27 Mayıs 2014 Salı

[Blog Tur] Kan Şarkısı / Anthony Ryan | Kitap Yorumu + Kitabın Yayınlanma Hikayesi



Kitap: Kan Şarkısı (Kuzgunun Gölgesi #1)
Yazar: Anthony Ryan
Orijinal Adı: Blood Song (Raven Shadow #1)
Çeviri: Barış Tanyeri
Yayıncı: İthaki Yayınları
Tür: Epik, Fantastik
Sayfa Sayısı: 664
Puanım: 5


"Pek çok adı vardı. Daha otuz yaşına gelmemiş olmasına rağmen, tarih ona bol unvan ihsan edilmesini layık görmüştü: Onu bize eziyet etsin diye gönderen deli kralın karşısında Diyar'ın Kılıcı, savaşlar boyunca onu izleyen adamların yanında Genç Atmaca, Cumbraelli düşmanlarına karşı Karanlıkkılıç ve sonradan öğrendiğime göre Büyük Kuzey Ormanı'nda yaşayan esrarengiz kabileler arasında da Beral Shak ur adıyla anılırdı, yani; Kuzgun Gölgesi. 

 Ama benim insanlarım onu tek bir isimle tanırdı ve onu iskeleye getirdiklerinde aklımda dönüp duran da bu isimdi: Umut Katili. Yakında öleceksin ve ben de bunu göreceğim. Umut Katili.

"Vaelin Al Sorna, annesinin ölümünün yarattığı üzüntüyü henüz üzerinden atamamışken, kendisini İtikad'ın koruyucusu Altıncı Nişan'ın kapısında, Kral'ın Savaş Lordu olan babası tarafından terk edilmiş olarak bulur. Nişan'a adım attıktan sonra ise artık hayatı eskisi gibi olmayacaktır. Bu inanç koruyucusu savaş okulunda ölümcül sınavlarla boğuşurken, dövüşmenin yanı sıra kardeşliği, sadakati, karanlığı, ihaneti ve hayatta kalmayı öğrenir. Diyardaki kardeşleri ise onun tek ailesidir. On yaşında o kapıdan adım atan çocuk, genç bir adam olduğunda, Diyar'ının en tanınmış figürlerinden biri haline gelmiştir. Krallarla pazarlık yapar, ordular yönetir ve Diyar'ın kâbuslarından Karanlık'la başa çıkmaya çalışır. Artık sadece Diyar'ının değil, tüm dünyanın kaderi onun ellerindedir. Her şeyden öte, Vaelin'in zorlu hayatında böylesine yükselmesini sağlayan gizli ve karanlık bir gücü vardır: Kan Şarkısı."


Merhaba, İthaki yayınlarının desteğiyle 18 bloggerın katılımıyla gerçekleşen Kan Şarkısı turunda bugün bize konuksunuz. Açıkçası blog olarak  ilk defa çok fazla bloğun olduğu bir turda yer alıyoruz. Onun için heyecan yaptım biraz..

Öncelikle bu kitaba tek kelimeyle ba-yıl-dım! Epikçiymişim de haberim yokmuş. Son zamanlarda bunu iyiden iyiye fark ediyordum zaten. Kitap bittiğinde devamı ne zaman gelecek, bu tarz başka ne okuyabilirim diye panik oldum, yeni kitap listesi yaptım kendime. Ve kılıç alma isteğim daha bir pekişti. Onu alamasam bile bari kılıç mektup açacağı alayım!

Kitapta ilk önce Vaelin Al Sorna'nın yakalandığı zamanla başlıyor. Onu Verniers'in kaleminden okuyoruz.

Sonra geriye gidiyoruz ve annesinin ölümüyle ünlü savaş lordu babasının onu Altıncı Nişan'a bırakması ve oradaki hayatıyla devam ediyoruz. Vaelin'e geçiyor hikaye ve neler yaşamıyor ki, biçare, öksüz gibi girdiği yerde tam bir savaşçı olarak yetişiyor, o çocuklarla aile oluyorlar. Bir yandan babasının onu bıraktığına içerleniyor, ondan nefret ederek büyümeye devam ediyor. Bir süre sonra babası onu almak istese de hem bir yandan içindeki kinle, hem de artık kendini oraya ait hissetmesiyle Altıncı Nişan'da kalıyor.

Altıncı Nişan'a giren çocuklar ailelerini ardında bırakıyorlar ve Nişan'a ait oluyorlar. Lakin köle gibi değil kendi istekleriyle giriyorlar oraya. Ve bazen kendi istekleriyle, ya da sınavlarda başarılı olamayınca ayrılıyorlar. Dövüşmeyi, savaşmayı ve ölene kadar İtikad ve Diyar'ın düşmanlarını öldürmeye devam etmek zorundalar. Ailelerini, hayallerini ve isteklerini ardında bırakıyorlar. Eğitimden ve on beş yıllık hizmetten sonra kişiye kendi egemenliği veriliyor ya da geri dönüp eğitmen olarak devam ediyor. İşte böyle bir zorlu hayat.

Vaelin Al Sorna açıkçası son zamanlarda okuduğum en favori karakterlerimdendi. Onu Jon Snow'a benzetmiş olabilirim, hep aklımda onun gibi canlandırdım. Neredeyse Altıncı Nişan'ı da Duvar'a benzettim. Onun mantıklı ve akılcı tavırları, ürkek bir çocuktan güçlü bir savaşçıya dönüşümünü yazar çok iyi yansıtmış.

Altıncı Nişan'da usta Sollis onları resmen bir demircinin kılıcı dövdüğü gibi dövüyor, sertleştiriyor. Düşünün bir süre sonra onun dayakları hafif geliyor ve sonra fark ediyor ki, o aynı şekilde hatta biraz daha fazla dövse dahi onlar artık güçlüler ve sertler.  Açıkçası çoğu kitapta bu tip çalışma durumlarını üstünkörü anlatırken, bu kitapta nasıl çalıştıklarını, ne zorluklar yaşadıklarını an be an onlarla birlikte yaşadık. Kimi arkadaşları zor sınavları atlatamadı, onların yokluğu ile daha çok bilendi Vaelin.

Bir yandan da babasından dolayı olan ünü her zaman onu takip etti. Bu durum kral Janus'un da dikkatini çeker tabii. Ona verdiği söz yüzünden hiç hoşlanmadığı görevler karşısına çıkar. Savaştıkça kendini, kaderini buluyor.

Özellikle bu kadar uzun bir kitabın bir çırpıda bitmesi şaşırttı beni. Akıcı anlatımı ve çok iyi çevirisi ile zorlanmadan okuyorsunuz. Yazar olayları öyle bir örgü ile anlatıyor ki, karıştırmadan ilerliyorsunuz.

"Vaelin yayını çekmiş halde arkasına döndü...çok geç kalmıştı. Kaslı bir şey tarafından yere yığıldı ve yayı düştü. Bıçağına ulaşmaya çalışırken bir yandan da tekmeler savuruyordu ama havayı dövdü. Ayağa kalktığında acı ve dehşetle atılan çığlıklar duydu. Suratına ıslak bir şey sıçradı, gözlerini yaktı. Yalpaladı, kanın sert yakmasını hissetti ve hızlıca gözlerini ovuşturmaya başladı. Görüşü bulanıktı ve kampa doğru baktığında orada kimsenin olmadığını gördü. Kırmızıya bulanmış kamp yerinde iki sarı göz parlıyordı. Göz göze geldiler, kurt bir kez gözünü kırptı ve sonra ortadan kayboldu."

 Sadece kitapta sevmekle sevmemek arasın gidip geldiğim yer kapağı. Beğendim aslında ama keşke yüzü olmayan bir kapak kullanılsaydı. Yüzü olan kapaklarda insanın aklı  ister istemez kapaktaki karaktere gidiyor. Gerçi benim için Jon Snow'du ama neyse.

Bu seri'yi Buz ve Ateş'in şarkısına benzetenler var. Onlardan biri de benim Jon Snow'dan ötürü ama o seriyi halen okumadığım, sadece izlediğim için ayrıntılı bir kıyaslama yapamayacağım. Lakin kitap bitince ister istemez içimden, keşke o tarz büyük bütçeli bir yapımla ekranda görsek dedim.



O Uzun Gece – Anthony Ryan 

Yayıncılık dünyasında bir tür acemi olsam da en kalıcı efsanelerden birinin tek gecede gelen başarı kavramı olması beni fazlasıyla etkiliyor. Meşhur hikâyeyi hepimiz duyduk: ilk kitabı basılan romancı, en çok satan listelerine hükmetmeden önce muazzam bir avans alır. Ardından bir melekler korosunun altındaki paradan oluşan yüzme havuzunun içinde yuvarlanır ve mutlu mesut yaşar. Her efsanede olduğu gibi bu anlatıda da bir tutam gerçeklik payı var. Önceden tanınmayan bazı yazarlar, yazdıkları ilk iş için büyük meblağlar kazanırlar. Fakat bu hikâyelerin geniş çapta bilinmesinin sebebinin, istisnai olmalarından kaynaklandığını hatırlamalıyız. Çoğu yazar yalnızca ilk romanını teslim etmek için hayatının önemli bir parçasını harcar. Yayıncılar ve temsilcilerden gelen ret mektupları onların gelecek uzun yıllar boyunca duvar kâğıdı ihtiyaçlarını karşıladığı için azaltılmış dekorasyon masraflarının keyfini sürerler. Fakat hikâyenin en önemli yanı sıklıkla unutuluyor. Bu basit gerçek tek gecede başarı kazanan her yazarın en başta bir şey yazması gerektiği oluyor. Bizim gibi önemsiz faniler için güzel yazmayı öğrenmek yıllar alıyor.

 Kendim için konuşursam yirmili yaşlarımın erken dönemlerinde şu anda oldukça berbat bir gangster suç destanı olarak gördüğüm işi yazdım. Aldığı tüm retleri kesinlikle hak etmişti. Bu kısmı şu anda ne kadar hayal kırıklığıyla ansam da beni daha iyi bir yazar yapmaktaki değerini kabul ediyorum. Aynı zamanda onların zamanını almaya değecek bir şey üretene kadar yayıncılık endüstrisini bir kez daha rahatsız etmeme kararlığını doğurdu. Sonuçları ne kadar kötü olursa olsun yazma deneyimi yazarı hayal kırıklığı yaratmayan bir ürün verdiği sürece günümüze yaklaştırıyor.

2010 yılında epik fantazya romanım Kan Şarkısı’nı tamamlamamla beraber sonunda elime bir şey geçtiğini hissettim. Kitabı yazmanın altı buçuk yıla mal olmasının bu hissi doğurmuş olabileceğinin farkındaydım. Bu yılların boşa harcanmış olmasını istemiyordum. Asıl yazma süreci istikrarsızdı. İyi bir haftaysa günde üç yüz ya da dört yüz kelime yazıyordum. Bu, tam zamanlı iş ve yarı zamanlı tarih eğitimin gereklikleri altından kalkılamaz bir hal aldığı zamanlara göre daha fazlaydı. Böyle zamanlarda onu bir kenara koymalı mıyım diye düşünüyordum. Fakat Vaelin Al Sorna’nın Altıncı Nişan’daki kariyerinin hikâyesi ve Birleşmiş Diyar’ın sayısız entrikaları beni sürekli olarak yazmaya itti. Kitaba bir sonum olduğunu bilmenin can simidini kendime vermek için bir sayfalık özeti kaleme alarak başlamış olsam da, Vaelin ve onun dünyası hakkında bilmediğim çok şey vardı. Bu keşif süreci ne kadar uzun sürmüş olsa da pürneşe geçti. Son düzelti nihayet tamamlandığında yayıncılık endüstrisinin benim hayal gücümün ikramiyesini almaya bir kez daha hazır olduğuna karar verdim.

Bir önceki hayal kırıklığından dolayı tüm bu süreç hakkında bir şekilde hala isteksiz ve kuşkucu olmama rağmen 2010’un gelmesiyle beraber taslağı bir temsilciye gönderdim ve sonuçları beklemeye başladım. Bu aşamadan sonra hikâyemin tek gecede başarı efsanesiyle uyuşmaya başladığını belirtmek istiyorum. Aynı ay içinde yüklü bir çeke eklenmiş heyecanlı bir övgü mektubu geldi desem bu büyük bir yalan olurdu. Bir sonraki yıl boyunca Birleşik Krallık Yazarlar ve Sanatçılar Kitapçığında fantazyayla uğraşan her bir temsilciyle görüşene kadar ardı ardına retler birbirini takip etti. Tüm retler standart form mektupları değildi. Birkaçında övgü bile vardı. Fakat bunlar hâlâ ret olarak duruyordu. Ne kadar alışmış olursanız olun reddedilmek her zaman koyuyor.

 Bu süreç boyunca e-kitapların gitgide artan önemi hakkında daha fazla okuyordum. Trende günlük yolculuğumu yaparken kindle (başka e-okuyucular da mevcut) okuyan insanların sayısının artmış olduğunu gördüm. Aynı zamanda giderek daha yaygın olarak geleneksel yayıncılık endüstrisine başvurmadan elektronik formatta kendi kitaplarını yayınlar hale geldiler. Birçok yazar gibi, kendi kitabını yayınlamaya ihtiyatlı bakmıştım. Bunu, çaresizlerin ya da ahmakların ilgi alanı olarak görüyordum. Yeni yazarların ya ucuz ya da kolayca ücretsiz olarak ulaşılabilen redaksiyon ve pazarlama hizmetleriyle büyük meblağlara buluşmasına dair hikâyeler hala azımsanmayacak sayıdaydı. “Bedava” sözcüğü tüm bunları denemeye karar vermemde kilit bir rol oynadı.

 Kan Şarkısı’nı 2011’in Temmuz ayında Smashwords’te yayınladım. Bu, kendi Kindle mağazasını işleten Amazon’un dışında çoğu büyük e-kitap bayilerine dağıtım yapan ücretsiz bir çevrimiçi hizmet oluyor. Bir kez daha bu noktadan sonra uzun süredir beklenen tek gecede başarımın gerçeğe dönüştüğünü düşünen herkesi hayal kırıklığına uğratmam gerekiyor ancak bu olmayacak. 2011 Temmuz’dan Aralık’a kadar Kan Şarkısı ‘nın Smashwords’te sadece beş kopyası satıldı. Bu süreçte hakkında hiç eleştiri yazılmadı. Onu 2012’nin Ocak ayında Kindle mağazasında da yayınlamaya karar verdiğimde oldukça düşük beklentilere sahiptim.

 İlk aylardaki satışlar çoğu standarda göre pek etkileyici değildi ancak önceki deneyimime nazaran gözle görülür bir gelişme vardı. 20 kitap satıldı ve iki adet çok güzel eleştiri yazıldı. Bir blog yazmaya başladım ve okuyuculardan bazı memnun edici yorumlar aldım. Bunların arasında çokça duyacağım “devamı ne zaman?” sorularının ilki de vardı. Bir sonraki ve bundan sonraki ayda satışlar iki katına çıktı. O zamana kadarki aldığım ilk telif hakkı ücreti çekimi edindiğim güne geldim. Sevindiriciydi ve yazdıklarımın onaylandığını görmüştüm ancak hâlâ yapmam gereken bir iş vardı. Artık belli olmuştu ki devamını yazacaktım. Tam zamanlı yazma hırsımı korusam da sevdiğim bir işi yapıyordum. Faturalarımı ödemekte sorun çekmiyordum ve tavan arasında açlıktan ölme fikri hiçbir zaman hoşuma gitmemişti. Yemeyi bunu yapamayacak kadar çok seviyordum. Yazı yazmaya temelde küçük ancak hoş bir ek gelir getirecek bir ek iş olarak baktım. Fakat bu Washington DC’deki Politics and Prose Kitabevinde çalışan Lars Townsend’in Kan Şarkısı’yla kişisel yayıncılığa dayalı e-kitap seli içinden değerli bir şeyler çıkarmayı hedefleyen birebir okuma projesi kapsamında karşılaşmasıyla değişecekti. Lars, kitaptan onu tanıdığı bir Penguin temsilcisine aktaracak derecede etkilenmişti. O da kitabı Penguin’in Bilimkurgu/Fantazya yayıncısı olan Ace/Roc’taki baş editör Susan Allison’a iletmişti. 2012’nin Mayıs ayında Susan’dan konuşmak için müsait olup olmadığımı soran bir e-mail aldım.

Ardından sabah oldu, değil mi? Uzun gece bitmişti. Aslında, pek öyle değil. Teklif için bir süre düşünmem gerekti. Kişisel yayıncılığın olumlu olduğu kadar olumsuz yönleri de vardı. Satışlarım artık mali nasihat gerektirecek noktaya gelmişti. Hepsini reklam ve profesyonel düzeltinin avantajlarından uzak başarmıştım. Ayrıca, garip bir coşku ve düş kırıklığı karışımıyla ilginç bir başarı hikâyesi olmak adına hayat boyu sürdürdüğüm bir arzuyu tatmin etmiştim. Hep istediğim şey artık benimdi ancak hayat hâlâ devam ediyordu. Melekler korosu ya da hemen oluşan para dolu yüzme havuzları yoktu. Hâlâ günlük bir işim ve yazmam gereken iki çok uzun kitap vardı. Bu işi tam zamanlı yapma arzusu belirleyici oldu. Eğer yazı yazarak para kazanacaksam büyük bir yayıncının desteğinin olması gerektiğini hissettim. Kitapçılarda olmalıydım. Dış satışlara ihtiyacım vardı.

 2012’nin Temmuz’unda Ace ile üç kitaplık bir anlaşma imzaladım. Yaz boyunca e-kitap satışları istikrarlı bir şekilde arttı. Dış satış haklarına dair anlaşmalar gelmeye başladı. İşverenimi yıl sonunda istifa edeceğim yönünde bilgilendirdim. Artık tam zamanlı bir yazar olarak yeni işimin keyfine varacaktım ancak diğerlerinde olduğu gibi onun da yeterince moral bozucu ve sorunlu yanları olduğunu keşfettim. Fakat her zaman yapmayı istediğim işi yapmaktan ileri gelen bir günlük memnuniyet düzeyi de vardı. Hâlâ melekler korosu ya da paradan oluşan yüzme havuzları yoktu. Eğer bana tek gecede başarı hikâyesi deniliyorsa sabahın gelmesinin uzun bir süre aldığını söylemeliyim. Ancak geldiği için memnunum.

Hüso'yu özlediniz mi? Beraber okuduk onunla :)

Eveet yazarımızın kitabını yayınlama hikayesi böyle.

Siz de epik, fantastik severseniz doğru yerdesiniz. Kitabın fiyatı biraz tuzlu ama açıkçası o fiyata da değecek bir hikayesi ve muhteşemliği var.

Turu takip etmek, turla ve kitapla ilgili daha çok bilgi  için Facebook sayfasına gelin.

18 bloggerlı bu turda bu harika kitap 4 şanslı kişiye gidecek. 

Bunun için ne yapacağınızı biliyorsunuz. Çekilişe katılmayı unutmayın, bizi takip edin ve şansınızı deneyin.





İyi Okumalar

-Sycorox- 

3 yorum:

  1. Merhaba,
    Blogunuzu uzun bir zamandır çok severek takip ediyorum. Okumayı öğrendiğim günlerden itibaren kitaplar benim vazgeçilmezim oldu. Yoğun iş dönemlerimde okumaya zaman zaman ara versem de her an eliminde altında okuyacak bir kitap bulundururum.
    Epik kitaplara olan merakım arttı demişiniz. Belki okumuşunuzdur ama blogunuzda göremediğim için yazıyorum. Patrick Rothfuss'un Rüzgarın Adı (1.kitap) ve Bilge Adamın Korkusu (2.kitap) kitaplarını kesinlikle tavsiye ederim. Sevgilerle...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, onları hemen listeme aldım zaten, çok merak ediyorum.

      Sevgiler ^^

      Sil

Related Posts with Thumbnails