oburları olarak size 2 Obsidiyen kitabı hediye ediyoruz bence kaçırmayın diyorum.
Bunun için gereken çekiliş sayfamıza gidip yönergeleri yapmanız yeterli.

 17-21 Aralık Tur Programı


mirielenda.blogspot.com: Kitap Yorumu-Çekiliş
raflarinarasindan.blogspot.com: Kitap Yorumu-Ön Okuma
sssuigenerisss.blogspot.com: Kitap Yorumu- Tanıtım Videosu
metropolgunluğu.blogspot.com: Kitap Yorumu- Yazar Biyografisi
thcodex.blogspot.com: Kitap Yorumu-Yarışma- Yazarla Röportaj 





Macellanya, Jules Verne



Ustanın ölümünden 7 yıl önce kaleme aldığı kitabı. Basım sayısı son derece azdır.

Dünya'nın ucuna Güney Amerika açıklarındaki adalar topluluğuna gönüllü sürgün bir adamın hikayesini anlatan roman, ana karakterin çevresine doladığı gizem perdesinin bir an için bile aralanmasına izin vermiyor. Kaw-djer, bölge yerlilerinin bu adama verdiği ad. Anlamı " Velinimet". Kaw-djer adalar topluluğu arasında sıkça turnelere çıkan ve halka mümkün olduğunca yardım etmeye çalışan biri. Tüm geçmişini ve sosyal kalıplarını geride bırakıp bu bölge halkına kendini adamış bir ateist ve anarşist.

Usta metine girerken zincire vurulmama, bağımsızlık arzusu imalarıyla başlıyor kurgusuna. tüm kitap boyunca Kaw-djer'in ağzından dökülecek olan "Ne Tanrı, Ne de Efendi!" cümlesini ilk kez burada işitiyor okur. Kitabın genelinde  emperyalist kaygıları eleştiren yazar, fırsatçılık ve insan doğasının kirli yanlarına da değinmiş. Güçlü tasvirler, tarih, isim ve anekdotları etkili kullanarak inandırıcı bir coğrafya yaratmış; var olmamasına rağmen. Kurgusunu ilginç bilgilerle süsleyen usta, fikir çatışmalarını imgelemlerine bolca yedirmiş.

Kitabın çoğu yerinde çelişkiler göze çarpıyor, yazarın bir nevi vicdan muhasebesi yaptığı gözden kaçmıyor. "Otorite mi yoksa reddi mi?" tartışması genel unsur olarak işlenmiş. Yeni Dünya ( Kuzey Amerika ) 'da denemesi yapılan ütopya girişimlerine atıf olarak aldım yazarın kurduğu Macellanya'yı ve Hoste adasını. Komünizm eleştirisi baskın geliyor ve güzel çıkarımlarla desteklenmiş. Ancak Kaw-djer'in anarşist doğası, ondan yardım ve önderlik bekleyen insanların çağrılarıyla kırılıyor ve vicdan muhasebesi sona eriyor. Karakter en son olmayı düşündüğü insan haline geliyor: Halk tarafından oy çoğunluğuyla atanmış da olsa bir kral, tüm yetkilerin tartışmasız elinde bulunduğu bir otorite figürüne dönüşüyor. Kendini adadığı insanların bağımsızlığı ve refahı için değerlerinden vaz geçiyor. İnsan ırkına küskün olan gönüllü sürgün bir adam olsa da bir misentrop değil Kaw-djer. Kurduğu ütopyayı bazen sahiplerinden bile koruması gerekiyor.

Ancak her güzel şeyin bir sonu olduğunu çok acı bir şekilde öğrenmesi gerekiyor "velinimet"in. Adada altın bulunması... tüm dünyasını sarsıyor. Altın hummasına karşı bir bilinç aşısı yok ne yazık ki. Kullanılan motiflerin çok güçlü ve usta işi olduğunu belirtmeme gerek olduğunu sanmıyorum. Kimsenin zevkini baltalamak istemediğim için kitap hakkında söyleyebileceğim tek şey bir "Velinimet" olduğu. Herkesin çok ders çıkaracağı güçlü bir edebiyatın ürünü olan bu kitabı öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.


17 Aralık 2012 Pazartesi

Meraklı Zihinler, John Brockman



John Brockman, kendi alanında önemli kuram ve buluşlara öncülük etmiş olan 27 bilim insanıyla görüşmüş ve onlardan bir nevi CV hazırlamalarını rica etmiş. Ortaya çıkan şey ise insanların nasıl akademisyen oldukları onları nelerin motive ettiğiyle ilgili son derece güzel bir kitap olmuş.

Belirttiğim gibi kitabın bir yazarı yok. 27 yazarı var, editörün katkılarını da sayarsak 28. Son derece farklı arka planlara ve kişisel geçmişlere sahip olan, aynı zamanda farklı dünya görüşlerine sahip olan insanları aynı kitapta bir araya getiren nedir peki? Merak. Dawkins ve Templeton ödülü almış bir yazarı aynı kitapta buluşturan şey bu : Merak.

Kitap son derece ilginç anekdotlara sahip, Carl Sagan'ın eski eşinin veya Darwin'in torunun evlenme teklif ettiği bir bayanın ya da Anna Freud ile beraber çalışma yürütmüş aile bireylerinin , Feynmann'ın diyagramlarını modern bilime kazandıran kişilerin hikayeleri hem samimi bir uslüpla kaleme alınmış kendileri tarafından hem de çok güzel sosyal referanslar sunmuş. Akademik yobazlıklara, farklı ırk ve milletten olan kişilere dair görüşler, evren ve insanı anlamaya çalışan bu insanların kaleminden bize ulaşmış. O kadar ilginç arkaplanlar var ki... Kiminin babası casus, kiminin ailesi tamamen bilim ve sanat dünyasına ait insanlardan oluşmuş, kiminin ailesi fakir, kiminin zengin, kiminin ailesi eğitimsiz. Son derece aydınlatıcı bir çalışma olmuş. Kaleme alan kişilerin de mesleki geçmişleri çok farklı; kimi benzin istasyonunda çalışmış kimi daha 10 yaşında bilgisayar programları yazıyormuş.

Her yazarda ton ve doku son derece değişik olduğundan okuyucunun kopması ihtimali olmasına rağmen, kitabın adını aldığı öğe; merak öylesine baskın çıkıyor ki bu insanların geçmişlerini ve görüşlerini öğrenmek için sayfalar çevrilmeye devam ediliyor.

Kitap son derece keyifli bir okuma sunuyor. Motive edici ve ilham verici özellikleri olması büyük artıları. Herkesin rahatlıkla ve keyif alarak okuyacağı bu kitabı öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Espriler Ve Bilinçdışı İle İlişkileri




Ünlü psikolog, üzerinde çok fazla  ( psikoloji alanında ) çalışma yapılmamış bir konuya el atmış bu kitabında. Gülünçlüğün doğası ve esprinin kökenlerini inceleyen filozofların çıkarımlarını irdeleyerek başlamış metnine, kelime çakışmalarıyla (  örneğin : alcoholidays ) devam etmiş. Tezatlar ve ses benzeşimleriyle oluşan espri temalarına değinmiş ve kelime birleşimlerinin sadece rüya görürken değil uyanıkken kullanıldığı tek durumun espri yapmak olduğu çıkarımını yapmış.

Espri oluşum şemalarını incelerken daha çok yergi örneklemleri üzerinden giden yazar, kelime oyunlarını yüceltirken linguistik açılımlarını yapmaya özen göstermiş. Yahudi olmasına rağmen hassas davranmamış ve bolca Yahudi esprisine yer vermiş kitabında. Mizahın önemine dikkat çekmek istediği bir eserde alıngan davranmaması hoş bir detay olarak göze çarpıyor. Einstein'a yazacağı ünlü "Neden Savaş?" mektubunda kullanacağı göndermeleri ilk kez bu kitabında görüyoruz. esprilerin bazılarının ( kasıtlı espri olarak sınıflandırdığı ) bastırılan itkilerin sosyal ortamlarda kabul görecekleri bir makyaj yardımıyla açık ifadesi olduğunu belirten yazar, şakaların genelde ciddi mesajların sulandırılmış halleri olduğunu savunmuş ve bir sanat dalı olarak görülmesi gerektiğini belirtmiş.

Çok güçlü ahlak ve sosyal baskı eleştirilerine yer verirken elitizme saldırmaktan da geri kalmamış. tanrı ve din sorgusunu da eleştirileri arasına katan yazar,Esprilerin hiçbir zaman kasıtsız olmadığını savunmuş. esprileri ( insan yaşamına kıyasla ) kısa ömürlü olduğunu belirtmiş ve güncel olaylar ve değişen ilgi alanlarıyla uyumlu olarak yeniden icat edilmeleri gerektiğini savunmış. Düşünce ve sözcüklerle oynamanın esprinin ilk aşaması olduğunu, şakanın kendisinin ise son evresi olduğunu ifade etmiş. Espri ve rüyayı bilinçdışına bağlarken " Rüyaların Yorumu" nu özetlemiş ve kitabındaki eleştirilen, kabul görmeyen kuramlarını savunmuş.

Gülünç'ü ve espriyi birbirinden tamamen ayıran yazar, esprinin gülünce bilinçdışından yapılan bir yardım olduğunu ifade etmiş. içimizdeki çocuğu her bulduğumuzda güldüğümüzü belirtip, çocukların safça kelime oyunlarının ve linguistik yanlış algıların espri olarak kabul edilmesi gerektiğini savunmuş. Gülmenin fizyolojisinden veya filogenetik kökenlerinden bahsetmemiş, çünkü o dönemde bu tarz bilgiler mevcut değildi. Gülmenin fizyolojisi zaten mekanik olarak incelenmiş bir konu olduğundan sadece espri oluşum şemaları anlam ve amaçları üzerinde durmuş. Mizahi algıyı ruh ekonomisine dayandıran yazar, metnini doyurucu bir sonla kapatmış.

Yabancı dillerdeki referans ve dönem koşullarının açıklamaları, kelime oyunlarını dipnot olarak verilmesi okumanın bolca kesilmesine neden olmakla beraber bu bilgilerin verilmemesi durumunda çok kuru ve anlam yoksunu bir kitap olacağını da belirtmeliyim. Çevirmen kelime oyunlarına hakimiyetiyle alkış alıyor. Belirttiğim üzere akıcı bir okuma sunmuyor ancak mesleki jargonun azlığı ve son derece ilginç fikirlerin sunulduğu bir kitap olduğu için öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

14 Aralık 2012 Cuma

Cennetten Akan Irmak, Richard Dawkins



Tanrı Yanılgısı'nın yazarı, Dawkins'in 1995'te yayınlanmış olan kitabı.

Yazar, ilginç bilgiler vererek, elektronik mühendisliğine atıflar yaparak kitabına son derece güçlü bir giriş yapıyor. Soy ağaçlarıyla ilgili kanıksanmış yanlış anlaşılmaları düzeltiyor ve "ata" kavramını açıklığa kavuşturuyor. Ünlü "Mitkondriyel Havva" bulgularından detaylı bahsederek insanın ortak kökenlerini arayan bilim dünyasına davet ediyor okuru. İstatistiksel örnekleri, mantık kalıplarından sıyrılmadan güzel tasvirlerle anlaşılır bir dilde aktarıyor. Tanrı Yanılgısından önce en güçlü ateizm savunularından birini bu kitapta yapan yazar, ünlü égözün evrimi" ve "orkidenin evrimi" gibi tartışmaları , canlıların körnoktalarından ve kandırılma olasılıklarından faydalanarak abartılı uyaranlarla destekleyerek açıklıyor. Aşamalı evrimi bilgisayar simülasyonları üzerinden açıklıyor .

Lorenz'in de sıkça kullandığı " sağır hindi" örenğini veren yazar "Boeing 707" argümanına gönderme yapıyor ancak cevap vermiyor ( daha sonra cevabı Tanrı Yanılgısı'nda geniş olarak işleyecektir ) . çıkarımlarını önemli ( aslında çığır açan demek daha doğru ) araştırma bulgularına ve jeolojik zamanın büyüklüğüne dayandırıyor. Olasılıksızlık Dağı'na Tıımanmak'ta kullanacağı argümanların bu kitapta şekillendiklerini görüyoruz. "tasarımdan doğan argüman" 'ı eleştirmiş ve her yerde görmeye çabaladığımız amaçlılığın, insanın bermerkezci düşünce yapısından kaynaklandığını azarlamadan ( henüz ) anlatmış. Cinsiyet oranı oluşum mekanizmalarına geniş yer ayırmış ve önemli genetik hastalıkların geç tetiklenme mekanizmaları üzerinde durmuş. Genel olarak "Tanrı Yanılgısı" ve "Olasılıksızlık Dağı'na Tırmanmak" isimli eserlerinin omurgasını oluşturacak argümanlar dizisi olarak görülebilir.

Dil akıcı ve jargonla boğulmamış, yazar mümkün olduğunca çok sayıda kimsenin bu bilgilere ulaşmasını istemiş olacak ki rafine ve yormayan bir eser kaleme almış. Meraklı tüm akıllara seslenecek bir eser. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

13 Aralık 2012 Perşembe

Kemik Titreten, Cherie Priest



Altına hücum döneminde Amerika: İç savaşla parçalanmış doğum sancıları çeken bir ülke... Klondike altınını çıkarmak için Rusların düzenlediği yarışmayı kazanan Dr.Blue "Kemik Titreten" adlı süper matkabını denemeye hazırdır. Deneme tam bir felakete dönüşür. Seattle şehir merkezini yer altından delik deşik eden Blue, depremlere ve göçüklere sebep olur. Makinanın kullandığı kimyasalları soluyan kişiler hasta olmakta ve yaşayan ölüler olarak vefatlarının ardından geri dönmektedirler. Seattle bir ölü kasabaya dönüşür; Zehir ve ölüleri içeri hapsetmek için yükselen 70 metre yüksekliğindeki Duvar, kasabayı 2 ye böler. Duvarın diğer yakasına kaçıp yeniden başlamaya çabalayan Dr. Blue'nun dulu Briar ve oğlu Zeke, geçmişin günahlarını sırtlayacak yegane insanlar olarak dışlanırlar. Zeke babasının adını temizlemek ve kökenlerini öğrenmek için cehenneme dalınca... annesinin onu takip edip kurtarmak dışında bir şeçeneği kalmaz.

Briar Wilkes, hem nefret ettiği babasının hem de kocasının hayaletlerini çocuğunda gördüğü için ondan uzak durmaktadır. 12 saatlik vardiyalarla kendini harap eden, başkasının günahlarının kefaretini ödemeye çalışan Briar, oğlunun vakit geçirdiği Limon özü( Zehir'den damıtılan bir uyuşturucu ) satıcılarından rahatsızlık duymakta ama işinden dolayı vakit ayıramamaktadır. Zeke inatçı, becerikli ve olgun bir çocuktur. Daha 15 yaşında olmasına rağmen kendine bakmayı öğrenmek zorunda kalmıştır. Annesinin yokluğuna dayanabilen ama kökenleri yüzünden aşağılanan dışlanan bu genç adam, çareyi Duvar'ın ardına geçip babasının şuçsuzluğunu kanıtlayacak bir şeyler aramakta bulur. Briar, ona baba olmak dışında her şeyde üstün tutulan bir adamın, ünlü kanun adamı Maynard'ın kızıdır. Duvar'ın öte yanındaki hurdacılar için bir aziz olan bu adam Banliyö'de de kaçakçı ve zehir tacirlerinin takdisini istediği, saygı duyduğu biridir. Tıpkı oğlu gibi Briar2da geçmişle yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Yazar, dönem koşullarını son derece güzel yansıtmış. Tasvirler güçlü ve akılda kalıcı. Alternatif bir tarih olduğu için Viktoryen dönem koşullarını yansıtmıyor bunu belirtmeliyim. İcatlar çağının heyecan verici büyüsü, dişliler, buhar makinaları, zeplin ve elektrik gibi motifler; İç Savaş koşullarının dayattığı zorlu yaşam şartlarıyla son derece güzel bir tezat oluşturuyor. Aynı zamanda toplumsal mesajları da ırkçılık ve yabancı korkusu gibi konular üzerinde toplamış olan yazar, anne- oğul ilişkisini çok ustaca kullanmış: Çocuk kaçan, anne kovalayan rolünde. Çocuk geçmişi açığa çıkarıp annesinin acısını ve utancını dindirmeye çalışırken; anne geçmişin gömülü kalması gerektiğini öğrendiğinde oğlunun kalbinin kırılacağını belki de annesini red edeceğini düşündüğü için muğlak davranıyor.

Kullanılan motifler yeni değil, ancak bakış açıları ve işlenme tarzları son derece taze. kitabın temposu yüksek ve zaman karşı yarış hissi, gizemle yoğrulmuş kurgunun merak öğesini incelikle kullanması sayesinde son derece keyifli bir okuma sunuyor. Hugo ve Nebula ödüllerini teğet geçmiş son derece kaliteli bir kitap. Güçlü kadın motifleri ( Prenses, Briar, Lucy ) toplumsal mesajları, samimi ve akıcı dili büyük artıları. Tarz "Steampunk" , en yoğun kullanılan öğe " Zombi kıyameti". bilim kurgu hayranlarına ve zombi severlere taze bir soluk yeni bir bakış açısı olacaktır diye düşünüyorum. Keyifli okumalar dilerim. başka incelemelerde görüşmek üzere.




11 Aralık 2012 Salı

Çıplak Kadın, Desmond Morris



Desmond Morris, esasen zoolog olan bir davranış-bilimcidir. Morris'e göre insan, sadece "çıplak bir maymundur". Davranış bilimi, sosyoloji ve antropoloji alanlarında eserler üreten Morris, insanı tarafsız gözle inceleyen bir biliminsanıdır. 60'larda primatları insan yavrusu gibi yetiştirmeye çabalayan bir grup bilimadamına dahil olan yazar, diğer evrimbilimcilerin aksine kültürel referansları kullanmayı ihmal etmez. Bu kitabı adının aksine sadece insan fizyolojisinin muhteşemliğine adanmış bir fizyolojik çalışmadır.

Yazar, niyetlendiği şeyi yapıyor... Kadın bedeninin tüm önemli bölgelerinden bahsederek bize tekrar tanıtıyor. Başlangıçta kadın ve erkeği tarafsızca kıyaslayarak metnine giriş yapan yazar, ırk oluşumunun temellerine inerek 2 paragrafta ırkçılığı paramparça ediyor. Fenotipik farklılıkların önümüzdeki yüzbinyıllarda ortadan kalkacağını savunan yazar, çok sayıda hayret uyandırıcı fizyolojik bilgi veriyor. Kendimizi, bedenimizi tanıdığımızı sandığımızı ama ne kadar cahil kaldığımızı gösteriyor. Sosyolojik ve kültürel bağlamlara bolca örnek veriyor ve kıyaslıyor. Batıl inaçlara saldırıyor, yıkıyor, kültürel farklılıklardan doğan bu yanlış anlaşılmaları gün ışığına çıkarıyor. Hiçbir biyoloji kuramını sahiplenmeden tarafsız ve ustaca tanıtıyor okura. Tüm kozmetik uygulamalara ve estetik cerrahi olanaklarına bir bir değiniyor. Kadının sözlü iletişim yeteneğini haklı olarak yüceltiyor ancak cinsiyetleri eşit gördüğünü, şovenist yaklaşımlara hiç bulaşmadan belirtiyor. Kitabın çoğu yerinde hayrete düşüyor bizi Morris.

Özellikle "Saçlar" bölümünün okunmasını öneririm. Burada Morris, binyıllardan beri ciddi kültürel farklılıklara sebep olan konuları kafa şişirmeden demogoji yapmadan yalın, basit ve dürüstçe yazmış. Hele bizimki gibi bu konuda sorunlar yaşayan ülkelerde özellikle okunması gerekiyor.

Beden diline ve anlamlarına da yer veren yazar, jargonsuz, sade ve akıcı biçimde yazmış. Biyolojiyi son derece anlaşılır ve uzatmadan aktarıyor. Bir nevi "Cahillikler Kitabı" gibi görülebilir bu eser. En beğendiğim bilimadamlarından biri olan yazarın bu güzel çalışmasını herkese öneriyorum. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

"Kadının saçları dışında vücudunun hiçbir bölümü, bu kadar ciddi kültürel farklılıklara konu olmamıştır." Desmond Morris

8 Aralık 2012 Cumartesi

İşte İnsan, Konrad Lorenz



Konrad "Baba Kaz" Lorenz, ünlü bir davranışbilimcidir ve "Mühürlenme ( imprinting ) " kuramını keşfetmiştir.Köken olarak biyolog olan Lorenz, canlılarda gözlemlediği davranış kalıplarının izini sürerek insan doğasını anlamaya çabalamış ve çalışmalarının şiddetle ilgili olan bölümlerini bu kitapta toplamıştır.

Yazar ilk 2 bölümde bir belgesel izliyormuşçasına, okuru sosyal kalıplarından arındırıp doğanın kendi mekanikleri içerisine çekmeye çalışmış bu esnada kuramlarla ilgili ilk referanslarını vermiş. "Yaşam mücadelesi" kavramının yanlış algılanmasını eleştiren Lorenz, özellikle seleksiyon baskısı üzerinde durmuş, hayvanlarda ritüel oluşum şemalarını gözlemlemiş. Kültürün filogenetik kökenlerine değindikten sonra, Morris, Bowbly, Freud, Darwin 'e atıflarda bulunmuş.

Ritüel oluşumunun, saldırganlığın önüne geçilmesi için öneminden bahseden yazar, bunun aynı zamanda canlılar arasında bağ kurulmasıyla sonuçlandığını da savunmuş. Farklı kültüre ait olan öğelerin en az bağlı bulunulan kültür ve sosyal grubun ritüelleri kadar kutsal sayılması ve saygı gösterilmesi gerektiğini belirttikten sonra, güç farkı bariz belli olan karşılaşmaların sadece ritüellere bağlı kaldığını, gerçek mücadelenin denkler arasında meydana geldiğini örnekler aracılığıyla paylaşıyor.

Tür içi devamlılığa zararlı olsaydı daha önce evrimsel olarak geride bırakılırdı diyor Lorenz, şiddet için. Diğer uyumsuzluk üretebilecek davranışların sosyal engel mekanizmalarına takılarak ritüelleştiğini savunan yazar, bu tarz sosyal engellerin en güçlüsünü annelik içgüdüsü olarak olarak tanımlamış. gebelik ve doğumdan sonra tolerans sınırları çok düşük olan dişinin kendi canlısı hariç her canlıya karşın vahşi olduğunu da ekliyor. Dürtü tatmini için sembolik hel gelmiş davranışların gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor.

İnsan türüne çok benzer davranışlara ilkel düzeylerde tanık olmamızı sağlayan yazar, insanın tür olarak sosyal ve dini dogmalara takılmadan tarafsız bir gözle incelenmesi gerektiğini savunuyor. insanın doğasından ve doğadan ayıran kibrini de eleştirmeyi unutmuyor. Kant'ın düşünce sistemini eleştiriyor, sosyal darwinizmi yanlış anlaşılmalardan sıyırıyor ve elitizme bulaşmadan uyarılarda bulunuyor. Sanatın ve bilimin en güçlü iki kolektif değer olarak toplumda yerlerini almaları gerektiğini savunuyor ve mizahın, gülmenin önemin de dikkat çekiyor. Son iki bölümü sadece insanlığın ve görüşlerin eleştirisine ayırıyor.

Kitabın çevirenin önyazısı hariç can sıkacak bir yanı bulunmadığını, son derece aydınlatıcı ve keyifli bir okuma sunduğunu belirtiyorum. En çok beğendiğim kitaplar arasında kütüphaneme yerleştirirken herkese gönül rahatlığıyla öneriyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

5 Aralık 2012 Çarşamba

Çoğunlukla Zararsız, Douglas Adams



Paralel evrenler ve herşeye dair karman çormanlıklar kahramanımızın hayatını bir kez daha karıştırır... Bir yolculuk esnasında aşkı Fenchurch uzay-zaman çizelgesinden silinir, bu deliliği geride bırakıp normal hayatına geri dönmeyi kafasına koyan Arthur, Dünya'nın yerini bulamaz. Anayurdunun olması gereken yerde hep ona benzer ama o olmayan çirkin taklitler vardır. Bu esnada Trillan, Rupert üzerinde ( Güneş sistemindeki 10. gezegen ) yaşayan kayıp bir ırkla temas kurar, ve habercilik kariyerini çok ileri taşımak adına gezegene gider. Ford ise sevdiği ve güvendiği Rehber'in yeni yönetim kadrosuyla tanışır ve geliştirdikleri yeni "rehberi" çalar, tüm uzay zaman boyutlarında var olabilen bu çokbilmiş ve ukala kuş başlarını türlü türlü belaya sokacaktır. Bu arada inzivaya çekilen Arthur, ufak bir kabile içinde kendine yer bulur ve Onurlu Sandviç Ustası olarak hayatından memnundur... Sonra Trillan gelir ve onu çocukları olan Random ile tanıştırır!

Beşlemenin son kitabında işler feci halde karışıyor, yazar her türlü klişeyle feci dalga geçerek eğlendiriyor. Tüm bağlantılar kuruluyor ve görünürde seri sonlanıyor... Ancak Adams'ın ölümünden sonra basılan bir kitabı daha bulunmakta : Kuşkucu Somon. Bu kitapla görülen o ki galaksiye vede etmemiz gerekecek. Göndermeleri ve klişeleri başarılı şekilde kullanımıyla okuru fazlasıyla eğlendiren kitap mizahta İngiliz üstünlüğünü kanıtlıyor. Akıcı ve esprili dili serinin tüm kitaplarında olduğu gibi keyifli bir okuma sunuyor.

Bu kitapta,kötü haber gücüyle çalışacak uzay gemileri, astrolojinin gücüne inanan uzaylılar, öforik gözlem robotları, salyasını toplayamayan yeni yayın yönetmenleri, vahşi havlular, bütünüyle normal hayvan, Nebuşimdi gezegeni, kepenk kapatan kahinler, ringa balıklı sandviç, Random, Elvis Presley, Yeni rehber, açık uçlu restoran hesapları bulunuyor. Keyifli okumalar dilerim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

4 Aralık 2012 Salı

Elveda ve Tüm Balıklar İçin Teşekkürler, Douglas Adams



Gizemli bir şekilde anayurduna dönen Arthur çok mutludur. Tüm çılgın yolculuğu hiç yaşanmamış gibidir. Ancak bazı gariplikler onu sorguya iter. Yunuslar kayıp olmuştur, Greenpeace yastadır. Aslında insanları uyarmaya çalışan yunuslar son performanslarındaki akrobatik hareketleriyle bize şunu demişlerdir: "Elveda ve tüm balıklar için teşekkürler." Bu ve bazı başka garipliklerle karşılacak olan Arthur, dünyanın yokedilişini hatırlayan tek insana da aşık olacaktır. Ford'un Dünya'ya dönmesiyle yolculukları tekrar başlayacak yeni maceralara atılacaklardır.

Yazar, bu kitapta romantizme ( absürd bir tarzda elbette ) daha fazla yer vermiş ve hikayenin geri kalanında daha çok kişisel etkileşimler ön planda. Arthur için mutlu oluyoruz ister istemez, kader ( veya tanrı veya kosmos veya adının siz koyun ) espri anlayışını yitirmemiş ancak espri nesnesi bu kez karakterimiz değil. Tauton semalarında beraber uçabileceği! birinin bulmanın mutluluğunu yaşayan karakterimiz, halinden memnun.Göndermeleri ve yergileri ile güldüren yazar, eski ve sevdiğimiz karakterleri de unutmamış, arada onlara da selam veriyoruz. Akıcı ve esprili dili kolaylıkla okunmasını sağlıyor kitabın.

Bu kitapta, Tanrı'nın yaratılanlara son mesajı, Akıllı Wonko, cinini arayan limon, kertenkelelere oy veren halk, doğal olarak Marvin, çok güvenli yan ürünler, yağmurun takip ettiği kamyon şoförü, Fenchurch, bulutlar üzerinde aşk ( kelimenin tam anlamıyla ) ve dehşet verici telefon faturaları var. Bu eğlenceli kitabı herkese öneriyor, keyifli okumalar diliyorum. Başka incelemelerde görüşmek üzere.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Bağlanma, John Bowlby



Bowlby'nin cahilliğin anakarasına yaptığı yolculuk. Freud'dan bu yana erken çocukluğun karakter gelişimi ve ruhsal bozuklukların kaynağı olduğu bilinmekteydi ancak bu dönemle ilgili detaylı araştırma eksikliği vardı. Bowlby, yenidoğan davranış ve örüntü kalıpları üzerine yaptığı çalışmalarını  üçleme olarak yazdığı kitaplarında toplamıştır.

Yazar, içgüdülerin kompleks davranış kalıplarına dönüşümünü adım adım, duru bir dilde aktarmış. İlk travmaları yerinde ve zamanında inceleyen yazar, evrimsel biyolojiden yardım alırken Darwin Ve Dawkins'e atıfta bulunmayı da ihmal etmemiş. Doğal seçilim ve adaptasyon modellerini kitabın başlarında güzel irdeleyen yazar, "Mühürlenme" kuramının babası Lorenz'e geniş yer ayırmış. Davranışların baslangıç ve durma sinyallerinden bahseden güzel benzetmelerle aktarımı kolaylaştıran Bowlby, öncelikle kuş ve yakın akrabalarımız olan primatlardan başlamış incelemeye. Anlambilim ve kelimelerin yanlış kullanımları üzerinde durmuş.

Freud'un çocuk cinselliği ile ilgili kuramlarının, yavru primat - anne ilişkilerinde rahatlıkla gözlenebildiğine değinerek ardından insanlara geçmiş. Bağımlı olmak ve bağlı olmak arasındaki farklara dikkat çeken yazar, bebeğin güvenlik ihtiyacının besin ihtiyacından daha önemli olduğunu savunmuş. Yenidoğan gelişim süreçlerini detaylı inceleyerek her yenidoğanın gülümseme ve ağlama motor davranışlarına doğuştan sahip olduğunu belirtiyor. Her bebeğin ağlama izi ( ağlaması motifi )  farklı ve anneler kısa sürede kendi yavrularının ağlamasına adapte olduklarını gözlemleyen yazar, son bölümlerde çocuğun ne kadar ilgiyle şımaracağı üzerinde durmuş.

Çocuğun bağlanma modelinin karakteri üzerindeki etkilerine detaylı değinen yazar, pelvik hareket gibi cinsel çağrışım içeren davranışların her iki cinsiyette de görüldüğünü ancak zihinsel kapasite olarak anlamlandıramayacak durumda olduklarını da belirtiyor. Geniş çapta bir makale olarak ele alınan kitap çoğu araştırmacı ve kuramdan besleniyor ve belli istatistik ve deney sonuçlarından da bahsediyor. Dil olarak tıbbi metin kıvamında olan kitabın tek kusuru akıcı olmaması. Çocuk gelişimi, karakter oluşumu ve öğrenme ile yakından ilgilenen kimseler için bir hazine olmasına karşın herkese rahatça hitap edemeyeceğini de belirtmeliyim. Başka incelemelerde görüşmek üzere.


1 Aralık 2012 Cumartesi

James Patterson | Double Cross ★★★★★


Ve çok uzun zamandır bu kadar kaliteli bir polisiye okumamıştım!

Double Cross, çok sevdiğim bir arkadaşımın "Amalth! Arkasını okuyunca tam bir Criminal Minds bölümü dedim ve sana almadan edemedim!" diyerek bana hediye ettiği bir kitap. Nitekim, hikayenin gücü, kitabı elimden bırakamamam ve buna bağlı olarak yığılan işlerim nedeniyle kendisine sevgilerimi sunduktan sonra rutin aralıklarla küfür de ettim!

~~

James Patterson inanılmaz bir yazar lakin ve ne yazık ki Türkiye piyasasında türünün tutkunları haricinde pek bilinmiyor. Bunun başlıca nedeni adamın bir kitap üretim fabrikası olmasına rağmen -son otuz altı yılda seksen sekiz kitap yazmış ve önümüzdeki beş yıl için on bir kitaplık bir anlaşması bulunuyor- çok az sayıda kitabının Türkçe'ye çevrilmiş olması ki kitabı kolaylıkla bulabilmeniz için Türkçesini arama çabalarım sırasında Double Cross'un da Türkçe'sini bulabilmiş değilim. Bunun da çevrilmemiş olması çok muhtemel.

Patterson'un kitaplarının çoğu sayabildiğim kadarıyla en az on yedi kitabının baş kahramanı olan Alex Cross etrafında dönüyor. Cross, psikoloji eğitimi almış bir dedektif; aynı zamanda FBI ve MPD (Metro Police Department) arasında iletişim görevlisi olarak çalışıyor. Adam zeki, adam karizmatik, adam yakışıklı, adam cesur, adam esprili. Kitabı okurken çok defa iç geçirmedim değil! O derece!

Benim rastladığım kadarıyla baş karakter olarak Alex'ciğimin kullanıldığı kitaplar birinci tekil kişi ağzından yazılmış. Diğer bir deyişle, doğrudan Alex'i dinliyorsunuz dolayısıyla adamın esprileri sizi gerçekten güldürürken yaşadığı gerilim ise gerim gerim geriyor. Hikaye gerçekten çok başarılı, akıl dolu, heyecan dolu. Zaten kısa kısa bölümlerden oluşan kitabın sayfalarını nasıl çevirdiğimi bilemedim. "Bir bölüm daha okuyayım, sonra uyurum." cümlesini kaç defa kurduğumu hatırlamıyorum bile!

Alex Cross kitapları birbirini takip eden kitaplar ancak istediğiniz kitaptan da başlayabilirsiniz zira yazar, bir önceki kitapta tanıştırdığı karakteri yeniden sizinle tanıştırıyor. Bunu öyle bir üslupla yapıyor ki bir önceki kitabı okuyan okur, "Yahu, tanıyoruz işte adamı, ne o öyle on defa bahsediyorsun." demeyi aklından bile geçiremiyor. Buna ek olarak, daha önceki kitaplarda işlenen vakalara atıflarda bulunuyor ama bunu "Ya, hani bizim Ali vardı ya, liseden! Şu gözlüklü olan!" demek kadar basit bir şekilde yapıyor. Dolayısıyla, önceki kitapları okumanızı engelleyecek ya da hevesinizi kıracak herhangi bir faktör bulunmuyor.

~~

Alex Cross, şu ana kadar karşılaştığı en şeytani katillerden ikisiyle yüzleşmek için MPD'ye dönmek zorunda kalıyor.

Alex Cross, tam da hayatı düzene girerken ölümcül bir oyunun içine çekiliyor. Bir yanda, insanların içine korku salan, Washington'da halka açık yerlerde ve halkın karşısında pervasızca insanları öldüren, cinayetleri bir performansmışçasına sergileyen, ilgiye aç bir katil... Diğer yanda, bir zamanlar Alex'in en iyi arkadaşı olan fakat daha sonra bir psikopat olduğu anlaşılan Kyle Craig... İkisinin de istediği, Alex'i yok etmek.

İkisinin de istediği, Alex'in zekasını alt etmek.

Ve inanılmaz bir koşuşturmaca başlıyor.

~~

Double Cross'u muhakkak okuyun. Gerçekten henüz çevrilmemiş ise yayınevlerini e-posta bombasına tutun, "Çevirmezseniz,..." şeklinde başlayan tehditlere başvurun, gerekiyorsa kafa göz kırın.

Patterson'u muhakkak okuyun. Şu an elimde bir başka kitabı var. Henüz üçüncü sayfasına geldiğimde "Allah da belanı versin! Tam da uykumu düzene sokuyordum!" diye söylenmeye başladım. O derece.

~~

Yousef Quasim had been a captain for twelve years with the Mukhabarat under Saddam. He had a sixth sense about such things, anything to do with the illusion of security. Quasim could see what the Americans could not - that their love of technology made them complacent and blind to danger. His best way into the Riverwalk was also the easiest.

Garbage was the answer. Quasim knew it was carried out every Monday, Wednesday and Friday afternoon, without fail. American efficiency, so valued here, was another of the luxury building's vulnerabilities.

Efficiency was predictability.
Predictability was weakness.

~~

Öpücükler!
Amalth.




Related Posts with Thumbnails