"Yiyemeyeceğin boku kaşıklama" diye bir laf vardır, seviyeli blog'umuzun seviyesine bu pek seviyesiz girizgahla gölge düşürmek istemezdim ama Douglas Coupland'a tavsiyem bu. Neden ama neden olgunlaşamıyor bu Yeni Dünya yazarları? Kitabın eleştirisinden yine kıtanın eleştirisine kayma tehlikesi içindeyim, tutamıyorum kendimi. Kuzey Amerika, bu lafım sana: İşin gücün lafı sakız gibi çekip çekip uzatmak, kendince espiri saydığın absurd benzetmelerle bezemek, gerçek bir duygunun kıyısından dahi geçemeden eveleyip gevelemek, büyük beklentiler yaratıp hiçbirini tatmin edemeden mıymıy sönmek gitmek. Çok sevilen bir kitap vardır, bence Kuzey Amerika edebiyatının ve bütün bu saydıklarımın özeti: Parfümün Dansı. Tamam, çok ilginç başlayan, hoş bir hikaye. Ama ben yarısından itibaren fenalıklar geçirmeye başlamış ve o "en orijinal ben olucam" takıntısından kusma noktasına gelmiştim çoktan. Sanki tamamı kötü bir amerikan filmi türkçesiyle konuşuyordu kitabın: Hey dostum, yorgun görünüyorsun, kendine bir içki almak istemez misin?
Lafım çeviriye değil, yanlış anlaşılmasın, içeriğe. Bu kıtanın edebiyatında bana hiç uymayan, pek plastik ve pek yapay kaçan bir ton, bir tarz, bir bi şey var. Aha Douglas'ın sorunu da bu. Daha doğrusu onun bir sorunu yoktur herhalde de benim onunla sorunum bu. Hadi bu kitabı Vancouverlılar beğensin, Connecticutlılar beğensin, ama Ege from Turkey nasıl beğensin? Kanadalı sıradan bir liseli genç olan Richard'ın kız arkadaşı geleceğe dair çok kötü şeyler gördüğünü mırıklanıp sonra da çat diye komaya girer ve 17 yıl mı ne komada kalır. Üstelik bu arada Richard'la ilk ve son sevişmelerinden bir de çocuğu olur. Sonraki chapter'lar boyunca, geride kalan sıradanötesi arkadaş grubunun tüketim kültürü, showbiz, alkol, uyuşturucu ve kendini bilmezlikle mücadelesini okuruz. Ama etkilenir miyiz bilmem. Sonra bütün dünya vatandaşlarını öldürüp bizimkileri sağ bırakan bir felaket olur ve bütün bunların neden ama neden olduğunu açıklar kitap. Orda artık küfür etmek isteriz. Paranormal soslu varoluşçu felsefe esanslı sevgi pıtırcıklanması şeklinde bir yemin edilmesiyle biter bu lüzumsuz eser. Dünya eski haline döner ve bizimkiler de bundan böyle duyarlı bireyler olacaklarına ve sistemi yıkacaklarına and içerler. Aferin, ne mutlu onlara.
Acaba diyorum bu Kuzey Amerikalılar sadece kötü eğitim sistemlerinin ve cehaletlerinin kurbanı mı, yoksa harbi harbi "düşünce romanı" yazmayı teenager bir buhran olarak mı yaşıyorlar hala? Hani yazarın gençliğine vereyim desem adamın epey sonraki bir kitabını da geçen yaz okumuştum: "All families are psychotic" Onun da bundan geri kalır yanı yoktu. Galiba o taraflardaki aile, sevgi, dostluk, fedakarlık gibi genel kavramların tanımlarıyla derdim var benim. Bütün bunların içini gerçek duygularla yeterince dolduramadıklarını düşündüğüm için en baba karakterler bile çok karton kalıyor gözümde. Sevgileri yapay, mutlulukları yapay, acıları yapay. En nihayetinde yersiz bir şaka patlatarak veya bir içki alarak bütün her şeyi unutmayı başarabiliyorlar. Kendi kendileriyle, kendi insanlıklarıyla bağlantıları kopmuş sanki. İnanmıyorum hiç bir şeylerine. İnanmayınca empati duyamıyorum. Empati olmayınca da edebiyat bitiyor benim için.
Eser: Komadaki Sevgilim
Yazar: Douglas Coupland
Çeviri: Zeynep Akkuş
Yayınevi: Parantez
262 Sayfa
harika bir yazı.. eğlenerek okudum. ama kitabı merak ettim okuyacagım nihahahah!
YanıtlaSil"İstanbul from Turkey" bir insan olarak Coupland favori yazarlarımdandır :)) Jpod adlı mükemmel kitabıyla tanıştım kendisiyle ve bu Kanadalı'yı çok sevdim. Yalnız bu yazınızın bazı yerlerine katılmadığım anlamına da gelmiyor. Bahsi geçen kitabın ilerleyişindeki kimi zaman didaktikliğe varan yarı ciddi, yarı paranormal havalar beni de sıkmıştı.
YanıtlaSilSizin yapaylık olarak bahsettiğiniz yapıyı Coupland'ın özellikle kurduğunu ve okuyucuyu aslında çok olağan olan bir duruma dahi "garip" gözüyle bakmaya ittiğini düşünüyorum. Ben yazarın bu alaycı, sinik tarzını ve her kitapta adeta kendisini tanrılaştırmasını (kurduğu yapı itibariyle) seviyorum. Ancak bahsettiğiniz bu samimiyetsiz hava bana o kadar tanıdık ki, ne zaman bir Chuck Palahnuk kitabı okusam bütün o tüketim çılgınlığı eleştirisi adı altındaki bol laf kalabalığında kaybolurken aynı şeyleri hissediyorum.
Çok içten bir yazı olmuş. Eleştirilerde kesinlikle bu tarz birz subjektiflikten yanayım.
simge, yazsam mı diye tereddüt edip vazgeçtiğim bir şeye değinmişsiniz: yapaylığın özellikle kurulduğu meselesi. ama o zaman da kitabın tamamı boşa yazılmış gibi oluyor. bukowski örneğini vereyim: bütün kitapları gereksizdir bana göre - kişisel bir yorum. adamın dünyasında hayatın anlamını bulmak, insan ruhunun derinliklerini vermek gibi dertler yoktur. dünya da beş para etmez bir yerdir ona göre. ama allah için tutarlıdır adam "bok" edebiyatında, komple siniktir yani. coupland öyle de değil tam olarak. yani aslında o da bir anlam peşinde. ama bütün kitabı anlamsızlık üzerine kurunca son paragrafta verilen anlam inandırıcı durmuyor bana göre. chuck palahniuk demişsiniz, mükemmel bir örnek olmuş, aklımdan geçmişti. ona da tahammül edemiyorum aynı sebeplerden. bu adamlar ayrı bir kategori... kendi kendilerinden sarhoşlar tamam da, ben gayet ayık kafamla okurken hiç etkilenemiyorum işte :)
YanıtlaSil