3 Mayıs 2014 Cumartesi

Angelopolis | Danielle Trussoni


   Ve konuşmaya başladı benimle -usulcacık, yumuşacık- melek sesiyle  -Dante/Cehennem-

Kitap: Angelopolis (Angelology #2)
Yazar: Danielle Trussoni
Çeviren: Sıla Okur
Yayıncı: Doğan Kitap
Tür: Fantastik, Paranormal
Sayfa Sayısı: 249
Puanım: 4

"Evangeline Brooklyn Köprüsü'nde kaybolalı on bir yıl geçti. 

Verlaine, onu son kez gördüğünden bu yana, Melekbilim Akademisi'nin en sıkı Nefil avcılarından biri oldu. 

Şimdi ikisi birlikte, Nefiller ile Melekbilimciler arasında yüzlerce yıldır süren kanlı savaşın, Eiffel Kulesi'nin gölgelerinden St. Petersburg saraylarına, Sibirya'nın derinliklerinden Karadeniz kıyılarına kadar uzanan yeni cephelerinde yer alacaklar."

Uzun zamandır çıkmasını dört gözle beklediğim kitaplardandı Angelopolis. Daha önce ilk kitap Angelology / Asi Melekler 'i bir çırpıda okumuş ve ciddi anlamda beğenmiş, çok etkisinde kalıp baya araştırmalar yapmıştım konusuyla ilgili. Doğan Kitap'a kitabı okumam için yolladığı için ayrıca teşekkür ederim.

Kitap elime ilk geçince çok şaşırdım bu kadar ince beklemiyordum. Kapağından dolayı bir hayal kırıklılığı yaşasam da onu sonra anlatayım.

Konusu, kurgusuyla bildiğimiz meleklerle ilgili kitaplardan değil, önceki kitapta anlatmıştım. Önceki hikayede New York'da bırakmıştık kahramanlarımızı. Bu kitapta aradan on yıl geçmiş, Evangeline ve Verlaine o sürede görüşmemişler bile. Evangeline dışarıdan bakıldığında nefil özellikleri göstermiyor, sanki bir insan gibi duran biri olduğu için çabuk araya karışmış.

Tabii Grigori ailesi boş durmuyor Percival Grigori'nin ölümünden sonra Evangeline'yi bulması için en ölümcül Emim meleklerinden Eno'yu yolluyorlar. Hikaye bu şekilde hızlı hızlı başlıyor ve Paris'ten Rusya'ya uzanan puslu bir yolculuğa başlıyoruz.

Önceki kitapta Evangeline'nin anneannesi Gabrielle ve onun nefillerle olan bağlantısına baya yer vermişti. Bu kitapta ise annesi Angela Valko'nun çalışmalarına yer veriliyor ve öyle büyük bir sır var ki -tabii söylemeyeceğim- onun çalışmalarındaki sır perdesi çözülüyor.


Şimdi kapaktaki Fabergé yumurtası hikayeyle ne alaka diye düşündüğünüzü anlıyorum. 
Ünlü mücevher tasarımcısı Carl Fabergé'nin tasarımlarını yaptığı ve Romanovlara her paskalya'da hazırladığı mücevher yumurtalar çılgınlığı günümüzde de sürüyor. 

Bilindiği gibi 53 yumurtanın 45'i nerede oldukları belliyken 8 tanesi kayıptır. 
Hikayemizi yazar bu ünlü yumurtaların hikayesinden ilerleterek, Romanov'lara, onlardan da Rasputin'e kadar götürüyor. Hatta Grigori Rasputin'in Çar'ın oğlu Aleksey'in hemofili hastalığını esrarengiz biçimde iyileştirmesi olayını da içine katarak daha ilginçleştiriyor konuyu. Angela Karlov'un kızına miras olarak bıraktığı yumurtanın içinde ne gibi bir sır gizli? 


İlk kitabı okuyanlar bilirler kitabın ana hatları Nuh Tufanın'da geçiyordu.   Nuh ve oğulları bir gemi yapıp her bitki, hayvandan birer çift alıp yeni bir dünyaya yol açıyorlardı. Amaçları nefillerin yok olmasıydı lakin nefiller gemiye binmenin bir yolunu bulup, Nuhun oğlunu öldürüp onun yerine geçerek, oradan Avrupa'ya gidebilmişlerdi. İkinci kitapta yine Nuhun Gemisinin ardından ipucu bulmaya çalışıyorlar. Halen Nuhun Gemisi gizemini koruyan bir olay olduğu için, birçok araştırmacının ve meraklının  bu konuda ciddi uğraşları olduğundan ilgimi aşırı çeken bir konudur.  Kitabın sanırım en sevdiğim bölümleri bu kısımlar oldu doğal olarak. 
Verlaine ve Bruno, Vera Vargara isimli rus melekbilimci'den yardım istiyorlar. Aslında amaçları yumurtaların esrarını çözmek, ipucunu yakalamak. Ama onları ararken ellerine çok önemli bir defter geçiyor ve Vera bu konularda uzman olan Karadeniz kıyısında Hristo Azov'a gidiyor. Böylelikle hikayemizin Nuhun gemisindeki tohumlar ayağına geliyoruz. 

Nuh peygamber her bitkiden tohum alıp onları binlerce yıl saklı kalacak şekilde korumayı amaçlamış. Bu bitkilerin bazıları nefiller üzerinde önemi olan bitkiler olunca melek bilimci Azov ve ekibi onları sır gibi saklamayı görev edinmiş. Bu bitkilerin ve o defterin sırrını çözmek için ise Vera ve Azov ilk kitaptan bildiğimiz bir ismin Dr. Raphael Valko'nun kapısını çalarlar.

Peki Dr. Valko ne gibi bir sır ile onları şaşırtacak?


"Vera da bunu hissetmek istiyordu; 
tüyler ile etin birbirine sürtünmesini, kucaklayışın sıcaklığını, acı ile zevkin, korku ile arzunun sarmaş dolaş olmasını"



Kitaptaki karakterlere kısaca göz atarsak;

Evangeline artık hem insan hem nefil. İstese bile hayatı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. O ise nefil genlerini kabul etmeden insan olmaya çalışıyor. Bu özelliği yüzünden dikkat çekiyor ve takip ediliyor.

Verlaine ise artık daha ayakları yere sağlam basan başarılı bir melekbilimci. Lakin Evangeline'ye saplantısı onun beraberinde kendisini maceradan maceraya sürüklüyor.

Dan Brown kitaplarıyla kıyaslıyorlar bu seriyi. Doğrudur çünkü Danielle Trussoni bence Dan Brown'un açtığı akımdan ilerlemeyi kafasına koyarak başladı yazmaya. Konu çarpıcı, dikkat çekici olunca yazmadan durmadı.

Dan Brown'un Robert Ludlum'u neyse Danielle Trussoni'nin Verlaine'i o. İkisi de sanat tarihçi, meraklı, maceracı. Okurlarını bir gizemden diğerine sürükleyebiliyor. Bu bağlamda kitapları Dan Brown'un kitaplarına benzetmek yersiz bir benzetme olmayacaktır.

Kitapta bir diğer dikkat çekici karakter dişi Emim meleği Eno. Hakikaten hayran kaldım ona. Kapkara kanatlarını açıp saldırı hazırlığına girince diğer karakterler gibi bende heyecanlandım. Tabii bir meleği sokakta bir uçtan diğerine simsiyah kanatlarını açmış görürseniz heyecanlanmanız çok normaldir.
Bruno'nun bu emim meleğine saplantısı ise Verlaine'nin Evangeline'ye duyduklarıyla aynı gibi.

"Cemaatte yerini kaybetmesi, adının lekelenmesi, hatta canından olması bile Eno'nun peşindeyken öenmini yitiriyordu. Eno güzel bir yaratıktı ama Bruno'nun ilgisini çeken bu değildi. Eno'nun varlığı hipnotize edici bir tarafı, yakalayabilecek olsa Bruno'ya neler yapmaya kalkışacağını bilmekten gelen tehlikesi ve heyecan duygusu vardı. Eno, Bruno'yu öldürmeyi planlarken bile ona yaşadığını hissettiriyordu."

Vera Vargara, Nadya, Azov, Sveti, Raphael Valko ise resmen kafamızı bir ton bilgi ile dolduran karakterlerdi.

Kitaba ilk başladığımda ne ince demiştim, ama bitirdiğimde yetti resmen. Lakin yine de yazar acaleye getirmiş gibi geldi. Keşke bir elli sayfa daha yazıp, koştur koştur ilerletmeseymiş. Hele sonlarına doğru artık, noluyor ya dediğim yerler oldu. Çok hızlı hızlı bağladı sonunu. Panopticon'da daha fazla zaman geçirip olayları daha ağır ağır ilerletse efsane olacaktı sonu. Ayrıca o kadar çok bilgiye boğuyor ki, bir yerden sonra kopuyorsunuz.

Geçiş kitabı olduğu, ilk kitapta kalan soruların cevabının verildiği 249 sayfa okudum. Her iki ikitabı elime aldığım andan gece yarısına kadar okuyup tedirgin ola ola -tamam gece yarısı olduğu için biraz korkmuş olabilirim- ve etkisinde kalarak sabaha değin bitirip google'da alakalı konuları araştırıp nefil kırıntısı bulduğum yerlerde "gerçek olabilir mi?" diye sormazsam olmaz zaten.
Tabii kurgusal olduğunu biliyorum, ama insan merak etmeden duramıyor. Böyle insanı deliler gibi araştırmaya iten kitapları çok severim.

Üçüncü kitapta muhtemelen artık savaş olacak. Umarım yazar bu sefer de hızlı hızlı ilerletmez de hikayeyi iyi bağlar.

Kitapta beni rahatsız eden şeylerden ikincisi kapağı maalesef. Hatta okuduktan sonra bir daha üzüldüm. Keşke orijinal kapakla hatta ciltli olanla çıksaydı. İlk kitabı merak etmemin nedeni kapağıydı. Bu kitabı ise seriyi bilmeyen almaz. Orijinal kapak ise başlı başına beni almalısın diye bağırıyor. Bizde çıkan kitabı seri'nin ilk kitabıyla yan yana getirince o kadar farklı oluyorlar, kimse onun devam kitabı demez. o yüzden oradan çok puan kaybettirdi.



İlk kitapta yazdığım gibi bu kitap öyle sevimli, meleklerle insanların duygusal hikayesi değil. Evet aşk var, tutku var ama bunu uzun uzadıya anlatmadan, yaratıkların kötücül yanlarını öne çıkararak yazmış. 
Aynı zamanda kafamızda kurguladığımız melek kavramını da gözden geçirip araştırmaya iten bir kurgusu var. 
Kapağına bakıp hemen yargılamayın, eksikleri ve olumsuz yanları da olsa dahi ilgi çekici ve güzel bir seri.

Melekler, Nefiller, Fabergé yumurtaları, Romanovlar, Rasputin ve buz gibi Sibirya atmosferinde bir akşamınızı geçirin tavsiye ederim. 

İyi Okumalar...

-Sycorox-





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails