29 Temmuz 2010 Perşembe

The Magus ya da Büyücü ya da Cesaretin var mı?

Tatil için seçtiğim ikinci kitap John Fowles'dan Büyücü'ydü. Yoğun, karanlık, hazmı zor bir roman bu. Ama çok da güzel. Komadaki Sevgilim gibi "ah modern insan modern hayat, nasıl da bayat" diye maval okumak yerine, "modern insan böyleyken böyle, senin bu hayatı yaşamaya ve anlamaya cesaretin var mı genç?" diye soruyor Fowles'un muhteşem karakteri Conchis. Ve biz de hemen bir heves koşuyoruz peşinden, tıpkı genç ve basiretsiz Nicholas Urfe gibi.

"Hayatını bir kere bile riske atmamış bir genç adam hem aptaldır hem de korkak" ama Nicholas henüz bunu bilmemektedir. Pür ingiliz kahramanımız, 20'li yaşlarının sonunda, bir baltaya sap olamamış, ailesiyle pek hoşlaşmayan, kendini kinik diye nitelendiren (herhalde bütün kitaptaki en majör çeviri hatası, "sinik" olacak canım o), bu dünya boş, tanrı manrı yalan, ben de aşka aşık bir herifçioğluyum, zaten de elimi sallasam ellisi diye diye gezinen klasik delikanlı modelidir. Şiir yazdığı için şair, zeki ve yakışıklı olduğu için de bulunmaz hint kumaşı olduğuna kanidir. Yani hepimizin yakından bildiği gençlik yanılgıları içinde debelenmektedir ki Alison adlı avusturalyalı hatunla tanışır. Alison içi dışı bir, hoş ve zeki bir kızdır, Nicholas'ın ne olup ne olmadığını net şekilde gördüğü halde sever onu. Bizimki de aslında aşık olur ama kabul etmez, kızın anti-ingiliz huy ve tavırlarını küçümser, dert edinir. Sanki gönül eğlendirirmiş gibi yaşar ve sonra da ingilizce hocalığı yapmak üzere ücra bir yunan adasına gider. Orada bu aşktan ve Londra'nın gri havasından kurtulacaktır sözde. Ancak adada gizemli bir milyonerle, Conchis'le tanışır ve bir anda kendini sanki sadece kendisi için sergilenen ve kendi tepkilerine göre düzenlenen bir tiyatro oyununun, yeni bir gerçekliğin içinde bulur. Şans ("Plan yok. Her şey şans"), gülümseyiş ("Gülüşün anlamı budur işte: Olmaması mümkün olan şey vardır"), kendini kabul etme ("Sen beğenilmek istiyorsun" der Conchis, "Bense yalnızca var olmak.") Nicholas her bir hayat dersiyle kalesine gol üstüne gol yağdıran maestro Conchis'e güvense mi güvenmese mi bilemezken bir de önüne sürülen yeni ve idealize bir genç kıza gönlünü kaptırır ve olaylar gelişir...

"Erkekler nesneleri, kadınlarsa nesneler arasındaki ilişkiyi görür." der Conchis, "Savaş, ilişkileri görmedeki bozukluktan kaynaklanan bir psikozdur. Birbirimizle kurduğumuz ilişkileri. Ekonomik ve tarihi durumumuzla ilişkilerimizi. Ve en çok da hiçlikle ilişkimizi. Ölümle."

Burdan yola çıkarak ilişkilerin doğası hakkında epey şey kaparız Conchis'ten. Ama Nicholas kendini şansa bırakmaya ve derslerini hazmetmeye pek de hazır değildir. Daha en baştan gerçekle olan ilişkimizin sınandığı bir oyunda olduğumuzu anlarız biz de Nicholas gibi. Çünkü "Kibarlık istemiyorum" der Conchis, "Kibarlık daima, başka türden gerçeklerle yüzleşmenin reddini barındırır içinde." Kendine sınırlarının ötesinde hedefler koymanın, kendine karşı geliştirilen hipermetropluğun, mutsuzluk ve verimsizlik getireceğini savunur Conchis ve "en temel parçanın gerçek olduğunu söyler. İki insanın zihinleri, ruhları arasında kurduğu güven olduğunu. Asıl sadakatsizliğin cinsel sadakatsizliği gizlemek olduğunu. Çünkü birbirine aşık iki insanın arasına asla girmemesi gereken tek şey yalandır."

Conchis'in savaş sırasında "özgür olmayacaksam yaşamaya değmez" diyerek ölmeyi seçen biriyle ilgili olarak söyledikleri ise beni en çok etkileyen kısımlardan biriydi sanırım: "Benimkine tamamen ters düşen bir dünyadan konuşuyordu. Benimkinde hayatın bir bedeli yoktu. Öyle değerliydi ki, kelimenin tam anlamıyla paha biçilemezdi. Onunkindeyse yalnızca tek şey paha biçilemez değerdeydi: Özgürlük."

Romanın sonunda, bütün oyunlardan, yanılgılardan ve uyanışlardan sonra Nicholas "Yetişkinlik bir dağı andırıyordu" der, "ve ben bu olanaksız ve tırmanılamaz buzdan kayalığın dibinde duruyordum: Kimseye gereksiz yere acı çektirmemelisin."

Kitapta Fowles'un kısa bir sonsözü de var. Oradan öğreniyoruz ki Fowles'un ilk romanıdır, bir tür ergenlik romanıdır Büyücü. Yetişkinliğe adım atarken yaşanan her tülü psikolojik bocalamanın, gerçek bir ilişki kurabilmenin zorluklarının, benliğin derin ve dipsiz labirentlerinde bir ses, bir ışık aramanın romanı bence Büyücü. Kendine sadık olabilmenin romanı. Çünkü Conchis'in dediği gibi "İnsan soyu önemsizdir. İhanet edilmemesi gereken insanın kendisidir."

Kitaptan son bir şiirle bitireyim:

Keşfetmenin peşini bırakmamalıyız
Ki tüm bu keşiflerimizin sonunda
Başladığımız yere varmış
Ve o yeri ilk defa anlamış olacağız.

(T.S. Eliott)


Gözünü sevdiğim İngiliz edebiyatı! Ne zaman hem sağlam ve çok boyutlu bir kurgu, hem beni benden alacak karakterler, hem de dört başı mamur bir gerilim istesem imdadıma yetişiyor. 



Eser: Büyücü
Çeviren: Meram Arvas
Yayınevi: Ayrıntı
679 sayfa










5 yorum:

  1. Büyücü'yü birkaç ay evvel okumuş, çok beğenmiş biri olarak yazıyı ilgiyle okudum. güzel bir anlatım ve inceleme olmuş. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. harika bir kitap. bitirdikten sonra öpüp başıma koyacak kadar çok sevdim...

    YanıtlaSil
  3. Güzel bir yazı olmuş teşekkürler. Ama "sinik" değil "kinik" olacak...
    http://tr.wikipedia.org/wiki/Kinizm

    YanıtlaSil
  4. "Kinik" çeviri hatası değildir. Kinik de kullanılmaktadır.

    YanıtlaSil

Related Posts with Thumbnails